11 Eylül saldırısının ardında ABD’nin “uluslararası terörizme karşı mücadele” yalanıyla başlattığı savaşlar serisinin ilk hedefi Afganistan olmuştu. Yoksulluk ve perişanlık içindeki bu ülkeye, füze ve bombalar eşliğinde “özgürlük ve demokrasi” götürülecekti. Ne var ki 20 yıllık bir işgalin sonucu olarak büyük bir insani ve maddi yıkım yaşanmakla kalmadı, aynı zamanda ortaçağ artığı Taliban ülkeye tamamen hakim oldu. ABD ve Batı dünyası, Taliban’ın şaşırtıcı bir hız ve kolaylıkla iktidara gelişini ve elbette ki kendi yenilgilerini gözlerini ovuşturarak, şaşkınlıkla izliyor gibi. Önde gelen ABD ve Batı medyası, politikacılar ve partiler askerlerinin “boşuna ölüp ölmediğine” ilişkin endişeli ve can sıkıcı soruları tekrarlayıp duruyorlar. “ABD ve Batı’nın Afganistan’daki başarısızlığı”na koro halinde ağıtlar yakıyorlar.
Ortaya çıkan fiyasko-yenilgi karşısında, ABD ve ortakları suçu Afgan halkına ve hükümetine mal ederken Taliban’dan “uzlaşma” talep ediyorlar. Kendi halkına Taliban’nın değiştiğini yutturmaya çalışıyorlar. Taliban’ın eskisinden daha ılımlı ve duyarlı olduğu, anlaşmalara uyacağı ise emperyalistlerin şimdiki en büyük tesellisi görünüyor.
Yanı sıra Afganistan’daki gelişmelerden hareketle Vietnam’la tarihsel paralellikler kurmak gibi yaklaşımlar da gündeme gelmiş bulunuyor. ABD ve NATO güçlerinin yenilgisi, Taliban’ın zaferi, yanı sıra Kabil havalimanına binlerce kişinin akın etmesi ve kalkış sırasında bir ABD uçağına insanların çaresizce sarıldığı video görüntülerinden de hareketle Vietnam’la tarihsel paralellikler kuruluyor. Afganistan’ın Vietnam’a dönüştüğü ileri sürülüyor.
ABD birliklerinin Afganistan’dan çekilmesi devam ediyorken ABD başkanı Joe Biden da Vietnam sendromu yaşamış olmalı ki, yakın zamana kadar Kabil’in ikinci bir Saygon olmayacağına dair güvence vermişti. Ancak Kabil havaalanındaki çaresiz insanların görüntüleri, kalkmakta olan uçağa asılmaları ve ölümleri, Vietkong’un (Vietnam Ulusal Kurtuluş Cephesi) Nisan 1975’te Güney Vietnam’ın başkentine girmesiyle patlak veren panik ve kaosu tam olarak yansıtıyordu. Kimi analist ve stratejistler, “Vietnam’da olduğu gibi Afganistan’da da siyasi bir soruna askeri çözümün başarısızlığı”nı tartışıyorlar. Dünyanın en güçlü askeri ittifakı olan NATO’ya rağmen tarihin bir trajedi olarak tekerrürden ibaret olduğunu yeniden konuşuyorlar.
Şu anda Ho Chi Minh Şehri olan kentin o zamanlarda düşmesinden birkaç hafta önce, ABD hükümeti Kongre’den Güney Vietnam için daha fazla askeri yardım istedi. O sırada yeni bir senatör olan Joe Biden, Başkan Gerald Ford’a Vietnam’daki durumun umutsuz olduğunu söylüyordu. ABD, on yıllık savaşın ardından mümkün olan en kısa sürede geri çekilmek zorunda kalacaktı. O zaman Vietkong, bugünkü Taliban gibi ABD’nin beklediğinden çok daha hızlı ilerlemişti. Ve yozlaşmış Güney Vietnam kukla hükümeti Kabil’deki gibi teslim oldu. ABD vatandaşlarının ve 100 bini aşkın Vietnamlının tahliyesi şimdiki gibi dramatik olmuştu. Yaklaşık yarım yüzyıl sonra, onbinlerce-yüzbinlerce kişi Afganistan’dan kaçmanın bir yolunu arıyor. Ve o zamanlar olduğu gibi şimdi de ABD ve müttefiklerinin işgali altında, Afgan halkı katliamlardan geçirildi ve yerlerinden edildi.
ABD birlikleri Vietnam’dan çekildikten sonra o zamanlar 33 yaşındaki genç Joe Biden Seattle Daily Times’a şunları söylemişti: “Bana öyle geliyor ki yurtdışındaki pervasız askeri operasyonlar hakkında önemli bir ders aldık.” 2002’de senatör olan aynı Biden, Irak’ın işgaline oy verdi. Ayrıca, Barack Obama’nın başkan yardımcısı olarak Afganistan’daki misyonun genişletilmesini savundu. Şimdi Afganistan’da dehşetle biten ve Taliban’ın iktidara gelmesiyle sonuçlanan savaşın yıkımını Afgan halkına fatura etmek ve Afgan ordusunu suçlamakla meşgul.
