Paris banliyölerinde koronavirüs gerçekleri

Kirli medyanın yalan yanlış haberlerinde gizlediği ve bilhassa öne çıkarmadığı temel bir gerçek var. Sermaye medyası tüm alanlarda hastalığa en çok ve doğrudan işçi ve emekçilerin maruz kaldığı gerçeğine hiç değinmiyor. Fabrikalarda, gıda marketlerinde, temizlik işinde, toplu ulaşımda, güvenlikte, kuryelikte ve daha bir dizi iş alanında virüs, salgın, hastalık demeden çalışmaya mecbur bırakılanlar/kalanlar işçiler ve emekçilerdir.

  • Haber
  • |
  • Dünya
  • |
  • 31 Mart 2020
  • 19:56

Koronavirüs salgınının Avrupa’nın geneline yayılması ve ölümlerin artması üzerine, Fransa’da alınan önlemler 16 Mart Pazar akşamı Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron tarafından açıklanmıştı. Konuşması esnasında birlik ve beraberlikten bolca dem vuran Macron, “sağlık savaşı”na girildiğini duyurdu. Kira da dahil konutla ilgili tüm faturaların ertelenebileceğini, sermaye kesimine ise büyük bir mali yardım paketiyle destek verileceğini aktardı. 

Konuşmanın içeriğinde birçok uygulama ve önlemin sosyal ve sınıfsal olarak ne tür yaptırımlar eşliğinde hayata geçirileceği konusunda hiçbir açıklama yoktu. Ne var ki mevcut düzende en başta para cezalarına başvurulacağı, bunun bir gelir kaynağı olarak kullanılacağı az çok kestirilebiliyordu. Nitekim bir taraftan yardımlardan bahseden devlet, diğer taraftan da polis zorbalığıyla yüksek para cezaları uygulamasına geçti. Nasıl ki hayatın her alanındaki yük işçi ve emekçilerin sırtına bindiriliyorsa, şimdilerde koronavirüs salgınının yarattığı/yaratacağı mali kayıpların bedeli de onlara ödettiriliyor. 

29 Mart’a kadar açıklanan resmi verilere göre, korona salgını önlemlerini ihlalden ötürü ilk altı gün içerisinde kesilen ceza sayısı 91.824’tür. Ceza kesmenin yanı sıra uygulamayı 15 gün içerisinde birkaç defa ihlal eden bir genç de tutuklandı. Her cezanın en az 135 avro olduğu hesaplanırsa, bu en az 12 milyon avro civarında bir miktara tekabül ediyor. Sadece 22 Mart gününde 22.574 ceza kesilmiştir. Ceza uygulaması işten çıkan sağlık çalışanlarına ve evsiz barksız insanlara kadar varmıştır. Tüm cezaların %10’u Seine-Saint-Denis ilinde (numarasından dolayı 93 bölgesi olarak da biliniyor) kesildi. Seine-Saint-Denis, Paris Île-de-France bölgesine bağlı, 1 milyon 654 bin gibi kalabalık bir nüfusa sahip, çoğunlukla işçilerin, emekçilerin, göçmenlerin ve yoksul halkın yaşadığı, gettolaştırılmış bir il olarak bilinmektedir. 

Cezaların büyük bir bölümü banliyölere kesilirken, buna bir de polis şiddeti eklenmektedir. Sözde devletin aldığı önlemleri denetleyecek ve yürürlüğe geçirecek olan polis, ceza sistemini halkın üzerinde adeta sopa olarak kullanmakta, sosyal medyada da günlerdir polis şiddeti görüntüleri paylaşılmaktadır. Farklı banliyölerde çekilen videolarda polisin özellikle gençlere yönelik sık sık kaba kuvvete başvurduğu, ırkçı söylemlerde bulunduğu ve ayrımcılık yaptığı görülüyor. Sarı Yeleklilerin ve son olarak da emeklilik yasasına karşı emekçilerin yaptıkları eylemler süresince poliste biriken hınç, belli ki bugün banliyölerdeki insanlardan çıkarılıyor. Banliyölerden şiddet manzaraları yansırken, zenginlerin oturduğu mahallelerde ise polisin halkla şarkılar söylediği ve dans ettiği videolar paylaşılıyor. 

