Sermaye sınıfı, işçilerin ücretli kölelik koşullarını hafif buluyor ve daha ağır kölelik istiyor. Sermayenin bu istemini, geçtiğimiz günlerde, Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu’nun (TİSK) ve Metal Sanayicileri Sendikası’nın (MESS) yönetim kurullarında başkanlık yapan Koç Holding İnsan Kaynakları Direktörü Özgür Burak Akkol dile getirdi. Esnek çalışmanın yaygınlaştırılmasını isteyen kapitalistler, işçi sınıfına daha fazla kölelik dayatmak niyetindeler.
Sermayenin niyetleri arasında, deneme süresini 6 aya çıkarmak; kısmi süreli çalışmalarda fazla sürelerle çalışma ve fazla çalışma yasaklarını kaldırmak; çağrı üzerine çalışmada, asgari 20 saatlik çalışma süresini uzatmak; 3 ay olan kısa çalışma ödeneği süresini en az 6 aya çıkarmak; telafi çalışma süresini 6 aya çıkararak, işçi onayı şartını kaldırmak ve çalışılmayan cumartesi günlerinde telafi çalışması yaptırabilmek; özel istihdam bürolarıyla “ödünç iş ilişkisi” uygulamasında süre ve konu sınırlamalarını kaldırmak gibi, işçilerin mevcut durumlarını daha da kötüleştirecek, hak kaybına uğratacak başlıklar var. Bu niyetleri gerekçelendirirken de krizi bahane ederek, esnek çalışmanın “özellikle” önemli olduğunu söylüyorlar.
Kapitalistler sınıfı ve onların bir dediğini ikiletmeyen AKP iktidarı, krizi bu şekilde fırsata çevirerek, işçi sınıfına ağır darbeler vurmaya hazırlanıyor. Zaten patronlara SGK prim ve asgari ücret desteği yapılmakta, zorunlu arabuluculuk, zorunlu bireysel emeklilik sistemi (BES), kiralık işçilik düzenlemeleri ile patronlar ihya edilmektedir. Bunlara ek olarak vergi muafiyetleri, teşvikler, işsizlik fonunun yağmalanması gibi “kıyaklarla” sermayeye hizmette kusur etmeyen Erdoğan-AKP iktidarı, kıdem tazminatı hakkının fona devriyle gaspını da ajandasında tutmaktadır.
Peki, işçi sınıfına kapsamlı saldırıların gündemde olduğu böylesi bir süreçte sendikaların ajandalarında ne var? Bir kez daha görülmektedir ki koca bir hiç! Zira işçi sendikalarına çöreklenmiş bürokratlar, “Birlikte mümkün Türkiye” sloganıyla örgütlenen “Ortak Paylaşım Forumu”nda sermaye temsilcileriyle kolkola poz vermekle meşguller. Kuşkusuz bu tablo, sınıf mücadelesini sermayeyle masa başı “sosyal diyalog”dan başka bir şey olarak düşünemeyenler için şaşırtıcı değildir. Zira şimdiye kadar yaşanan hak gasplarını sessizlikle geçirenler, en fazlasından bir iki açıklamayla yetinenler, bundan sonra da aynı işbirlikçi çizgiyi izleyeceklerdir.
Bu tabloda işçi sınıfının tabandan birliğine, bağımsız inisiyatifine ve mücadelesine güvenmekten başka seçeneği yoktur. İşçi sınıfı haklarını ve geleceğini etkileyen böylesi ciddi saldırlar karşısında sessiz kalmamalı, harekete geçmelidir, yoksa yarın çok geç olabilir.
Şüphesiz ve yazık ki işçi sınıfının büyük bir çoğunluğu sendikal anlamda bile bir örgütlülükten yoksundur. Sendikalı kesimin iradesi ve eyleme geçme kapasitesi ise bürokratlarca bloke edilmektedir. Ne var ki ücretli köleliğe mahkum edilmiş işçilerin yaşamlarını daha da kötüleştirecek saldırılar kapıdadır. Bu nedenle gerek sermayenin ve AKP’nin saldırılarına gerekse sendika bürokratlarının engelleyici tutumlarına karşı işçiler taban örgütlenmelerinde güçlerini birleştirmeli, fiili-meşru mücadele yolunu tutmalıdırlar. Herhangi bir sendikaya üye olmayanlar da dahil, işçiler tabandan oluşturdukları birliklerle fiili-meşru mücadele yolunu seçerek, saldırılara karşı durabilecek güce erişebilirler. Ve sermayenin saldırıları ancak işçilerin birlikte verecekleri bu mücadeleler sayesinde püskürtülebilir.