Afganistan'ın zengin kaynakları ve emperyalist hesaplar

Yeraltı zenginliklerini yağmalamanın yanı sıra, Avrasya'nın egemenliği bağlamında Afganistan'ın jeo-stratejik konumunu kendi lehine değerlendirmek isteyen emperyalist güçler arasındaki mücadelenin yeni biçimler kazanacağı görülüyor.

  • Kızıl Bayrak yazıları
  • |
  • Dünya
  • |
  • 27 Ağustos 2021
  • 19:02

Doğal kaynaklar açısından çok zengin olan Afganistan, devasa bir hazine barındırıyor: Lityum, bakır, alüminyum, altın, kömür, kobalt, demir, gümüş, krom, değerli taşlar, mermer vs… ABD’li askeri uzmanlar ve jeologlar 2010 tarihli bir raporda, dünyanın en fakir ülkelerinden biri olan Afganistan’ın toplam değeri üç trilyon ABD Doları olan birçok hammadde kaynağına sahip olduğunu belirtiyorlar. ABD Başkomutanı David Petraeus’un on yıl önceki ünlü ifadesiyle “Burada nefes kesici bir potansiyel var.” Afgan Madencilik Bakanı’nın danışmanı Jalil Jumriany, “Bu, Afgan ekonomisinin belkemiği olacak” derken elbette ki pek haklı, ama Afgan halkının bundan yararlanamayacağı da bir o kadar belli.

ABD ordusunun, Suudi Arabistan’da petrol fışkırdığı ve bir refah kaynağı olduğu gerçeğine atıfta bulunarak, Afganistan’ın “lityumun Suudi Arabistan’ı” olduğunu söylediği biliniyor. Afganistan’daki lityumun Bolivya’nınki (şu anda dünyanın en büyüğü) kadar bol olduğu tahmin ediliyor. Elektronik arabalarda, akıllı telefonlarda ve dizüstü bilgisayarlarda piller için kullanılan lityum, daha önce hiç olmadığı kadar talep görüyor. Küresel lityum üretimi 2015’te 32 bin 500 tondan 2018’de 95 bin tona yükseldi. Talep şu anda yılda yüzde 20 artıyor. Dünyanın lityum iyon pil üretim kapasitesinin yüzde 60’ından fazlasını ise Çin kontrol ediyor.

Afganistan’ın Doğu Logar ilindeki Aynak’ta ise en az 240 milyon ton bakır olduğundan şüpheleniliyor ve bu dünyanın en büyük zenginliğinden biri. Ayrıca yaklaşık 1,1 milyar ton demir, 20 ila 25 ton altın ve 1,6 milyar varil ham petrolün yeraltında olduğu varsayılıyor. Aslında, Afgan hammaddelerinin çıkarılması için yapılan jeolojik araştırmaların ülkenin yaklaşık yüzde 30’luk bir alanıyla ilgili olduğu, ülkenin geri kalan yüzde 70’in de halen keşfedilmediği ileri sürülüyor.

Taliban’ın hızlı ve “pürüzsüz” bir şekilde iktidarı ele geçirmesinden sonra söz konusu zengin kaynaklar Taliban’ın denetimine geçmiş oldu. Dolayısıyla ileride bu zengin kaynaklara kimin erişeceği sorusu ortaya çıkmış ve bu, temel bir önem kazanmış bulunuyor. Amerikalılar ve Avrupalılar silahlarını toplayıp gittikten sonra çeşitli ülkelerden bakanlar ve diplomatlar Afganistan’daki etkilerini genişletmek için şimdiden harekete geçtiler. Yatırımcılar ise iddiaya göre Taliban’la görüşmek için sıraya girmiş durumdalar. Zira oluşan yeni durumu, zenginlikleri sömürmek için bir fırsat olarak görüyorlar. Çin başta olmak üzere küresel ve bölgesel güçler stratejik hedeflere ulaşmak ve etkilerini genişletmek için Taliban ile iyi ilişkiler kurmak ve kazançlı hammadde anlaşmaları yapmak için çırpınıyor, müzakere trafiğini yoğunlaştırıyorlar. Onyıllardan beri süren savaşlar, işgaller ve istikrarsızlık nedeniyle dokunulamayan bu kaynaklar değerlendirilmek isteniyor. Bunun için de ülkede “huzur, barış ve istikrar” bekleniyor.

