ABD ile ilişkilerini Trump’la kurduğu telefon trafiğine bağlayan ve bu durumdan memnun olan Erdoğan yönetimi, Biden’in seçilmesiyle yeni gerçekliğe uyum sağlama sorunuyla karşı karşıya kaldı. Çare olarak her düzeydeki ilişkide görülecek, 'geçmişi unutalım, yeni bir sayfa açalım' yaklaşımının, Biden yönetimine karşı işe yarama ihtimalinin olmadığı giderek anlaşılıyor. Bu yazıda, AKP iktidarının Biden’ın seçimi kazanması karşısında hazırlıksız yakalandığını, Türkiye’nin dış politikada yalnız, askerî olarak fazla açılmış, iktisadî olarak da kırılgan bir konumda olduğunu, elindeki sınırlı sayıdaki koz ile Biden yönetimiyle pazarlık yapmaya çalıştığını ama bunun yeterli olmayacağını tartışacağım.
ABD’de çekilmeden uluslararasıcılığa
Trump yönetimi, iyi tarif edilmemiş bir “ilkeli Realizm” doktrinini benimsediğini açıklamıştı. ABD dünya işlerinden mümkün olduğunca çekilecek, gereksiz ve masraflı askeri müdahalelerden kaçınacak, ekonomik kayıplarını gidererek yeniden “Büyük Amerika” olacaktı. ABD, Trump döneminde dünya siyasetinden çekilmedi ama geçmişte olduğu gibi birçok bölgesel konuda ağırlığını koymaktan kaçındı. Libya, kısmen Körfez bunlar arasındadır. Ama Doğu Akdeniz tam olarak bu şemaya oturmaz.
ABD’nin dünyadaki bölgesel sorunlara taraf olmasını, daha çok müdahale etmesini savunacak değiliz. Bu türden müdahalelerin (Bosna, Kosova gibi tartışmalı istisnaları hariç) hayırlı sonuçlar getirmediğini biliyoruz. Ama bunun yerini de bölgesel sorunların bölgesel barışçı inisiyatiflerle çözülmesinin alması gerekir. Yoksa, ABD’nin doğrudan içinde olmadığı bir Yemen iç savaşı ya da Libya krizinin, “ABD'siz” devamının da bir faydası olmadığı ortada.
Biden yönetimi ise Clinton döneminin çok taraflılığını (multilateralizm) ve uluslararasıcılığını (uluslararası örgütler, işine geldiği durumlarda uluslararası hukuk, gerektiğinde insani müdahale gibi kuvvet kullanımları) öne çıkarma sözüyle iktidara geldi. Bu konuda da iklim sözleşmesine geri dönme, Rusya ile nükleer silah sınırlandırma anlaşması, kurumsal diplomasi ve demokratikleşmeyi önceleme gibi siyasetlere geçerek hızlı bir giriş yaptı.
ABD, ABD ve stratejik özerklik
Türkiye 2. Dünya Savaşı sonrasından bu yana ABD ve onun başını çektiği Batı sistemine bağlı ve bağımlı bir ülke. Bunun doğrudan Erdoğan ve AKP ile bir ilgisi yok. AKP gidince bu ekonomik bağımlılık, askeri ve güvenlik sisteminden çıkış olmayacak. Hatta, ilişkilerin ana eksenlerinde de önemli bir değişiklik olmayacak. Bunu akılda tutmakta fayda var. Ama AKP döneminde bütün “stratejik özerklik” yani dış ve güvenlik politikasını ABD ve NATO’dan uzaklaştırma, hatta onların aleyhine geliştirme çabasına rağmen, sonuçta gelinen noktanın, bir tür stratejik zayıflığa doğru evrildiğini belirtmek gerekir.
AKP'nin stratejik özerkliği denediği bazı girişimleri var. Bunlardan biri “Barış Pınarı” operasyonu, diğeri Mavi Vatan doktrini ve bunun uzantısı olarak Libya’da Serraj hükümetiyle yaptığı deniz yetki alanlarını sınırlandırma anlaşması, sonuncusu ise Rusya’dan S-400 füze sistemi alımı. Suriye’ye yönelik Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı operasyonları, Fırat’ın batısında, ABD’nin Türkiye’ye bıraktığı bölgede gerçekleşti. Zaten Fırat Kalkanı, IŞİD ile mücadele kapsamında yapıldı, Afrin operasyonuna ise Washington özellikle sert bir tepki göstermedi. Barış Pınarı ise Fırat’ın doğusuna, ABD’nin PYD ile çalıştığı bölgeye yönelikti ve bunu durdurmak için tehdit içeren bir mektup ve üstüne asık suratlı başkan yardımcısını gönderdi. Yaklaşık Menbiç’ten Irak sınırına 400 km’lik bir hat olarak açıklanan stratejik özerklik alanını ABD 120 km ile sınırladı.