Ülke yönetimi alınan önlemleri sahada uygulamak için polis şiddetini kullanırken, sosyal kurumlara bağlı sosyal moderatörlerin gerçekleştirdiği çalışmalarla gençlere koronavirüsün tehlikeleri ve alınması gereken tedbirler de anlatılıyor. Moderatörler mahallelerde kendileriyle yapılan röportajlarda, kimi gençlerin olayın ciddiyetini anlamakta zorluk çektiklerini, ikna çabaları sonucu çoğunun alınması gereken önlemlere uygun davranmaya başladığını aktarıyorlar. Söylenenlere bakıldığında, bu tür sosyal çalışmaların işçi ve emekçi gençlerde sonuç yarattığı gözler önüne seriliyor.  

Burjuvazinin, koronavirüs salgınının getirdiği maddi zorlukları işçi sınıfının üzerine yıkmaya çalışması yetmezmiş gibi, bir de sermaye medyasının kirli propagandasına başvuruluyor. Burjuva medya banliyöleri aşağılayan, sivil itaatsizlikle suçlayan, sanki virüs banliyölerden saçılıyormuşçasına gerici ve ayrımcı politikayı meşrulaştıran bir yayın çizgisi izliyor. Pandeminin yayılmasını banliyölere bağlayan burjuva medyası böylece devletin geç kalmış veya alınmamış kararlarını örtbas etmeye çalışıyor. Düzenin kimi yayınlarında kullanılan başlıklar veya yazı içerisindeki vurgular dolaylı ve doğrudan suçlamalardan ibaret: “Paris ve banliyölerde ‘bazı insanlar hiçbir şey duymak istemiyorlar’ - bir polis memurunun ifadesi”, “Koronavirüs salgınını açığa çıkaran banliyöler”, “Banliyölerde acil durum öncesi yasa dışı trafik kanunu” vb. 

Oysa kirli medyanın yalan yanlış haberlerinde gizlediği ve bilhassa öne çıkarmadığı temel bir gerçek var. Sermaye medyası tüm alanlarda hastalığa en çok ve doğrudan işçi ve emekçilerin maruz kaldığı gerçeğine hiç değinmiyor. Fabrikalarda, gıda marketlerinde, temizlik işinde, toplu ulaşımda, güvenlikte, kuryelikte ve daha bir dizi iş alanında virüs, salgın, hastalık demeden çalışmaya mecbur bırakılanlar/kalanlar işçiler ve emekçilerdir. Bu nedenle Fransa’da Covid-19’dan dolayı vefat eden ilk kişi, 93 bölgesindeki bir AVM çalışanı olmuştur. 

Bu arada sol adına da ibretlik tutumlar sergilenebiliyor. Reformist ve oportünist kimliğiyle bilinen Fransız Komünist Partisi (PCF) emekçilerin hayatını ciddi anlamda tehdit eden bir olay karşısında düzenin selametini öne alabiliyor. Paris’in Haut-de-Seine (92) ilindeki Malakoff komününün PCF’li belediye başkanı, polis eksikliğinden bahsedip, senelerdir polis sayısında azalmaya gidildiği için sonuçların bugün hissedildiğini ifade edebiliyor. Çivisi çıkmış düzen karşısında ilerici ve solcu geçinen bir partiden gelişen olayları ve gerçekleşen devlet şiddetini asgari düzeyde de olsa teşhir etmesi beklenir. PCF bunun yerine o uğursuz sosyal-demokrat rolü oynamaya devam ediyor.

Dünya genelinde kapitalist düzenden kaynaklı oluşan koronavirüs salgınının insanlığın başına bela olduğu ve kontrolsüz bir şekilde can aldığı bir dönemdeyiz. Bilimkurgu filmlerini aratmayan öldürücü bir virüsün tetiklediği olağanüstü koşullardan geçiyoruz. Bu koşullarda toplumdaki sınıfsal ayrışma bir kez daha su yüzüne çıkmış bulunuyor. Burjuvaziye hem sağlığını hem sermayesini devlet aracılığıyla en üst seviyede koruma imkanı sunulurken, işçi sınıfına sermayeyi koruyan devlet aygıtlarının kurbanı olmak dayatılıyor. Durum göstermektedir ki, ne özellikle böylesi dönemlerde tüm maskelerinden sıyrılıp çıplak baskı ve zorbalık aygıtları olarak öne çıkan burjuva devletler ne de düzene aracılık yapan sosyal moderatörler işçilere, emekçilere ve gençliğe bir çözüm sunabileceklerdir. Toplumdaki öfke devrimci bir kanala yönlendirildiği ve devrimci partisiyle buluşabildiği oranda ise süresi dolmuş bu düzen asıl olması gerektiği yere, tarihin çöplüğüne gömülecektir.  

G. Devran

İLİŞKİLİ HABERLER