Emperyalist peri masal: Afgan kadınların "kurtuluşu"

Kurtuluşun ve özgürlüğün tek yolu kadınlara kölece yaşamı dayatan, ortaçağ karanlığının temsilcisi olan gerici-cihatçı güruhun, savaş ağalarının, feodal beylerin, kabile ve din liderlerin sultasına, onların düzenine ve gerisindeki emperyalizme karşı laik, demokratik ve devrimci bir program altında mücadele etmektir.

  • Kızıl Bayrak yazıları
  • |
  • Kadın
  • |
  • 06 Eylül 2021
  • 08:00

ABD ve etrafında kenetlenen emperyalist NATO güçleri, Afganistan’ı işgal ettiklerinde, sayısız yalanın yanı sıra öncelikle “kadın hakları”nı ve “kadını özgürleştireceklerini” gündeme getirmişlerdi. Kadınların yaşadığı cehennemi ekranlara taşıyarak, Afgan kadınlarının Taliban’ın acımasız rejiminden kurtarılması gerektiğini tekrarlayıp duruyorlardı. 1996’dan 2001 yılına kadar süren Taliban rejimi altında Afgan nüfusunun büyük bir kısmı dehşet altındaydı. Özellikle de kadınlara yönelik vahşet ürkütücüydü. Bu somut gerçek üzerinden yalana dayalı propagandayla emperyalist işgal meşrulaştırılmak isteniyordu. Sahtekarca yapılan bu aldatıcı propagandaya göre, Taliban ezilecek, ülke demokrasiye kavuşacak, Afgan kadınları da özgürleşecekti. Ancak Afganistan’daki dehşet tablosu işgal boyunca neredeyse hiç değişmedi.

Afganistan’da kadınların ezilip kölece koşullara mahkum edilmesi, tarihsel bir kesit dışta tutulursa Taliban öncesi de temel bir gerçekti. Ancak Taliban’la birlikte bu durum daha da ağırlaştı. İşgal altında kısmi değişiklikler dışında, Taliban yönetimi döneminde olduğu kadar vahşice olmasa da işgal boyunca da pek çok açıdan kadın haklarının izine rastlanmadı. Bunun gerisinde, sayısız faktörün yanı sıra aynı zamanda işgalci emperyalist güçlerin 2001’de müttefik oldukları savaş ağalarının, feodal beylerin, kabilelerin ve dini liderlerin de kadın haklarına Taliban kadar düşman oluşları vardır. Ayrıca emperyalist saldırı ve işgalin hiçbir zaman kadınların kurtuluşu ile uzaktan yakından ilgisi olmadı. Zaten bu, emperyalistlerin umurunda da değildi. Afgan kadınlarının içinde bulunduğu durum ve demokrasi palavrası, daha başından beri ABD’nin yıkıcı savaşı için sadece kullanışlı bir bahaneydi. Nitekim Almanya Dışişleri Kurulu Başkanı Norbert Röttgen bu gerçeği tüm emperyalistler adına, “Kimse Afganistan’a demokrasiyi getirmeyi hedeflemedi, söz konusu olan kendi çıkarlarımızdı” sözleriyle özetledi.

Ülkenin işgal edilmesinin baş mimarı olan ABD Eski Başkanı George W. Bush, işgalden 20 yıl sonra Amerika’nın geri çekilmesiyle birlikte Afgan kadınlarının ve kız çocuklarının “akıl almaz bir acı çekecekler”ini buyuruyor. Bush’un bu yüzsüzlüğünü bu sıralar tüm emperyalistler ve işbirlikçileri de dillendiriyorlar. Sanki Afgan kadınları ve kız çocukları işgal döneminde acı çekmiyor, başlarına bomba yağmıyor, onbinlercesi katledilmiyordu. ABD ve NATO, Sovyetler’e karşı kurdukları, besleyip büyüttükleri İslamcı çetelerle kol kolayken, kadınların yaşadığı vahşeti ağızlarına almıyor, Afganlı bir kadının ifadesiyle sanki “11 Eylül 2001’den önce, biz kadınlar yokmuş gibi” davranıyorlardı. Afganlı kadınlar işgalden önce de 20 yıllık işgal sırasında da cinsiyete dayalı özel şiddet türleriyle yüzleşmek ve bunlarla baş etmek zorunda kaldılar. Emperyalist işgalin kadınları “özgürleştirme”si bir yana, işgal süresi boyunca olduğu gibi işgalin sonuçlarından da en çok kadınlar ve kız çocukları acı çektiler. Zira her savaş ve işgal, toplumsal konumları nedeniyle özellikle kadın ve kız çocuklarının maruz kaldıkları toplumsal yaşamın vahşileşmesine yol açmaktadır.