Zengin doğal kaynaklar, Çin ve Rusya

Dünyadaki tüm endüstriyel malların neredeyse yarısının üreticisi olan Çin, tüm hammaddelerde aslan payını kapmayı hedefliyor. Afganistan’daki en büyük yabancı yatırımcı olan Pekin, Hindukuş ülkesinde şimdiden verimli bir madencilik sistemi inşa etme yarışına liderlik ediyor. Avusturya Güvenlik Politikası Enstitüsü’nden Michael Tanchum, “Taliban’ın kontrolü, mineral arzının … Çin’in onlara ihtiyacı olduğu bir zamanda geliyor” diyerek, Çin’in Afganistan’da bu mineralleri çıkarmaya zaten hazır olduğunu belirtiyor. Nitekim Çin’in en büyük madencilik şirketlerinden biri olan Metallurgical Corporation of China’nın (MCC), Afgan eyaleti Logar’daki madencilik haklarını 30 yıllığına kiraladığı söyleniyor.

Bazı üst düzey Taliban yetkilileri geçen ay Tianjin’de Çin Dışişleri Bakanı Wang Yi ile bir araya gelmişlerdi. Taliban’ın kurucu ortağı olduğu iddia edilen Molla Abdul Ghani Baradar (şu anda Taliban’ın resmi olmayan ilk diplomatı) Çin’in “Afganistan’ın yeniden inşası ve ekonomik kalkınmasında daha büyük bir rol oynamasını” umduğunu söyledi. Yanı sıra Çin’in çıkarlarına karşı hareket eden güçlere ülkede asla izin vermeyeceğine dair Pekin’e güvence verdi. Çin’in tam da istediği şey budur. Taliban Kabil’i ele geçirdikten sonra, Pekin onunla “dostça ve işbirliğine dayalı ilişkiler” konusunda anlaştı ve Afgan halkının kendi kaderini bağımsız olarak belirleme hakkına saygı duyduğunu açıkladı.

Taliban’ın ne olduğu Çin hükümeti için önemli değil. Onun için önemli olan iki şey var. Biri, Çin’in 76 kilometrelik bir sınırı paylaştığı komşu ülkedeki ekonomik çıkarlardır. Öteki ise, Sincan’ın kuzeybatı bölgesindeki Müslüman nüfusun radikalleşmesini ve ayrılıkçıların Taliban kontrolündeki ülkeyi sığınak olarak kullanmasını önlemektir. Afganistan’daki yeni yöneticilerle “dostça ve işbirliğine dayalı ilişkiler” bu nedenle büyük önem taşıyor. ABD ve batılıların çekilmesi de fırsat olarak görülüyor. Çin, milyarlarca dolar yatırım yaptığı Afganistan’da öncelikle bakır madenciliği alanında faaliyet gösteriyor. Petrol ve gaz üretimi de Pekin için önemli bir başlık oluşturuyor. Ancak bunlar Afganistan topraklarındaki potansiyelle kıyaslandığında Çin’in hedeflerinin daha büyük olduğu kendiliğinden anlaşılır.

