ABD emperyalizmi, “terörle mücadele” söylemi ve “özgürlük ve demokrasi götüreceğiz” yalanlarıyla gerçekleştirdiği Afganistan işgalini, yirmi yılın ardından askerlerini geri çekerek sonlandırdı. Ancak bu, hegemonik konumunu kaybetmemek için her türlü haydutluğu yapabilen ABD’nin bölgeye ilişkin kirli emellerinden vazgeçtiği anlamına gelmiyor.
Afganistan işgali, emperyalist-kapitalist sistemin çok yönlü krizlerinin derinleştiği, çelişkilerin belirginleştiği, emperyalist hegemonya krizinin dışa vurmaya başladığı bir dönemde gerçekleşti. ABD’nin, henüz emperyalist rakipleri güç toplamadan, kendini zorlayacak sınıf ve halk hareketleri filizlenmeden saldırgan bir politikaya yönelmesinin, Afganistan’la başlayan, Irak ve Libya’yla devam eden savaşlar döneminin kapısını aralamasının gerisinde jandarmalığını yaptığı emperyalist-kapitalist sistemin yaşadığı çok yönlü bunalımlar yer almaktadır.
İşgal saldırılarının başladığı günlerde komünistler, ABD’nin yıllara yayılacağını ilan ettiği savaş macerasına dair şu değerlendirmeyi yapmışlardı:
“ABD emperyalizmi; içerde ekonominin yeni bir düzeyde militarizasyonu ve yeni bir silahlanma programı, dışarda ise saldırganlık ve savaşla, bunalımdan ve sıkıştığı açmazlardan çıkmaya, fiili ya da potansiyel tüm tehlikeleri bertaraf etmeye, önünü tıkayan engelleri aşmaya çalışmaktadır. ABD, işçi sınıfı ve halk hareketlerinin, sistem karşıtı devrimci akımların ve nihayet emperyalist rakiplerinin halihazırdaki zayıflığını, harekete geçmek, durumunu güçlendirmek ve yarının tehlikelerini bugünden ortadan kaldırmak için uygun bir zaman, akıllıca bir zamanlama saymaktadır.
“11 Eylül bahane edilerek dünya halklarına ve sisteme karşı şu veya bu ölçüde muhalefet konumundaki tüm güçlere ilan edilen savaşın gerisinde işte bu var. Uzun süreli bir savaşın yalnızca bir ilk adımı olarak tanımlanan Afganistan savaşının gerisinde de bu var.” (Zor dönem zorlu görevler, Ekim, Sayı: 226, Kasım 2001)
Aynı değerlendirmenin devamında ise şu vurgular yer almaktadır:
“ABD’nin yaptığı çıkışın ya da giriştiği maceranın arzuladığı sonuçları yaratıp yaratamayacağı ayrı bir sorundur. Bölgeyi kendi etkinlik ve egemenlik sahası olarak gören Rusya ve Çin gibi dişli rakiplerin, yabancı egemenliğine ve özellikle de ABD emperyalizmine karşı duyarlı halkların ve nihayet sayısız çelişki ve çıkarın karmaşık bir yumak oluşturduğu bir bölgede yapılan bu çıkışın ABD için sonuçlarını çok geçmeden göreceğiz. Yaygın kanı, ABD’nin burada bir batağa gömüleceği ve sonuçta kaybedeceği yönündedir. Daha şimdiden birçok belirti de bu kanıyı doğruluyor. Bir bölgeye hâkim olmak ve oraya kendi çıkar ve arzularına göre şekil vermek, modern savaş makinasıyla onu uzaktan tahrip etmek kadar kolay değildir.”
Aradan geçen zaman dilimi komünistlerin yirmi yıl önce yaptıkları bu değerlendirmeyi doğrulamış bulunuyor. Zira, ABD emperyalizmi yirmi yıldır Afganistan batağında çırpınıyor ve çıkış yolu arıyor. Obama döneminde de çekilme planları yapan ABD emperyalizmi, ne saplandığı bataktan kolay kolay sıyrılabildi ne de aradan geçen yıllara rağmen Afganistan’da istediği sonuçları yaratabildi. Ülkeyi savaş makinasıyla yıkıma uğratmasına rağmen geriye kendi emperyalist planlarını hayata geçirebilecek bir dayanak dahi bırakamadı. Son yaşanan gelişmeler bu olguyu açıkça ortaya koymaktadır. Yüz milyarlarca dolarlık harcamalara rağmen işbirlikçi hükümetin ve silahlı kuvvetlerin beklenmedik bir hızla çözülmesi bunun en çarpıcı kanıtıdır.
