Az zamanda uz giden Taliban bahislerinde batanlar çok oldu. Kabil’i ele geçirdiğinden beri Taliban’ın Diyubendî, Hanefi hatta sufî köklerine sarıldılar. Büyük bir gayretle! Afganistan’la meşgul ve sınırlı yani ulusal, yani en safından Afganî olduğu tespitlerine bel bağladılar. Bu sayede Taliban için ılımlı, makul, istikrarın garantörü bir çerçeve çaktılar.
Taliban geçici hükümetini açıklayınca bu iyimserlik balonu elde patladı. Şimdi ‘ulusal uzlaşı’ sözünden bin fersah uzakta bir kabine için ‘geçici olması’ temennisiyle yutkunanları görüyoruz. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ve Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu bunların başında. Bu yutkunmanın altında bir de Kabil’den dönen hesaplar var. ABD’nin talebi doğrultusunda Türk askerini Kabil’de tutup havaalanını koruma misyonu çöpe gittikten sonra bu sefer işler hale getirmek için Katar’la birlikte el attıkları havaalanını işletme, Suriye’den milis devşiren özel bir güvenlik şirketini araya sokma ve tabii ki kallavi bir gelir kapısı açma beklentisine yatıldı. Bir şey daha var da dilimiz demeye varmıyor. Bunlar da karşılık bulmadı. Erdoğan da baş diplomatı da iki gündür ‘buruk’ konuşuyor. Taliban iktidarını tanımak için şartlara bakacaklarmış!
Erdoğan’ın “dinsel açıdan aralarında bir fark olmadığını” söyleyecek kadar kendisini özdeşleştirdiği Talibanî kardeşleri nezdindeki kredisinin nakıs olduğu bir kez daha görüldü. Gerçi başından beri öyleydi. Yani işgal güçlerinin bir parçası olarak Afganistan’da asker bulundurmanın getirdiği hoşnutsuzluğun izalesi için küçük bir politika değişikliği belki iş görürdü. O da ABD’nin gündeminden çıkmaktı, Kabil’de kalmak için ısrar etmemekti. Düşünün El Kaide ve bilumum radikal örgütle ilişkisi veya vaat ettiği karanlık dünya nedeniyle sorgulanmayı hak eden bir hareket iktidar olma sürecinde. Uluslararası meşruiyet, tanınma ve destek arıyor. Ama çok ihtiyaç duyduğu Türkiye ile ilişkilere sıra gelince şapadanak diyor ki; “Aramızdaki güven tam olmalı." Herkese “Sen kimsin yaa” diyen Erdoğan susuyor. Taliban için yollara gül suyu dökerken dünya alemin de dikkatini çektiler. Taliban, kendisine kefil olanları da Hindukuş’un ayazında bırakan bir kadroyla huzura çıkıyor.
***
Taliban ulusal uzlaşı hükümeti için Abdullah Abdullah, Hamid Karzai ve Gulbettin Hikmetyar gibi isimlerin olduğu heyetle müzakereler yaparken kendi özünden “Haza Taliban” diyebileceğimiz bir kabine çıkardı. Bir kabine açıklandığında bakanların eğitimine, tecrübesine, bağlantılarına odaklanırız. Merakla. Taliban’ın kabinesini kazınca muzaffer bir hareketin kimseye tenezzülünün olmadığını anlatan özellikler çıkıyor:
- Taliban lideri Molla Heybetullah Akhundzade en tepede ‘emir’ olarak duruyor. Afganistan İslam Emirliği’nin yüksek dini lideri.
- Geçici hükümetin başbakanı Molla Muhammed Hasan Akhund. 2001’den beri BM'nin yaptırım listesinde. Kandahar ekibinden. Örgütün kurucularından. Kararların çıktığı Ketta (Pakistan) merkezli Rehber Şurası'nın başkanı. Amerikalıların tarifiyle “Taliban’ın en etkili komutanlarından biri”. 1996-2001 yıllarında, dışişleri bakanı ve başbakan yardımcısıydı. Bamyan’daki Buda heykellerinin dinamitlenmesinde onun onayı vardı. Hükümetin en büyük iddiası; Afganistan’ı yeniden inşasında Çin’le büyük bir ortaklık kurulacak. Heykelin diyeti ya da coğrafyanın kaderi!
