Sağlık sektörünün tamamen çöktüğü İtalya’da giderek kontrol mekanizmasını kaybeden hükümet, olağanüstü tedbirlere ve bunun yasal düzenlemelerine hız vermiş görünüyor. Özellikle yoksul güney bölgelerinde sokağa çıkma yasakları nedeniyle insanların temel ihtiyaç maddelerine erişimi mümkün olamıyor. Anlaşıldığı kadarıyla devletin bunu örgütleyebilme kabiliyeti de ortadan kalkmış görünüyor.
Gündelik işlerde çalışarak geçinen emekçiler sokağa çıkma yasaklarının başlamasıyla birlikte evlerinde açlıkla baş başa kaldılar. Kayıt dışı ekonomi cennetlerinden biri olarak da bilinen İtalya’da bu alanda çalışanlar tamamen gözden çıkarılmış durumda. Pandeminin merkez üssü olduğu halde birçok işletme işçileri zorla çalıştırıyor ve herhangi bir koruma tedbiri alınmıyor.
Başta Sicilya olmak üzere Kalabriya, Basilicata ve Puglia gibi bölgelerde zor durumda kalan yoksul emekçiler alışveriş merkezlerine hücum ettiler. Temel ihtiyaç maddelerine el koyarak dağıtımını gerçekleştirdiler. Ayrıca “Paramız yok” kampanyası başlatan emekçiler, yaptıkları alışverişin ücretini ödemeyerek, temel gereksinimlerini karşılama yoluna gittiler.
Bu gelişmelerin ardından burjuva basının yürüttüğü kirli propaganda eşliğinde polisiye tedbirler en üst seviyeye çıkarıldı. İtalya hükümeti 20 binin üzerinde askeri gücü Sicilya ve diğer bölgelere konuşlandırarak, korkmayın ben burada sizin özel mülkünüzü koruyorum mesajı verdi. Meclis aynı anda İtalya tarihinde bugüne dek uygulamaya konulmamış olan Anayasanın 31. Maddesine göndermede bulunarak savaş düzenine geçti.
Televizyonların kirli ekranlarından günlerce kuzeyin zenginlerini ürküten görüntüler yayınlanmıştı. Psikolojisi bozulan kuzeylilerin kendilerini güvende hissedecekleri yeni görüntülere ihtiyaç vardı. Tam da bu ihtiyaca cevap olacak hamleyi, Sicilya’nın bölge hükümeti yaptı. Bütün yetkilerini asker ve polislerden oluşan bir konseye devrederek, yoksul güneyin baldırı çıplak çocuklarına savaş ilan etti. Ek askeri birlikler de alarm halindeydi. İhtiyaç olması halinde olay yerine nakilleri yıldırım hızıyla gerçekleşecekti. Bunlar da ekrandaki rahatlatıcı görüntülerin alt metinleriydi.
Güney bölgelerine asker yığarak iç savaş düzeni alan İtalyan hükümeti, yapılan eleştirilerin ardından yaptığı açıklamada, amaçlananın “Güney bölgelerinde fırsattan istifade ederek mafyanın güç kazanmasını önlemek olduğunu” dile getirdi. Oysa her ortalama İtalyan vatandaşı bilir ki, bu ülkede mafya ve devlet iç içedir, bir biriden ayrılamaz. Bazen kontrolden çıkanlar olsa da, bu genel prensipleri etkilemez. İtalyan mafyası devletin en mahrem yerindedir ve ilişkilerinde karşılıklı bir sadakat vardır. İhtiyaç duyulduğunda onun karanlık yüzü olmuştur.
İtalya’nın kuzeyi zengin sanayii bölgelerinden oluşur. Kuzey ve güney bölgeleri arasındaki gelir dağılımı farkı politik planda oldukça kullanışlı bir mevzu haline getirilmiştir. Öyle ki ülkenin ikiye bölünmesi gerektiğini savunan oldukça güçlü siyasal partiler vardır. Korona salgını dolayısıyla da kural değişmedi, güneyin emekçileri yine suçlanmaya ve aşağılanmaya başlandı. Güneyliler kuzeydeki sanayi havzalarında çalışırlar, haliyle sürekli bir insan sirkülasyonuna neden olurlar. Korona virüsü de kuzeyde çalışan güneyli işçiler yüzünden bütün memlekete yayıldı demeye getirilerek, iş zıvanadan çıkarıldı. Bugün İtalyan işçi ve emekçileri arasında gelişen sınıf bilinci ve dayanışmasından ürküyorlar ve parçalamak için tekrar güney-kuzey ayrımını körüklüyorlar. Ancak emekçiler, pandeminin en zirve yaptığı süreçte bile kendilerini korumasız bir şekilde üretim bandının arkasına sürenleri unutmayacaktır. İtalyan işçi ve emekçileri bu yapay ayrımları ortak bir mücadele bilinciyle hafızasından silecektir.