Mavi Vatan doktrini ve Türkiye’nin Libya’daki savaşa dahil olması, ABD açısından karışık bir durum yarattı. Avrasyacıların tezlerinin AKP yönetimi tarafından kabul edilmesi, bunun Yunanistan, Fransa gibi diğer ABD müttefikleriyle sorun yaratması ABD açısından rahatsızlık unsurlarıydı. Öte yandan Rusya’nın Wagner grubunun desteğindeki Hafter’in Trablus’u alması, bir başka sorun yaratacaktı ve ABD Türkiye’nin Libya operasyonuna bu yüzden göz yumdu. Zaten bu tehlike kalktığında, Türkiye’nin Libya’dan çekilmesi söylemi artmaya başladı. Önümüzdeki dönemde bu konudaki zorlamalar büyük bir olasılıkla artacak.
Mavi Vatan ise Türkiye tarihinin, Komşularla Sıfır Sorun'dan sonraki en kısa ömürlü doktrini oldu. Oruç Reis ve Barbaros gemileri geri çekildi, Doğu Akdeniz’de konferans çağrısında bulunuldu, Yunanistan ile önkoşulsuz diyalog başlatıldı, Avrasyacıların itirazlarına ve mutsuzluklarına rağmen hükümet Doğu Akdeniz konusunu Yunanistan ile görüşmeyi kabul etti. Mavi Vatan, Türkiye’nin ilk geri çekildiği alan oldu.
S-400 konusunda ise AKP yönetimi, kendi pragmatizmini zorlayan, benim de tahminlerimi aşan, hatta irrasyonel bulduğum bir direnç gösterdi. Hiçbir şekilde oy getirmeyecek, halkın gündeminde yer etmeyen, hiçbir çatışma, gerginlik (Doğu Akdeniz, Suriye, Karabağ, Irak) durumunda kullanılamayan, ileride de balistik füze ya da bir komşu devletle topyekün savaş ihtimali dışında koruma sağlamayan bir füze sistemi için ABD ile ilişkileri bu kadar zorlamasına, bu yüzden F-35 projesinden atılmayı ve yaptırıma uğramayı göze almasına anlam vermek güç. Bu ısrardaki iki ihtimalden biri, yeni Biden yönetimiyle bunu bir pazarlık unsuru olarak kullanmak istemesi, ikincisi Putin’e ABD’den daha fazla bağımlı olması, ya da Putin’in ABD’den daha fazla zarar verecek konumda bulunması. Bunu zaman gösterecek. Dolayısıyla, stratejik özerkliğin S-400 boyutu en somut yönünü oluşturuyor ve halen devam ediyor.
Reset/yeni sayfa açmak mümkün mü?
Uzun süredir Türkiye ve diğer ülkeler de dış politikalarında kompartımanlaştırma yöntemini uyguluyorlar. Küreselleşme süreciyle birlikte dış, güvenlik, ticaret politikalarında çeşitlilik artınca, çok sayıda ülke birbirine dokunan, etkileyen sorunlar yaşamaya başladılar. Bunun pratik çözümü ise sorunlu alanları bir yana bırakıp, kompartımanlaştırmak, işbirliği yapılacak alanlara yoğunlaşmak oldu. Türkiye, Rusya ile ilişkilerinde bunun başarılı bir örneğini sergileyebildi. Ukrayna’dan, Suriye ve Libya’ya çok sayıda sorunlu alanda birbirlerinin ayağına basmadan genelde ilerleyebildiler. Türkiye, benzeri bir ilişkiyi ABD ile de kurmak istedi ama olmadı. ABD, kendisinin diğer ülkelerden ayrıştığını biraz da böyle belli ediyor. Biden, Dışişleri Bakanı Blinken birçok ülke liderini ya da muadilini ararken Türkiye hâlâ aranmadı ve Ankara büyükelçisi de açık mesajlar verdi. İlişkilerde yeni sayfa açılıp açılmayacağına AKP hükümeti değil, ABD yönetimi karar verecek. Özellikle, PYD, S-400 ve Doğu Akdeniz konusunda ABD geri adım atmayacak. Yani, Türkiye "S-400 aramızda bir anlaşmazlık konusu, bunu ayrı tutalım, donduralım, işbirliği yapabileceğimiz konulara bakalım" diyemeyecek. Yeni bir sayfa açılacak ise de o sayfayı duruma göre ABD çevirecek.
