Biden’ın “Keşke böyle bir şey olacağını bilemezdik diyebilseydik. Ama öyle olmadı. Bunların olacağı belliydi” dediği 6 Ocak kaos ve komplosu nispeten kazasız belasız atlatıldı. Biden’ın başkanlığı devralması kapitalist sistemin egemen sınıfları tarafından ihtiyatlı bir iyimserlikle karşılandı ve belli bir rahatlama sağladı.
Burjuva hükümetler ve yorumcular, Amerika’nın “hukukun üstünlüğüne geri döneceğini” ve “özgür Batı dünyasının” önde gelen ortağı rolünü yeniden üstleneceğine dair umutları güçlendirdiğini dile getirdiler. Bu açıklamalar aslında olacakları değil ama olması gerekenleri ve beklentileri ifade ediyor. ‘Umut’ metaforuyla ambalajlanan yorumlar, geniş kitleler arasında yanılgıya dayalı bir beklenti ve heyecan yaratmayı hedefliyor. Bu çabaların gerçeklikle ne kadar bağının olduğu çok geçmeden açığa çıkacaktır.
Washington ve çevresinde alınan geniş güvenlik kordonundan geçerek Beyaz Saray koltuğuna oturan Biden, Batı emperyalist blokundan mevcut kasvetli ortamın da etkisiyle hak etmediği kadar büyük bir ilgi gördü. Batılı müttefiklerinin gösterdikleri cömertliğe ilgisiz kalmayan Biden, onların duymak istediklerini gerçekmiş gibi sıralamakta mahzur görmedi. İçerde “Ayrıştıran değil, birleştiren bir başkan” olacağını söyleyen Biden, dış politika alanında ise, “ABD’ye dünya çapındaki saygınlığını yeniden kazandırmak” sözünü verdi. Unutulmamalı ki, “Siyasette taahhütler sadece bunlara inanları bağlar.”
Doğum belgesinde İnsan Hakları Beyannamesi olan ABD, bugün sahip olduğu devasa sermaye birikimi ve temerküzünün yanı sıra teknolojik üstünlüğünü de içerde aşırı ırkçılık, köle ticareti ve emeği ile yerli halkların yok edilmesine borçludur. ABD tekellerinin ellerinde yoğunlaşan muazzam sermaye ve teknolojik üstünlük derinleşen sınıfsal uçurumu, işsizlik ve yoksulluğu, alt kimlik kutuplaşmasını azaltmak yerine daha da derinleştirdi. Dünya çapında örgütlü askeri darbeleri, silahlanma ve savaş kışkırtıcılığını, agresif komünizm ve devrim düşmanlığıyla harmanlayan ABD emperyalizmini “ABD geri döndü” diyerek yeni bir başlangıcın umudu olarak sunma çabaları beyhudedir.
ABD’nin 3 Kasım seçimleri öncesinden Kongre binasının işgal edildiği 6 Ocak’a kadar uzanan süreci soğukkanlılıkla analiz eden Financial Times’ın köşe yazarı Martin Wolf, kapitalizmin kâbesinde ortaya çıkan olayları “Amerikan cumhuriyetinin ölüme yakın deneyimi” olarak betimliyor. Washington’da patlak veren krizi irdeleyen yazar, iyimserlerin iddialarına katılmıyor.
Amerikan kapitalizmi, tam da o iddiaların aksini destekleyen sınırsız yıkıcı olguyu biriktirdi. 3 Kasım seçimleri öncesinde ‘seçimlerin şaibeli’ olacağı söylemiyle başlatılan ve 6 Ocak’ta Temsilciler Meclisi’nin işgaliyle doruğuna ulaşan teatral faşist darbe girişimi, durgun bir havada aniden kopan bir gök gürültüsü değildi. Temmuz 2020’de işsizlerin sayısı, 31,8 milyonla yüzde 18,8 civarına çıktı. Bu, 1929 büyük ekonomik krizinde yüzde 25 civarında olan rekor işsizlik sayısından sonra yeni rekor. Covid-19 vaka sayısı 25 milyonu aşan ABD’de salgından dolayı yaşamını yitiren insanların sayısı yarım milyona doğru hızla yol alıyor. Buna karşılık ABD, insan sağlığı için kaynak ayırmak yerine, Türkiye gibi kapitalist bir ülkenin yıllık bütçesinin yaklaşık beş katına denk gelen 738 milyar dolarlık bir bütçeyi pandemiye rağmen askeri amaçlar için ayırdı.