- İçişleri Bakanı Siraceddin Hakkani. FBI’ın başına 5 milyon dolar ödül koyduğu isim. Hala arananlar listesinde. El Kaide ile sıkı bağları olan Hakkani Ağı'nın lideri. Taliban lideri Akhundzade’nin de yardımcısı. Mücahitler kuşağının önde gelen ismi Celaleddin Hakkani'nin oğlu. Hakkani Ağı, Taliban’ın bileşenlerinden biri ve ABD’nin 'terör örgütleri' listesinde. Kabinede Hakkanilerden üç kişi daha var: Abdul Hakkani, Necibullah Hakkani ve Halil Hakkani.
- Savunma Bakanı Molla Muhammed Yakup. Taliban'ın kurucu lideri Molla Ömer'in oğlu. Akhundzade'nin de yardımcısı. Taliban'ın askeri operasyonlarından sorumluydu.
- Dışişleri Bakanı Amir Han Muttaki. Önceki Taliban yönetiminde kültür ve eğitim bakanıydı. Doha’daki görüşmelere liderlik eden Şer Muhammed Abbas Stanekzey de dışişleri bakan yardımcısı oldu.
- Bu sürecin takipçilerinin başbakan gözüyle baktıkları Molla Abdulgani Berader başbakan yardımcısı oldu. Kurucu kadrodaki diğer isimler gibi ABD-Pakistan-Suudi Arabistan üçlemesinin ürünü mücahitler kuşağından. ABD’nin devreye girmesiyle Pakistan’da tutulduğu hapisten çıkarılmış, Taliban’ın 'ılımlı yüzü' diye vitrine konulmuş, Doha’daki müzakere katılmış ve bir Amerikan başkanıyla telefonda konuşan ilk Taliban lideri olmuştu. (Bu şanslı Başkan Donald Trump oluyor.) Molla Ömer zamanında örgütün iki numaralı ismiydi.
- ABD’nin Guantanamo üssünde esir tuttuğu dört isim de kabinede: Kültür ve Enformasyon Bakanı Molla Hayrullah Hayırhah, Sınırlar ve Aşiret İşleri Bakanı Molla Nurullah Nuri, Savunma Bakan Yardımcısı Muhammed Fadıl ve İstihbarat Şefi Abdulhak Vasık.
- Adalet Bakanı Abdulhakim Şari de uzun süre Suudi Arabistan’da hapis yatmış bir isim.
Hepsi erkek. Taliban bir kadın bakana yer vermeyeceğini zaten duyurmuştu. Etnik dağılım da bir Peştunistan haritası sunuyor. Eğer gazetecilerin tuttuğu çetele doğruysa bir Özbek ve iki Tacik üye dışında Peştunlardan oluşan 33 kişilik bir kabine. Peştunlar nüfusun yüzde 42’sini oluşturuyor.
Tamamen Taliban üyelerinden oluşan bir kabine içeriye ve dışarıya “Taliban Taliban’dır” diyor.
Dahası amentüsünü yinelercesine Akhundzade hükümetin ilanından hemen sonra bir açıklama yayımladı. Bütün Afganlara ülkede şeriat yasasının uygulanacağı konusunda çok çalışacakları teminatını verdi. Açıklamaya göre İslam’la çelişmeyen uluslararası ve ikili anlaşmalara sadık kalınacak. Devlete ve hayata dair bütün meseleler İslam’a göre düzenlenecek.
Bunun kadınlara nasıl yansıyacağını özel üniversitelere gönderilen kılık kıyafet genelgesi ortaya koydu: “Kadınlar saç, beden ve yüzün çoğunu kapatacak şekilde abaya ve nikap giyecek. Giysiler siyah olacak. Elleri kapatan eldiven giyilecek.”
Nokta.
***
Taliban 15 Ağustos’tan beri pragmatik yüzüyle dünyayı oyaladı. Yabancı güçlerin çekilmesinden bir hafta sonra “Geçmişin hataları tekrarlanmayacak” sözüne prim veren dostlarını ‘sözsüz’ bıraktı. Neden sonra yaptı bunu?