Emperyalist şeflerce, sözde demokratik bir devletin inşasının ilk temellerinin atıldığı ve kadınlara kısmi haklar tanındığından hareketle bir dönüm noktası kabul edilen 26 Ocak 2004 Afgan anayasası da kadının durumunu değiştirmedi. Afganistan kadınlar ve kızlar için dünyanın en tehlikeli yerlerinden biri olma konumunu işgal süresince de korudu. Kadınların ve kızların yüzde 60’ının zorla evlendirilmesi, hatta sekiz yaşındaki kız çocuklarının yaşlı erkeklerle evlenmeye zorlanması, kadınlara ve kız çocuklarına yönelik aile içi şiddetin, cinsel taciz ve tecavüzlerin, namus cinayetlerinin yaygınca yaşanması, buna paralel olarak yüzlerce kadının bu koşullardan kurtulmak için kendini yakarak intihar  etmeye devam etmesi, kadınları “özgürleştirmeye” giden işgalci NATO güçlerinin varlığı boyunca yaşandı. Birleşmiş Milletler Kadına Yönelik Şiddet Özel Temsilcisi, Afganistan’a yaptığı bir geziden sonra hazırladığı raporunda şunları söylemişti: “Kadınların durumu dramatik olmaya devam ediyor ve onlara karşı şiddet her yere yayılıyor.”

Yargı, hukuk ve bürokrasi alanında da kadınların hayatta kalması tehdit altındaydı. Acı gerçek, BM Yargısız ve Keyfi İnfazlar ile Açık İnfazlar Özel Temsilcisi’nin raporunda şöyle dile getiriliyor: “Ceza adalet sistemindeki sorunlar kadınlar için katlanarak artıyor. Kadınlara evde istismara maruz kaldıklarında veya hayatlarından endişe duyduklarında kime şikayette bulunabilecekleri sorulduğunda, birçoğu için şikayette bulunmak için evden çıkmanın bile zor olduğunu söylediler. Polise şikayette bulunmaları halinde Afgan Ulusal Polisinin (ANP) herhangi bir işlem yapacağına inanmadılar. Sadece daha fazla cezalandırılacaklarını ya da kaçtıkları için hapse atılacaklarını hissettiler. Kısacası, öldürülme riskiyle karşı karşıya olan çok sayıda kadının gidecek hiçbir yeri yok.” NATO işgalinin sözde “kurtaracağı”, “özgürleştireceği” ve dolayısıyla NATO birliklerinin “güvencesi altına alınacak” kadınların işgal altındaki durumu özet olarak buydu.

Kadın hakları alanında gelişmelerin yaşandığı dönemler

Öncesi bir yana, kadın hakları alanındaki önemli değişimler 1960’ların başından itibaren oldu. Afgan kadınlarının 1960’larda başlattığı eşitlik mücadelesi güç kazandı. O dönemin toplumsal çalkantısı özellikle kentli gençliğini etkilemiş ve güçlü bir laik öğrenci ve kadın hareketi ortaya çıkmıştı. Sosyalist ve komünist örgütler kuruluyor ve sol partiler demokratik dönüşüm için etkin rol oynamaya çalışıyorlardı. Kadınlar, 1964’te onaylanan Afganistan’ın ilk kapsamlı anayasasının taslağını hazırlayanlar arasında bulunuyordu. Bu anayasa kadın ve erkeklerin eşit haklara sahip olduğunu kabul ediyor ve kadına seçilme hakkı tanıyordu. Şehirlerde kadınlar başörtüsüz gezebiliyor ve kamu alanlarında çalışabiliyorlardı. Bu haklardan şehirlerin dışındaki kadınların çoğunluğu yararlanamasa da bu, Afganistan’da da önemli bir ilerleme dönemiydi.