Taliban’ın iktidara gelişiyle birlikte Çin artık Afganistan’daki hammadde yataklarına erişimini genişletebileceği inancıyla davranıyor. ABD’den sonra ikinci en büyük ekonomik güç olarak, Taliban’la daha şimdiden “umut verici” maden kaynaklarına erişimi araştırıyor. Michael Tanchum, “Taliban Pekin için istikrarlı çalışma koşulları yaratabilirse, o zaman tek başına bakır verimi on milyarlarca dolar gelir üretme ve böylece ülkedeki diğer minerallerin çıkarılmasını sağlama potansiyeline sahip” diyor. Bu arada Çin, İpek Yolu projesi kapsamında Pakistan’ın enerji ve ulaşım sistemlerine ve altyapı proielerine 62 milyar dolar yatırım yapıyor. Pekin, en kısa kara ve deniz yollarıyla Orta Doğu, Avrupa ve Afrika’daki pazarlara erişimi güvence altına almak istiyor. Fakat Çin tarafından finanse edilen projeler, özellikle isyancıların direnişiyle de karşılaşıyor. Örneğin temmuz ayında Pakistan’da bir otobüse düzenlenen intihar saldırısında 9’u Çinli işçi olmak üzere 13 kişi hayatını kaybetti.

Taliban’ın Rusya’ya da heyet gönderdiği ve Rusya’nın da Taliban ile iyi ilişkiler geliştirmeye odaklandığı ortada. Rusya’nın Taliban ile ilişki geliştirme çabaları da güvenlik ve ekonomik boyut taşıyor. Zira, Orta Asya’nın egemeni olan Rusya, radikal İslamcılığın Orta Asya’da güç kazanarak yayılmasından ürküyor. Elbette ki her iki ülke için güvenlik hususları dikkate alınmakla birlikte temelde sorun, zengin doğal kaynaklara erişim sorunu ve egemenlik mücadelesidir.

Komşu ülke Pakistan, Afganistan’ın maden kaynaklarından faydalanmak arzusundaki bir diğer aktördür. Başından itibaren Taliban’a yataklık yapan ve 1996’da Afganistan’ı ele geçirmesini destekleyen İslamabad hükümeti, Taliban’la bağlarını sürdürüyor. Pakistan aynı zamanda “Yeni İpek Yolu” projesinin de ana yararlanıcılarından biri durumundadır. Michael Tanchum, DW’ye verdiği demeçte, “Pakistan’ın meşru bir çıkarı var çünkü materyaller ‘İpek Yolu’ üzerinden Pakistan’dan Çin’e taşınacak” diyor ve Taliban ile yapılacak bir anlaşmanın İslamabad’a bölgede istikrarlı bir güvenlik sistemi kurma yetkisi verebileceğini belirtiyor. Çıkarları gereği ABD, AB, Rusya, Çin, Pakistan, İran ve Türkiye şimdiden Taliban’la iş yapmak için sıraya girmiş bulunuyorlar. Çünkü hepsi de Afgan doğal kaynaklarına çapları ölçüsünde konmak istiyor.

Şimdilerde Rusya ve Çin için sorun olmayan Taliban’la ilişkilerin, AB ve ABD söz konusu olunca nasıl bir seyir izleyeceği şimdilik tartışıyor olsa da “Taliban’ın değiştiği” propagandası üzerinden Batılı emperyalistlerin de Taliban’la ilişki kuracağı ve onun düzenini tanıyacakları anlaşılıyor. Tersinden, Taliban da meşruluk kazanmak için emperyalist dünya ile bağ kurma arayışı içerisinde olduğunu her vesileyle dile getiriyor.

Yeraltı zenginliklerini yağmalamanın yanı sıra, Avrasya’nın egemenliği bağlamında Afganistan’ın jeo-stratejik konumunu kendi lehine değerlendirmek isteyen emperyalist güçler arasındaki mücadelenin yeni biçimler kazanacağı görülüyor. Bölgeyi kendi egemenlik sahası olarak gören Çin ve Rusya karşısında, ABD ve Batılı emperyalistler bölgeye ilişkin kirli emellerinden ve dolayısıyla hegemonya mücadelesinden vazgeçmeyeceklerdir. Bu durumda Afganistan ve bölge halkları, yazık ki emperyalist egemenlik ve saldırganlık kıskancında yeni yıkım ve acılar yaşamaya devam edeceklerdir.

İLİŞKİLİ HABERLER