Pençşir’in direnişin yeniden merkezi haline getirme girişimleri komşular ve uzak aktörlerden yüz görmeyince rahatladı. Pakistan’ın SİHA ve teknik desteğiyle bayrağını vadinin göbeğine dikti. Perçşir’in “yavru aslanı” Ahmet Mesud’a “Fransız ve İsrail gizli servislerinin emrinde bir fitneci ve ajan”, eski Cumhurbaşkanı Yardımcısı Emrullah Salih’e da “CIA casusu” diyerek sözde direniş liderlerini itibarsızlaştırdı. Ardından “Ilımlılaşmaya ne hacet” dercesine özüne uygun tercihlerini sıraladı.
Belki şundan da bahsetmeli: Taliban gibi bir örgütün yüzleştiği açmazlar var. Ya uluslararası destek için olduğundan farklı bir çizgi izleyecek ve kendini var eden öze sırtını dönecek. Ya da kendini var eden faktörleri korumak için uluslararası alanla çatışacak. Şimdilik Taliban’ın özünü yansıtan bu geçici hükümet varlık sebebine olan bağlılığını teyit ediyor. Ve ‘müminlerin emiri’ sıfatını kullanan Akhundzade’nin itibarını koruyor.
Bu tercihteki rahatlıkta uluslararası alandan çok büyük tepki görmeyeceği öngörüsü de yatıyor olabilir. Nitekim pek çok ülkenin dış politika kararlarında kıble olarak baktığı Washington’ın ilk tepkisi, isimlere değil icraata göre karar verecekleri yönünde oldu. O vakit Taliban için radikal bir vitrin nedeniyle telaşlanmaya gerek yok. Bir de Amerikalıların ilişkiler için “Afganların ülkeden ayrılmasını engellenmeme” koşulu var. Tam bir aymazlık. Taliban’la anlaşmış ve el sıkışmış bir küresel devin akıl oyunları.
***
Şimdi ulusal uzlaşı pazarlığı sürecek mi, kalıcı bir kabine çıkacak mı, olacaksa Peştunlar dışında etnik gruplar ve Taliban dışı politik aktörler yer alacak mı? Bunu kestirmek zor ama bir şeyin altını çizmekte yarar var: Hariçten işgüzarların gömlek değiştirme çabasına rağmen Taliban kendi içinde tutarlı davranıyor. Taliban’dan “Takım elbiseli şirin Taliban” çıkarma çabası önemli ölçüde Afganistan’ın geleceğinde olmak için can atan ve bunun için zemini yumuşatmaya çalışan aktörlerin gayretkeşliği. Taliban liderliği, ABD ile Doha’da imzaladıkları anlaşmadan 5 gün sonra yani 5 Mart 2020’da bir fetva yayımlamıştı. Fetvada anlaşmadan sonra da Akhundzade’nin “emir” sıfatını koruduğu, işgal sona erdikten sonra şeriat hakim oluncaya kadar silahlı cihadın devam edeceği belirtiliyordu.
Şimdilik sokağa dökülen cesur kadınları bastırmak için havaya ateş açıp kırbaçlıyorlar.
Nihayetinde birkaç hafta uluslararası ilişkileri satın almaya dönük bir tiyatroyu izledik. Ama Taliban’ın özü de sözü de bu. Bunda şeriatın katı yorumunun dışında evrensel insan haklarına, kadın haklarına, temel hak ve hürriyetlere, demokratik değerlere bir milim yer yok.
***
Tekrar Ankara havasına dönersek; Çavuşoğlu, Taliban'ı tanıma konusunda "Şartlara ve gelişmelere göre hareket edeceğiz" diyor. Devlet aklıyla en başından söylenmesi gereken şeydi. Hatta devlet aklı az konuşup çok susup açık vermemeyi de gerektirirdi. Ne devlet baki ne akıl. Hal bu iken Kabil havaalanında Katar-Türkiye ikilisinin öne çıkmasından hareketle Türk diplomasisinin yeni bir bahar havasına girdiği, “Taliban’ın kelebek etkisi yarattığı”, bu nedenle Ankara’nın Araplarla normalleşme sürecinin hızlı ilerleyeceği yönünde çıkarımlar yapıldığını da gördük. Kelebek etkisi mi yoksa afyon etkisi mi? Vaziyet kendini yeterince belli etmiyor mu?
Gazete Duvar / 09.09.21