Bilindiği gibi başkanlık sistemi ile düzen siyasetinde belli bir süredir ittifaklaşma zorunlu hale gelmişti. “Cumhur İttifakı” olarak bilinen iktidar bloğunun karşısına “Millet İttifakı” çıkmıştı. Son yerel seçimlerde, düzen muhalefetini oluşturan Millet İttifakı’nı, AKP-MHP koalisyonuna karşı fiilen destekleyen HDP’nin kritik rolü ortaya çıkmış, belirleyici olduğu görülmüştü.
Gerici-faşist AKP-MHP koalisyonu Kürt halkının düzen siyasetinde bu şekilde belirleyici olmasından dolayı ciddi bir hazımsızlık içinde olduğunu her fırsatta dile getirmektedir. Dinci-faşist iktidar Kürt halkının kazanımlarına ve siyasal temsiliyetine yönelik saldırıların bir devamı olarak ikinci kayyım darbesini yaparak, ömrünü uzatmaya çalışmaktadır.
Öte yandan gerçi-faşist çete, “HDP ile ilişkilerin” Millet İttifakı’nın “zayıf karnı” olduğunu bilmektedir. İkinci kayyım darbesiyle düzen muhalefetini zor bir tercihle karşı karşıya bırakmıştır. Zira ortada HDP oylarıyla alınmış büyükşehirler gerçeği durmaktayken, 3 büyük Kürt ilinde seçilmişler kayyımla yerlerinden edilmiştir. Millet İttifakı, şimdiye dek AKP-MHP koalisyonunun artan baskı ve zorbalığına karşı demokrasi, hak, hukuk gibi söylemeleri öne çıkarmaya zorlanmıştır ancak iş HDP’ye gelince fabrika ayarlarını unutmalarını beklemek saflıktır. Nitekim öyle olmuş, düzen muhalefetinin sefaleti bir kez daha ortaya çıkmıştır.
Düzen muhalefetinin göstermelik tepkileri
Düzen solunu temsilen CHP, AKP-MHP koalisyonunun Kürt halkına yönelik saldırılarına bugüne kadar açıktan ya da üstü kapalı destek vermiş, her kritik süreçte düzen ve devlet çıkarlarının bizatihi koruyucusu olduğunu belirtmiştir. Kayyım saldırısına söylem planında, o da Kürt halkının hak ve özgürlüklerine değinmeden, bir tepki gösterilmiştir. Kılıçdaroğlu, “Bu mesele HDP ya da başka bir parti meselesi değil. Davutoğlu’na Başbakanlığı bıraktırdıklarında da aynı tepkiyi gösterdik. AK Parti’li başkanlar görevden istifa ettirilirken de… Bu yapılan millet iradesine saygısızlıktır” diyerek, özelikle Kürt halkının iradesine yönelik bu saldırının anlamını bilinçli bir şekilde çarpıtmaktadır. “Artık demokrasinin son kırıntıları da ortadan kalktı” diyen Kılıçdaroğlu, “Bu tür olaylar yaşanınca sokağa çıkmak, protesto etmek gibi durumları doğru bulmuyoruz. Biz milletin ferasetine güveniyoruz. İstanbul’da da aynı şeyi YSK eliyle bize yaptılar. ‘Ya sokağa çıkın ya boykot edin’ dediler. İkisini de yapmadık. Halkın ferasetine güvendik ve gördük” sözleriyle, iktidara olan desteğini bir kez daha göstermiş, düzen solu olarak işlevini ifşa etmiştir.
CHP’nin söylemlerinde öne çıkan kaygı, sandık ritüelinin anlamını yitirmesi, bu anlamıyla düzen muhalefetinin işlevsizleşerek kendi zeminlerini kaybedecek olmalarıdır. CHP parti sözcüsü bunu, “Demokratik meşruiyetin elde kalan son kalesi ve namusu sandıktır. Sandık hukukuna vurulan her darbe Türkiye’ye vurulmuş bir darbedir. Demokrasilerde kural son derece açıktır, seçimle gelen, seçimle gider. Seçimle gelen kayyumla gidecekse, sandık anlamını kaybeder” diyerek vurgulamıştır. Böylelikle CHP, Kürt halkına yapılan zulümlerin onlar açısından esasa ilişkin bir sorun teşkil etmediğini bir kez daha göstermiştir. Kayyım darbesine maruz kalan HDP’lilerin bir iki kez ziyaret edilmesi ise dostlar alışverişte görsün misali, göstermelik bir durumdur.
HDP oylarının belirleyici olduğu İstanbul’da İmamoğlu, seçilmişlerin önemine değinip irade vurgusu yaparak, görevden alınan Diyarbakır HDP Eşbaşkanına geçmiş olsun ziyaretinde bulunarak durumu idare ederken, CHP’nin Ankara’daki ülkücü başkanından hiçbir ses çıkmamıştır.
Aynı şekilde İYİ Parti de ilkin sessiz kalmış, sonrasında bir şeyler söylemesi gerektiğinden olsa gerek “belediye başkanlarının görevden alınmasına sebep olan olaylar son beş ay içerisinde gerçekleşmiş ise; bunu somut ve hukuki argümanlar ile halka açıklamanın iktidarın görevi olduğunu” belirtmiş, devamında Kürt halkına yönelik düşmanlıkta iktidar bloğundan geri kalmadığını gösteren açıklamalar yapmıştır. Saadet Partisi ise, “Bu kayyum kararıyla hukuk dikkate alınmadığı gibi halkın iradesi de dikkate alınmamış”, “seçimle gelen seçimle gitmeli” türünden bir açıklamayla durumu geçiştirmiştir.
Düzen siyasetinde son dönem öne çıkan, AKP’den koparak düzen muhalefetine giriyor görüntüsü veren Abdullah Gül ve Ahmet Davutoğlu’ndan da “tepki” geldi. Abdullah Gül, Twitter hesabından yaptığı paylaşımda, “Daha yeni seçilmiş belediye başkanlarının ‘bu şekilde’ görevden alınmaları demokrasimiz için doğru olmamıştır” derken, Ahmet Davutoğlu, belediye başkanlarının “idari tasarrufla görevden alınması demokratik sistemin ruhuna aykırıdır. Seçimle gelenlerin seçimle ayrılması milli irade ilkesinin gereğidir” dedi.
Kürt halkına düşmanlıkta ortaklık
Düzen muhalefetinin farklı tonlarıyla tüm kesimleri kayyım darbesinin biçimine ilişkin eleştirilerle yetinmişlerdir. Başkası da beklenemezdi zira hepsi de Kürt halkına düşmanlığa dayalı çizgidedir. İşin özünde, daha önceki kayyım atamasında ve tutuklamalarda olduğu gibi, bu saldırıların destekçileri ve uygulayıcılarıdır. Ne var ki düzen siyasetinin yeni bir cilvesi onları Kürt halkına yönelik bu saldırıda “bir şeyler” söylemek zorunda bırakmaktadır. Oysa hepsi aynı gericilikle Kürt halkına düşmanlıkta ortaklaşmaktadır.
Gelinen yerde AKP-MHP koalisyonu düzen muhalefetine dahi tahammül edemeyecek denli çok yönlü bir kriz içindedir, baskı ve zorbalık dışında bir yönetim metotları yoktur. Düzen muhalefeti siyaset arenasında de kendine yer açabilmek ve işçi-emekçi kitleleri düzen muhalefetine bağlamak adına “demokrasi”, “millet iradesi” , “hukuk” argümanlarına başvurmak zorunda kalmaktadır. Bu ikiyüzlü açıklamaların ise hiçbir inandırıcılığı yoktur.