Hayatını kaybeden insanların sayıları yükseldikçe, en sıradan sağlık hizmetini vermekten aciz burjuva devlet ve onun kurumları ile emekçi kitleler arasındaki büyük darbeler alıyor. Bu tür bunalım dönemleri işçi ve emekçilerin düzeni sorgulamalarına yol açıyor. Bugün İtalya’da yaşanan budur. İşçi ve emekçiler devlet denilen aygıtın hangi sınıfın hizmetinde olduğunu somut olarak yaşamaya başladılar. Bunun yarattığı korkuyla iç savaş düzeni alan İtalyan sermaye devleti için çanlar çalmaya başladı. Eğer pandeminin hızı ve yarattığı tahribat kısa sürede kontrol altına alınamazsa, olağanüstü gelişmelerin yaşanacağı rahatlıkla söyleyebiliriz. Tehlikenin farkında olan İtalyan burjuvazisi, tersinden bir propaganda ile suçlunun yeteneksiz hükümet ve bazı bürokratlar olduğunu söyleyerek kontrolü sağlamaya çalışıyor. Diğer taraftan da bu durumu kullanarak Avrupa Merkez Bankası’ndan muslukları açmasını talep ediyor.
Ne var ki bu konuda başta gerici Alman sermaye devleti olmak üzere kuzey komşuların güneyliler için yaptığı plan, toplam gayri safi milli hasılanın yüzde 2’sine denk düşen bir borçlanma olmuştur. İtalya için bu miktar 39 milyar eurodur ve derdine deva olması mümkün değildir. Beklenen yardım gelmemiştir. Alman Ekonomi Bakanı yaptığı açıklama ile “Alman vergi mükellefinin paralarını dağıtamayız” diyerek son noktayı koymuştur. Bunun ötesinde ne kadar esneme payları olduğu da önümüzdeki süreçte anlaşılacak. Daha önceki ekonomi bakanı ve şimdiki meclis başkanı Schäuble, Yunanistan için, “güzel adaları var, satabilirler” demişti. Aynı şeyi çok geçmeden İtalya ve İspanya için de duymak mümkündür.
Zengin kuzey Avrupa ülkeleri çoktandır güneyi bir yük olarak görüyor ve kurtulmak istiyorlar. Daha çekirdek bir Avrupa Birliği diyenler hiç de az değil. Yunanistan’ın krize sürüklendiği esnada ve sonrası gelişmelerde birliğin dışına düşürülmesini istemeyen kalmadı nerdeyse. Şimdi aynı şeyi İtalya ve İspanya için de isteyen olacaktır. Bu salgınla beraber çok ciddi bir şekilde varlık sorunu yaşayan Avrupa Birliği’nin hayali kurulan bir birlik olma ihtimali neredeyse yok gibi.
Pandeminin yarattığı hayal kırıklıkları İtalyanlar açısından bununla da sınırlı değil. Avrupa Birliği Araştırma Konseyi’nin İtalyan şefi Mauro Ferrari tam da krizin ortasında istifa etti. Avrupa Birliği kurumlarının pandemiyle mücadelede başarısız olduğunu ve ortak bir mücadele verilmediğini dile getirerek, birliği en üst bürokratları ağzıyla tartışmalı hale getirdi. Bu istifanın yarattığı hayal kırıklığı ile toplanan Araştırma Konseyi, Ferrari’nin toplantılara katılmadığını ve görevden alındığını iddia etti. Oysa Ferrari istifa nedeninin pandeminin yaratığı yıkımın boyutlarının anlaşılmasına dikkat çekmek olduğunu belirtiyor ve kurumlar arası bir işbirliğinin olmadığını söyleyerek birliğin çatırdadığına işaret ediyor. Bu türden gelişmelerin hiç kuşkusuz arkası gelecektir.
Avrupa güney çeperinden tutuşmuş yanıyor. Bu yangının merkeze ulaşmasını önlemek için piyasaya biraz para sürmek zorunlu hale geldi. Ancak bu reçeteler, kapitalist ekonominin şarjörüne sürdüğü son mermileri olarak anlaşılmalıdır. Piyasaya sürecekleri paranın miktarı ne kadar çok olursa, bir bumerang gibi dönüp merkezi tutuşturması da o derece büyük olacaktır.
İtalyan sermaye sınıfı sırtını dayadığı Avrupa Birliği’nin ekonomik gücüyle, işçi ve emekçileri açlık ve yoksullukla terbiye etmeye çalışacaktır. Tıpkı Yunanistan’da yapıldığı gibi. İspanya da bu krizi hemen hemen aynı ölçekte yaşıyor ve sonuçları işçi ve emekçilere en ağır bir şekilde yaşatılacaktır. Pandeminin yaratmış olduğu kolaylıkla saraylardan kulübelere ilan edilmiş bu kirli savaşa karşı ancak devrimci bir sınıf hareketinin varlığı ve kıta düzeyindeki dayanışmasıyla mücadele edilebilir. Dolayısıyla her şey devrimci bir sınıf hareketinin yaratılmasına bağlıdır.
Yunan asıllı Fransız sinema yönetmeni Costa Gavras, son çektiği filmde, Yunanistan’ın yaşadığı krizi oldukça başarılı bir biçimde konu almış. Kriz döneminde Syriza’nın ekonomi bakanının aldığı notlar ve ses kayıtlarından yararlandığını söyleyen usta yönetmen, Yunan halkına ödetilen bedeli oldukça objektif bir anlatımla beyaz perdeye yansıtmış. Yaşı itibariyle olası bir tatsız durum yaşamazsa eğer, pandemi ve Avrupa Birliği üzerinden ortaya serilen rezalet tablosu da bir dizi filme konu edebileceği bir kapsamda.