Önceliğin “önce tasarruf, sonra ekonominin toparlanması” olduğunu söyleyen Biden, seçim kampanyasında sürekli olarak “askeri üstünlükleri”nin devam etmesinin önemli olduğunu tekrarladı. Türkiye’nin yıllık bütçesinin on katından fazla bir miktara denk gelen 1,9 trilyon doları kapitalist tekellerin hizmetine sunan ABD’nin 2020 yılındaki bütçe açığı ise tüm zamanların rekorunu kırarak 3,3 trilyon dolara dayandı. 2020 yılında küresel kapitalist sistemin borç yükü de yeni bir rekor artışla dünya gayrisafi hasılasının yüzde 365’ine denk gelen 277 trilyon dolara yaklaştı.
ABD ve küresel kapitalist sistemin artan borç yükü altında bunaldığı, silahlanma harcamalarının hızla arttığı, bölgesel kriz, gerilim, çatışma ve savaşların yaygınlaştığı ABD’de 250 milyarderin servetinin toplam net değeri 9 trilyon dolara yaklaştı. Dünya genelinde 2 bin milyarderin serveti ise dünya nüfusunun yüzde 60’ının gelirini aşıyor. Böylesi bir dünyada barış ve burjuva anlamda da olsa demokrasinin Biden tarafından kazanılacağını “umut” etmek için hiçbir gerçek sebep yoktur.
Emperyalist-kapitalist sistemin merkezi olan ABD doğal olarak küresel kapitalist krizin de merkezi konumundadır. ABD’de patlak veren ve sonuçları hala giderilemeyen 2008 mali krizinin kapitalist düzende yol açtığı yıkıcı sonuçlar ortadır. 2008 mali krizinin sonuçlarıyla boğuşurken pandemi kriziyle alabora olan küresel kapitalist sistemin mevcut durumunun vahim bir özetini sunan Dünya Ekonomik Forumu’nun 2021 Küresel Riskler Raporu, Covid-19’un doğrudan insani ve ekonomik bedelinin ağır vurgulayarak, “İş kayıpları, genişleyen sayısal uçurum, bozulan sosyal etkileşimler ve piyasalardaki ani değişimler, küresel nüfusun büyük bir kısmı için korkunç sonuçlara ve fırsatların yitirilmesine yol açabilir.” uyarısında bulunuyor.
Biden: “Önce tasarruf” ve “askeri üstünlüğün sürdürülmesi”
Joe Biden’ın “önce tasarruf, sonra ekonominin toparlanması” ve “askeri üstünlüğümüzün devam etmesi” şeklinde formüle ettiği, demek oluyor ki emekçilere ve rakip emperyalist güçlere karşı savaş ilanı anlamına gelen ekonomik politikaların hayata geçirilmesi için açıkladığı yeni yönetim listesi de şişirilen “umut” balonlarını gözler önüne seriyor.
Dışişleri Bakanı yapılan Antony Blinken, ABD Senatosu’nda yaptığı konuşmada, kendinden emin bir şekilde Çin’le “güçlü bir konumdan” yüzleşecek olan Washington’un, Çin’i sahanın dışına itebileceğini, haleflerinden devraldıkları “Asya’ya dönüş” politikalarının sürdürüleceğini dile getirdi. Ulusal Güvenlik Konseyi’nin müstakbel “Çin-Pasifik Koordinatörü” Kurt Campbell ise, Dışişleri Dergisi’ne yaptığı açıklamada Biden yönetiminin hafif değişikliklerle Çin’i “ayırma” politikasının yanı sıra ABD’nin Çin’e karşı askeri konumlandırma politikasını sürdüreceğini, ancak Washington’un Asyalı müttefiklerini daha yakından bilgilendireceğini söyledi. Dışişleri Bakanı Blinken, Gürcistan’ın NATO üyeliğini desteklediğini söyleyerek, Batı emperyalist savaş ittifakının Rusya çevresindeki askeri halkayı daha çok sıkacağının işaretini verdi. Türkiye için “Sözde stratejik ortağımızın, en büyük stratejik rakiplerimizden biri olan Rusya’yla aynı çizgide olması fikri kabul edilemez” diyen Bakan, müttefik devletlerin ABD’nin Rusya karşıtı politikalarına daha yakın olmasına önem vereceklerini vurguladı.
