Petrol-İş Sendikası Genel Kurulu 31 Ağustos-1 Eylül tarihlerinde gerçekleşti. Genel kurul, öncesi ile birlikte 4 yıl boyunca yaşananların gerçekten masaya yatırıldığına da gerçek bir hesaplaşmaya da sahne olmadı. Keza ne mücadele programları ortaya konuldu ne de işçi sınıfına dönük saldırıların, sendikal mücadelenin sıkışma noktaları ele alındı. Ön sürecinde nasıl ki delege hesaplarından, listeye eklenecek son kritik kişinin ikna edilmesi çabasından, iki liste yarışından başka bir şey yoktuysa, genel kurulda da bu eksendeki gerilim veya konuşmalar dışında bir şey yoktu.
Herhangi bir sınıf örgütü açısından genel kurul, sınıf mücadelesine kendi mevziisinden bir katkı olabilmelidir. Başta ilgili sendikanın üyelerine, sonra sektörün işçilerine ve en sonu tüm işçilerin hak arama mücadelesine bir perspektif sunulabilmelidir. Keza bir genel kurul, değerlendirmelerle deneyimlerden dersler çıkarmak, işçi ve emekçilere yönelik saldırılara karşı fiili-meşru mücadele hattı oluşturmak, işçilerin ülke ve dünya gündemlerine sınıf penceresinden bakabilmelerini sağlamak vb. açılardan bir anlam ifade edebilmelidir.
Elbette ki bu konudaki irade tüm üye işçilerin katılımıyla oluşturulmalıdır. Bunun için de genel kurulun öncesinde tüm üyelerin tartışmalara katılabilecekleri, fikir sunabilecekleri ve sonrasında denetleyebilecekleri mekanizmalar ve süreçler işletilmelidir. Tüm üyelerin, delegelerin, temsilcilerin, şube yönetimlerinin ve genel merkez yönetiminin, yani tüm sendika kitlesinin katılımı ve gücü ile gerçekleşen bir genel kurul hem bir ihtiyaç hem de sendikal mücadelenin önünü açacak bir araçtır. Ne yazık ki Petrol-İş Genel Kurulu böyle olmamıştır. Hatta çoğu işyerinde genel üye kitlesinin gündemine genel kurul ya hiç girmemiştir ya da en fazla “acaba listede kim var” ve “kim kazanacak” sınırında girebilmiştir.
Bu düzey, genel kurul tablosu üzerinden daha anlaşılır hale geliyor. Kendisini sendikanın en ilerisi olarak gören ve genel merkez yönetimine aday olanların arasında, işçilerin birlik, mücadele ve dayanışma örgütü olan sendikaları sivil toplum örgütü olarak gören; fiili-meşru mücadeleyi düdüklü eylem olarak tarif eden; işçilerin sendikayı sahiplenme sorununu Sheraton’da yemek veren patrona karşı lüks yemekli bir organizasyon ile çözmeyi düşünen; müzakereci anlayışı ön planda tutmaya çalışan kişiler bulunuyordu. Yazık ki bu bakışa sahip olanlar yeni genel merkez yönetiminde bile var.
Genel kurul öncesindeki değerlendirmemizde de dediğimiz gibi, ortada yarışan mücadele programları yoktu. Ortada çekişen iki liste vardı. Flormar ve Kale Kayış gibi direnişler selamlamanın ötesinde anılmazken, TÜPRAŞ sürecinin içinden gelen delegeler enine boyuna süreci masaya yatırmadı. TÜPRAŞ süreci ve fabrikalardan kimi sorunlar listelerin taraftarlarınca yalnızca saldırı malzemesine dönüştürüldü. Kesinlikle ders çıkarma derdi yoktu. Bir mücadele programının değil de isimlerin yarıştığı yerde, mevcut yönetime muhalefet ederek gelen liste yek vücut kazanamadı. Koltuk odaklı davranan kişilerin tercihlerinin ise işçi sınıfına gram yararı yoktur. Açıktır ki programlar etrafında taraflaştırılamayan delegeler, kişiler eksenli bir tercih ile hareket etmişlerdir.
Ali Ufuk Yaşar, 4 yıl içerisinde yaptıkları ve işçiler adına yapmadıkları ile hedef tahtasındaydı. AKP’nin sendikalara yönelik operasyonel hamlesinin bir sonucu olarak genel başkanlığa gelen Ali Ufuk Yaşar, bu genel kurulda da AKP’nin ve sermayenin gücünü kullanarak delegeleri tehdit etti. Delegelerden kullandıkları oyların resimleri istendi. Sendikal görevleri ve işleri üzerinden tehdit alanlar da oldu. Buna rağmen söz konusu bürokratın seçilmemesi, var olan tepkilerin boyutunu yansıtmaktadır. Yeni seçilen yönetimin ise geçmişi başlı başına bir aynadır. Olacakları da zaman gösterecek.
Petrol-İş üyesi işçiler, delegeler, temsilciler seçilene sevinen, gidene üzülen değil, sendikal örgütlülüğü işleten bir sorumluluk ile davranabilmelidirler. Fabrikalardan, rafinerilerden, işyerlerinden başlayarak Petrol-İş’in mücadeleci bir çizgide yenilenmesini, tabandan işleyen örgütlerle hareket etmesini, kadın çalışması alanındaki birikimi büyütmesini sağlamak gerekiyor. Petrol-İş’e sirayet etmiş uzlaşmacı, müzakereci anlayış sökülüp atılmadan, tabandan örgütlenme yaratılamadan sadece kişilerin farklılaşması ile değişim mümkün değildir. Türkiye’de sendikaların genel tablosunu bürokrasi ve mücadele kaçkınlığı belirliyorken, bir genel kuruldan sihirli değnek olması beklenemez elbette. Değişim ve birlik olma beklentisinin gerçekleşebilmesi için Petrol-İş’in bütününde sendikal mücadele anlayışının değişimi gerekmektedir. En tepeden tek tek üyelere kadar herkes tarafından devrimci sınıf sendikacılığı çizgisi benimsenmeli ve ısrarlı bir şekilde yol yürünmelidir.
Petrokimya İşçileri Birliği