Afganistan’da yaşanan trajedi ve iflasa ilişkin olarak birçok çevreden şiddetli tepkiler yükseliyor. Uzmanlar, Kore, Vietnam, Irak, Latin Amerika, Orta Doğu ve Afrika’daki başarısız müdahaleleri tartışıyor ve ABD’nin yenilmezlik düşüncesinin aldığı darbeye hayıflanıyorlar. Nitekim, ABD emperyalizmi payına durumun ağır olduğu, “demokrasi ve özgürlük götürdüğü” her yerde işlerin içinden daha da çıkılmaz bir hal aldığı ve batağa saplandığı yeniden görülmüş oldu. Zira başta ABD olmak üzere bütün Batılı emperyalistler iddia ettiklerinin aksine, gittikleri yere egemenlik ve kölelik götürüyor, ülkeleri içinden çıkılamaz cehenneme çeviriyorlar.
Tanınmış Afgan kadın hakları aktivisti ve eski parlamenter Malali Cuya, bu gerçeği İngiliz internet gazetesinde, The Independent’ta şu çarpıcı ifadelerle dile getiriyor: “Tarih gösteriyor ki hiçbir ulus başka bir ulusa özgürlük getiremez, Afganistan’a kendi çıkarları için geldiler. Siz, 19. ve 20. yüzyılın başlarında Afganistan’ı işgal eden İngilizlersiniz. Ya da 1980’lerde müdahale eden Sovyetler...” Cuya, son yirmi yılda Afganistan’daki kadınların ve sivil toplumun üç düşmanı olduğunu söylüyor: Taliban, zaman zaman hükümet kılığına giren savaş ağaları ve ABD işgali.
Vietnam’la kurulan temelsiz paralellik
Afganistan üzerinden Vietnam hatırlanıyor ve ABD’nin tasını tarağını toplayıp gitmek zorunda kalmasından hareketle kuşaklar boyunca devam eden ve onurunu komünistlerin taşıdığı unutulmayan o görkemli Vietnam direnişi üzerinden ABD ve Batılı emperyalistlerin yediği tokat yeniden gündeme geliyor. Evet, ABD ve ortakları Afganistan’da da yenildi. Afganistan’da da ABD ve Batılı ortaklarının elçilikleri, askeri tercümanlar, muhbirler vb. uçaklara asılarak kaçmaya çalıştılar. Tıpkı Vietnam’da olduğu gibi hareket eden helikopterlere asılarak kaçmaya çalışan asker ve sivil Amerikalıların yanı sıra ABD’ye uşaklık eden Vietnamlılar gibi…
Elbette daha “Vietnam sendromu” aşılmamışken, ABD ve NATO güçleri yeniden bozguna uğramıştır. Fakat ABD emperyalizminin içine düştüğü içler acısı durum ve yenilgisi, Kabil’in tek kurşun atılmadan teslim olmasıyla Taliban’ın savaş zaferi dışında Vietnam’la herhangi bir benzerliğin kurulması söz konusu olamaz.
Çağ dışı olan ve koyu karanlığı temsil edip şeriat isteyen, topluma kölelik, cehalet ve cehennem dayatan ve böylece tarihin tekerleğini geriye çevirmek arzusu taşıyan Taliban ile, tarihin tekerleğini ileriye doğru çeviren ve toplumu aydınlığa taşımak isteyen, emekçi kitlelere insanca, onurluca yaşayabileceği eşit ve özgür bir toplum yaratmayı hedefleyen Vietnam İşçi Partisi’nin direnişi ve hedefleri iki ayrı dünyayı temsil ediyor.
Vietnam direnişinin ve zaferinin örgütleyicisi, sürükleyicisi ve önderi olan Vietnam İşçi Partisi, kendisini komünist olarak tanımlayıp Marksizm-Leninizm’i esas aldığını ve dolayısıyla sosyalizmi hedeflediğini belirtiyordu. Vietnam komünistleri bu hedef doğrultusunda unutulmayacak olan o görkemli direnişi ve zaferi kazanmıştı. Dolayısıyla da dünya halklarına ve emekçilerine büyük bir umut olmuş ve onların sempati dalgasıyla karşılaşmışlardı. Ortaçağ artığı Taliban’ın zaferi ise başta Afgan halkı olmak üzere dünya halkları tarafından korku ve panikle karşılanıyor. Taliban, dünya halklarına cehalet, kölelik ve çağ dışı bir rejimden başka bir şey hatırlatmıyor.