ABD emperyalizminin yeni Dışişleri Bakanı’nın açıkladığı dış politikanın köşe taşları Rusya doğalgazını Almanya ve Avrupa’ya taşıyacak olan Kuzey Akımı 2 gaz boru hattının ABD ile Almanya arasında sorun olmaya devam edeceğini gösteriyor. Enerji kaynakları ve ikmal hatları üzerinden alevlenmesi muhtemel çatışma ve çekişmelerin ortaya çıkmasıyla birlikte, Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen’in “ABD geri döndü” diye atığı sevinç naralarının yankısının, keza Biden’ın koltuğa oturmasını “Bugün demokrasi için güzel bir gün” diyerek kutsayan Almanya Cumhurbaşkanı Frank-Walter Steinmeier’ın memnuniyetinin ne zamana kadar süreceğini görmek için çok beklemek gerekmeyecek.
Emperyalist tekellerin önceliklerinden kaynaklanan çıkar çatışmaları, Biden yönetiminin Trump’tan devralınan politikaları “hafif değişikliklerle, Washington’un müttefiklerini daha yakından bilgilendirerek” sürdürecek olmasıyla aşılamayacak kadar farklılaşarak derinleşmiştir.
Yeni ABD yönetimi, İran ve Venezuela gibi ülkeleri havuç-sopa politikasıyla Rusya ve Çin’den uzaklaştırmak, yanı sıra bu ülkelerin pazarlarını müttefiklerinin yağmasına açma yoluyla da Batı bloku içerisindeki çelişkileri yatıştırarak denetim altına almak isteyecektir. Örneğin Biden’ın bir danışmanı Aralık 2020’de Nicolás Maduro ile prensipte görüşmeye hazır olduklarını açıklarken, Blinken’in Senato’da yaptığı konuşmada, Washington’un başarısız uşak darbeci Juan Guaidó’ya güvendiğini söylemesi boşuna değil.
Başarı öyküsü uydurma cambazlığı
Emperyalist Batı blokunun “umut”, “yeni bir başlangıç” gibi cilalarla propaganda ettiği Biden yönetiminin, Savunma Bakanlığına siyah kökenli eski bir generali, İç Güvenlik Bakanlığına yerli kökenli bir ismi ataması, Adalet Bakanlığına eşcinsel bir bireyi getirmesi, Başkan Yardımcılığına ilk kez Afro-Amerikalı ve Hindistan kökenli bir kadının seçilmesi, bu balon şişirmenin önemli bir boyutunu oluşturuyor. Oysa bu kişiler, siyaset sahnesinin yeni yıldızları olmadıkları gibi, ABD müesses nizamı ve askeri-sanayi kompleksiyle uzun yıllara dayanan teşrik-i mesaisi olan şahsiyetlerdir.
Bu tercihler, olağan gelişmenin sınırlarını aşarak çürümenin dibini boylamış bir sistemin yüzyıllar boyunca azınlıklar, ırklar ve cinsler arasındaki eşitsizliği çözememiş olmasından zımni bir itirafıdır aynı zamanda. Eşitsizliğe ve ayrımcılığa uğrayanlar arasından sıyrılarak egemen sınıflarla kader birliği etmiş olanlar dünyanın her yerinde vardır. Irkçılık ve ayrımcılıktan taviz vermeden bu tür kişiler üzerinden pirim yapmaya çalışmak ise bir sistem için övünç kaynağı olmaktan çok utanç verici bir taktiktir. Kapitalizmin, en basit sorunları, kapitalist özel mülkiyet sistemin temellerine herhangi bir şekilde dokunmayan sorunları bile çözmeye muktedir olmadığının bir göstergesidir. Dolayısıyla, devletin en temel kurumlarında, orduda, yargıda, polis teşkilatında veya kapitalist tekellerin yönetim ve danışma kurullarında yer alan ve “seçkin beyaz” olmayan insanlara başkanlık kabinesinde lütfedilip görevlerin bahşedilmesi, sistemin ayıpları için incir yaprağı kadar bile işlev taşımamaktadır. Esasen riyakarlıkta sınır tanımayan burjuvazi ve onun kalem erbabı şecaat arz ederken sirkatini söylüyor. Fakat ne kadar zorlasalar da dünya kapitalizminin sürüklendiği fiyaskodan bir başarı öyküsü çıkmayacaktır.