Bunun birinci nedeni, ABD yönetiminin başkan dahil dış politika ekibinin, herhalde son 50 yıldır Türkiye’yi en iyi bilen isimlerden oluşması. Biden Türkiye’ye dört kez gelmiş, Kıbrıs’a bir kez gitmiş bir siyasetçi. Clinton ve Obama döneminden bu yana birlikte çalışma deneyimi olan ekibinde, başta DIB Anthony Blinken ve Ulusal Güvenlik Danışmanı Sullivan ve Savunma Bakanı Austin olmak üzere Türkiye’yi ve bölgeyi iyi bilen isimler. Dolayısıyla, yıllardır tekrarlanan bir klişe olan, “kendimizi” tabii hep “haklılığımızı” anlatamıyoruz, internet dünyasında biz ABD’deki tanıdığımız akademisyenlere saat farkı dışında kolay ulaşırken, “iletişim sorunu” yaşıyoruz gibi bahaneler geçerli olmayacak.
İkinci olarak, AKP yönetimi Türkiye’yi tarihi bir yalnızlık içine soktu. İlk kez AB, Türkiye’ye karşı ABD ile birlikte hareket edeceğini açıkça ilan etti. Doğu Akdeniz’de başlayan AB-ABD ortak pozisyonu Biden yönetimiyle birlikte kalın bir bloka dönüştü. Bu konuda AKP hükümetini rahatlatan tek şeyin, AB’nin hâlâ Türkiye’yi kollaması, yaptırım konusu gibi sert önlemleri ABD sahasına itmesi.
Üçüncüsü, şu an döviz kuru istikrarlı görünse de, ekonomideki sorunlar çözülmüş değil. Bu durum kırılganlık yaratırken, yeni yaptırım ihtimali, Halk Bankası davası gibi gelişmeler ekonomiyi dibe doğru götürebilir. Bu konuda Erdoğan belli ki, Batı’nın genel olarak Türkiye’de bir ekonomik yıkım istemediğini anlamış görünüyor. Ama yeni ABD yönetimi bu konunun elindeki kozlardan biri olduğunu çok net hissettirdi.
Dördüncü olarak, Erdoğan, tıpkı kendisi gibi kurumları zayıflatan, dışlayan bir Trump ile kişisel bir diyalog kurmuştu. Biden ise ilk kurumsal ziyaretini Amerikan Dışişleri Bakanlığına yaptı ve “diplomasi geri geldi” diyen bir konuşma yaptı. Bundan sonra ya Erdoğan kendisi ABD Dışişleri Bakanlığını arayacak ya da iletişim İbrahim Kalın, Mevlüt Çavuşoğlu üzerinden yürüyecek.
Dış politikada geri adım süreci
AKP bir süredir dış politikada yumuşamaya başladı. Mavi Vatan’dan geri çekilme ve Yunanistan’la başlatılan diyalog bunun ilk aşamasıydı. Bundan sonra öyle görünüyor ki, İsrail ile yakınlaşma başlayacak. İngiliz The Times gazetesi Türkiye’nin bir süredir Hamas ile ilişkilerinde değişikliğe gittiğini, Hamas üyelerinin Türkiye’deki faaliyetlerini kısıtlamaya başladığını yazdı. Büyük bir ihtimalle, AKP yönetimi İsrail üzerinden hem Doğu Akdeniz’deki yalıtılmışlığı biraz olsun azaltmaya, hem de ABD’de etkili Yahudi lobilerine ulaşmaya çalışacak. Zaten gerek Çavuşoğlu, gerekse İ. Kalın son dönemde çok sıcak NATO ve AB yanlısı söyleme sahipler, Brüksel’de dolaşıyorlar, NATO sevgisini dışa vuruyorlar. Bu arada İçişleri Bakanı S. Soylu’nun hükümetin bu yeniden Batı, ABD açılım ve sevgisini, sabote etmeye çalıştığını not etmekte yarar var.
Biden yönetiminin önem verdiği demokratikleşme ve insan hakları konusunda ise, AKP bizi şaşırtmayacak. Pazarlığı bunun üzerinden yapmaya çalışacak. Doğu Akdeniz’de işbirliği yapalım, Libya’dan gerekirse çekilelim, aslında Suriye’de zaten anlaştık karşılığında bizi içeride rahat bırakın. Birkaç kozmetik değişiklik yapalım, fazla üzerimize gelmeyin, demeyi tercih edecek. En azından Biden yönetiminin demokratikleşme ve insan hakları konusunda ne kadar ısrarlı olacağını görünceye kadar adım atmayacak, Türkiye’de geçmişteki birçok iktidar gibi, kendi toplumuna insan onuruna uygun davranmayı, dış politikada pazarlık konusuna çevirecek.
Gazete Duvar / 08.02.21