Avrupa İstatistik Kurumu (Eurostat) verilerine göre, AB ülkeleri arasında işgücü maliyetinin en düşük olduğu ülkeler sıralamasında 1. olan Türkiye, OECD’nin “yaşam endeksi”nde de sondan 3. oldu.
İşçi sınıfına kabul ettirilen ağır koşulların yanı sıra bir ülkenin parasının diğer ülke para birimleri karşısında değer kaybetmesi, o ülkedeki işgücü maliyetlerinin de düşmesi anlamına geliyor. Bu durumda yabancı sermaye, parası değer kaybeden ülkelere yöneliyor. Türkiye’nin işgücü maliyeti ve fazla mesai konusunda zirvede bulunması, yabancı sermaye için gözde ülke olmayı sürdürmesine de sebep oluyor. Ayrıca Avrupa Birliği’ne bağlı ülkeler arasında Türkiye asgari ücretin en düşük olduğu ülkeler arasına girmiş oldu.
Krizi fırsata çeviren kapitalistler işçi sınıfına uzun çalışma saatleri ve düşük ücret dayatıyorlar. Bu da yetmezmiş gibi temel tüketim maddelerine gelen zamların ardı arkası kesilmiyor. Doğalgaza bir ayda yaklaşık %50 zam gelirken, sermayedarlar işçi ücretlerine yılda %4-5 gibi komik zamları reva görüyorlar.
Bu tablo bize “büyük ve güçlü Türkiye”nin ne olduğunu gösteriyor. Bir yanda Türkiye’yi sömürü cenneti olarak gören kapitalistler, diğer yanda da köleliğe mahkum edilmiş işçi sınıfı var. Gerici-faşist AKP iktidarı sermayeye yaptığı hizmetlerle iktidarda kalmayı garantilemeye çalışırken, “büyük ve güçlü Türkiye” demagojisi ile işçi ve emekçileri aldatmaya devam ediyor. Her koşulda kapitalistlerin çıkarını düşünen gerici iktidar, ülkeyi küresel rekabette ucuz işgücü deposu haline getirerek, kapitalistlerin ülkeye gelmesini sağlıyor. “Büyük ve güçlü Türkiye” söyleminin, işçi ve emekçileri aldatmak, kapitalistleri ihya etmek için kullanıldığı bütün bu politikalarla bir kez daha doğrulanıyor.
Sermaye devletinin büyümekteki kastı işçi ve emekçilerin yaşam koşullarını iyileştirmek değildir. Bu, yakın zamanda imzalanan TÜPRAŞ, kamu işçi ve emekçileri sözleşmelerinden de görülebilir. Yüksek Hakem Kurulu bir ilke imza atarak Koç’un verdiği zam oranından daha düşük bir zam oranı verdi ve “TÜPRAŞ’ın büyümesine” bizzat katkı sağladı. Devlet kurumlarında çalışan işçiler Türk-İş yönetimi tarafından satıldılar. Kamu emekçileri YHK tarafından sonuçlandırılan TİS’le sefalete mahkum edildiler vs.
Bu sömürü koşulları yetmezmiş gibi kapitalistler, gerici iktidardan “yeni reform paketleri” isteyerek, işçi sınıfının elinde kalan hak kırıntılarına da göz dikmiş bulunuyorlar. AKP iktidarı da hiç zaman kaybetmeden sermayenin dediklerini bir bir hayata geçirerek kapitalistlerin iştahını kabartmayı sürdürüyor.
“Kabahatin büyüğü sende be kardeşim…”
Sömürü koşullarının bu kadar ağırlaşmasının, kapitalistlerin ülkeye aç kurtlar gibi saldırmasının, ülkenin sömürü cehennemine dönüştürülmesinin en başta gelen nedeni, yaşam hakkı tanınmayan işçi sınıfının, saldırıları sessizce karşılamasıdır. Her saldırıda işçi sınıfının boynuna bir zincir daha ekleniyor. Bu da olanı kanıksamak ve sermayenin istediği işgücü nesnesine dönüşmek anlamına gelmektedir.
Mücadele eden, sömürüye boğun eğmeyen işçi sınıfı kendi yaşam koşullarıyla birlikte toplumu da dönüştürme gücüne sahip. Yeter ki mücadele sahnesinde yerini alsın. Türkiye’de yaşanan bu pervasızca sömürü koşullarına karşı işçi sınıfının kendi talepleri etrafında birleşmesinden ve mücadele etmekten başka çıkar yolu yoktur. İşçi sınıfı ve emekçiler düşük ücrete ve uzun çalışma koşullarına karşı “insanca yaşayabilecek ücret” ve “7 saatlik iş günü 35 saatlik çalışma haftası” için dişe diş mücadele etmelidir.