1970’lerin ve 1980’lerin Sovyet destekli yönetimi altında, kadın hakları alanında daha çok ilerleme sağlandı. 1979-1989 yılları arasında Afganistan’da kadınlar için eşi görülmemiş bir gelişme dönemi yaratıldı. Sovyet yanlısı laik-ilerici hükümet, toplumsal cinsiyet eşitliğini ve kadın haklarını kırsal kesimdeki kadınlara ve kız çocuklarına da uygulamaya çalıştı. Sovyetler Birliği’nin çoğunlukla çarpıtılmış politikası hakkında ileri sürülen birçok şeyin aksine, Afgan hükümetinin çağrısı ve isteğiyle orada bulunan ve laik-ilerici hükümeti destekleyen Kızıl Ordu dönemi, Afgan kadınları için büyük adımları ifade eden bir ilerleme dönemiydi. Genç Sovyetler Birliği yüzyılın başında da Afganistan’a dair ilerici rol oynamıştı. Devrimci Sovyet iktidarı Afganistan’ın bağımsızlığını tanımış ve 1920’lerden itibaren ilk altyapı projelerini kurmasında ülkeyi desteklemişti. Takip eden yıllarda binlerce genç Afgan, Sovyet üniversitelerinde eğitim almıştı.

Kadınlar yeniden kafese kapatılıyor

20 yıllık işgalin ve “teröre karşı mücadele” safsatasının ardından Afganistan’daki bilanço her açıdan dehşet verici. Taliban’ın iktidara gelişi, kukla hükümetin utanç verici kaçışı ve Batı’nın bozgunu, Afganistan’daki durumu daha da kötüleştirdi. Ülke dolu dizgin bir felakete sürükleniyor. BM Genel Sekreteri António Guterres, “ülkede kötüleşen insani ve ekonomik krizden büyük endişe” duyuyor. “Artık Afgan çocukların, kadınların ve erkeklerin uluslararası toplumun desteğine ve dayanışmasına her zamankinden daha fazla ihtiyacı var” diyor. Zira insanlar neredeyse her şeyden yoksun bulunuyor ve korkunç bir yoksulluk ve sefaletin pençesinde kıvranıyorlar. Neredeyse yarısı yoksulluk sınırının altında yaşayan kadınlar ise cehennem koşulları içinde bulunuyor.

Taliban, uluslararası alanda meşruiyet kazanma kaygısıyla da olsa kadın haklarına yönelik ılımlı mesajlar verirken, Taliban’ın üst düzey liderlerinden Waheedullah Haşimi, basına verdiği demeçte, Afganistan’da demokrasi olmayacağını ve sadece şeriat kanunlarının uygulanacağını açıkladı. Şeriat kurallarına uydukları ve örtündükleri takdirde kadınlara “saygı gösterileceğini” belirtti ve demokrasinin olmayacağını vurguladı. Taliban sözcüsü Zabihullah Mücahid ise “Bizim kadınlarımız Müslümandır. Onlar da şeriat çerçevesinde yaşamaktan mutlu olacaklardır.” diyor. Tüm bunlar Taliban’ın kimliğiyle birlikte düşünüldüğünde, kadınlar başta olmak üzere Afgan halkını karanlık bir geleceğin beklediği kesindir. Emperyalistler ve işbirlikçileri ise kadın hakları ve özgürlükleri üzerine ettikleri ikiyüzlüce lafları unutacak ve kadınlara cehennemi dayatacak Taliban’ı tanımak, onunla iş tutmak durumunda kalacaklardır.

Kurtuluşun ve özgürlüğün tek yolu kadınlara kölece yaşamı dayatan, ortaçağ karanlığının temsilcisi olan gerici-cihatçı güruhun, savaş ağalarının, feodal beylerin, kabile ve din liderlerin sultasına, onların düzenine ve gerisindeki emperyalizme karşı laik, demokratik ve devrimci bir program altında mücadele etmektir.