Gelinen yerde Taliban gericiliği ülke yönetimini tekrar ele geçirmiş bulunuyor. Şimdilerde AB, ABD, Rusya ve Çin gibi emperyalist güçler Taliban ile nasıl bir ilişkileniş içerisine gireceklerini masaya yatırmış durumdalar. Tersinden, Taliban da emperyalist dünya ile bağ kurma arayışı içerisinde olduğunu her vesileyle dile getiriyor.
Bu durum, ülke zenginliklerini yağmalamanın yanı sıra, Avrasya’nın egemenliği bağlamında Afganistan’ın jeo-stratejik konumunu kendi lehine değerlendirme hesabını yapan emperyalistler arasındaki mücadelenin yeni görünümler üzerinden süreceğini ortaya koyuyor. Bu çerçevede çeşitli senaryolar yazılıyor. Ancak olayların nasıl bir seyir izleyeceğini şimdiden kestirmek mümkün değil. Zira, savaşın ardından daha büyük bir kaos ve belirsizlikler içerisine sürüklenmiş bulunan, her cephede istikrarsızlığı derinleşen, öngörülemez bir ülke haline getirilmiş bulunan bir Afganistan gerçeği ile karşı karşıyayız.
Afganistan gerçeği ve anti-emperyalizm
Öncesi bir yana, Afganistan’da yaşanan son gelişmeler emperyalizm gerçeğine bir kez daha ayna tutmuştur. Emperyalistlerin halkların çıkarları ve özgürlükleri ile ilgilenmedikleri, giriştikleri her macerada kendi sefil çıkarlarını ve egemenliklerini esas aldıkları, “özgürlük ve demokrasi” götürme yalanlarıyla işgal ettikleri ülkelere acı, yıkım ve ölümden başka bir şey bırakmadıkları gerçeği, ortaçağ artığı Taliban’ın tekrar bölge halklarının başına musallat edilmesiyle, bir kez daha tüm çıplaklığı ile gözler önüne serilmiştir.
Bu açık tabloya rağmen, Perinçekçi dalkavuklar ve iktidar yandaşı kimi kişi ve kurumlar Taliban’ı “anti-emperyalist” bir güçmüş gibi göstererek toplumun bilincini dumura uğratmaya, kendi gerici ideolojilerine alan açmaya çalışıyorlar. Kimileri ise, Afganistan gerçeğini ters yüz ederek, ortaya çıkan yıkım ve kaosun baş sorumlularını, yani ABD’yi ve batılı güçleri halkların hala tek umudu olarak gösteriyor, emperyalistleri göreve çağırıyorlar.
Bu karanlık ve kirli atmosferde emperyalizm gerçeğini devrimci bakış açısıyla ortaya koymak; işçi sınıfı, emekçiler ve ezilen halklar içerisinde anti emperyalist-anti kapitalist bilinci ve mücadeleyi her adımda geliştirip güçlendirmek büyük bir önem taşıyor. Zira bütün bir dünyayı tehdit eden, bunalımları derinleştikçe savaşı, saldırganlığı ve militarizmi tırmandıran, Afganistan’da olduğu gibi girdiği her ülkeyi yakıp yıkan emperyalist haydutları durdurabilmenin tek yolu, işçi sınıfının, emekçilerin ve ezilen halkların devrimci anti-emperyalist mücadeleyi yükseltebilmelerinden geçiyor.
İşçi sınıfının, emekçilerin ve ezilen halkların birleşik devrimci direnişini örgütlemenin önemi sadece dönemsel gelişmelere müdahale etme sorumluluğu ile sınırlandırılamaz. Çünkü gündelik mücadeleler içerisinde sınıf ve halk hareketlerini devrimci bir eksende geliştirmek, tarihsel hareketi ileri taşımak bağlamında da kritik bir yerde durmaktadır. Bu başarılamadığında, sadece güncel gelişmelere devrimci temellerde müdahale etmenin imkanlarından yoksun kalınmayacak, dönemin sunacağı devrimci imkanlar da gereğince değerlendirilemeyecektir:
“Kapitalizm bunalımlarla birlikte savaşlar ve devrimler üretiyor, geride kalan tarihi dönemin açıklıkla kanıtladığı katı gerçek budur. Şimdi yine günden güne şiddetlenen bir bunalımlar ve kendini bugünden bölgesel çapta gösteren savaşlar dönemi içindeyiz. Biriken muazzam sorunlar ve keskinleşen sınıf çelişkileri devrimler için de toprağı gitgide daha çok mayalıyor. Bu durumda, burjuva gericiliğinin devrimin olanaklarını boğmaya yönelik karşı-devrimci hamlelerini boşa çıkarmak ve insanlığı yeni bir büyük emperyalist savaşın telafisi zor yıkımından korumak, işçi sınıfı ve ezilen halkların, gelmekte olan yeni devrimler döneminin olanaklarını ne ölçüde değerlendirebileceğine sıkı sıkıya bağlı olacaktır.” (TKİP VI. Kongre Bildirgesi)