İstanbul Başakşehir Devlet Hastanesi COVID-19 Polikliniği'nde Eren'in, “nasılsınız, iyi misiniz?” sorusuna doktor, “fenayız, çok fena!” cevabını verdi. Gözlerinde optik gözlükleri, ağızlarında da basit toz maskeleri vardı. Sağlık Bakanlığı ise günlerdir, “sağlık çalışanlarının malzeme sıkıntısı yok” safsatasını pazarlıyordu.
Sabahleyin günlerin birikmiş yorgunluğundan zar-zor uyanmış, fabrika yolunu tutmuştu. Vardığında gün yeni aydınlanıyordu. Yine güneş doğmadan başlamıştı 350 işçi güne. Zilin çalmasıyla birlikte her biri geçti makinesinin başına. Her birinin üzerinde müthiş bir korku var. Bir taraftan salgın hastalığa yakalanmaktan korkuyorlardı, diğer taraftan da fabrikanın kapanma ihtimaliyle ücretsiz izne çıkarılmaktan. Fabrika yönetiminde de korku vardı. Ama onların ki farklı, virüs fabrikada yayılırsa üretime ara vermek zorunda kalacaklar. Anlaşılan o ki, korku da sınıfsalmış. Onlar virüsün kendilerine bulaşmasından korkmuyorlardı. Çünkü onlar dengeli beslenebiliyor, düzenli uyuyabiliyordu. Bağışıklık sistemleri yeterince güçlüydü. Ama işçiler öğle değil ki; geceli-gündüzlü çalışıyor, yarı aç yarı tok geçiyordu mesaileri.
Üretimin durabileceği korkusuyla bir dizi “önlem” aldı yönetim. Belki de birçok fabrikada alınmayan “önlemler” alındı orada. Yeterli değildi ki ama. Virüs hızla yayılıyordu. Fabrikalardan ölüm haberleri de geliyordu. Patron “pazarda iyi yer tuttuğu için” üretimi durdurmak istemiyordu. Fabrikanın hekimine de talimatı vermişti; “şüphelendiğini hemen gönder”.
Eren de o sabah şüphelenilecek durumdaydı. Soğuk soğuk terleyip üşüyor, halsizliği de giderek artıyordu. Ateşi 37.5'tu. İş yeri hekiminin yanına giderek durumunu anlattı. Hekim, hemen hastaneye gönderdi Eren'i.
Eren'in korkulacak bir durumu yoktu. Ağır çalışma koşullarından yorgun düşmüştü yalnızca. Virüs değil, patronun kâr hırsıydı onu bu duruma düşüren. Virüs mü, patron mu daha tehlikeli diye geçirdi içinden...
COVID-19 doktorunun sözleri ve zihnine kazınan bitkin halini düşündü sonra. O, insani bir görev, hekimlik etiği ve yaşamını sürdürmek için canı pahasına en kötü koşullarda çalışıyordu. Eren de milyonlarca işçi gibi azgınca sömürülüyor ve açlıktan ölmemek için çalışmak zorunda bırakılıyordu. Zorunluluk halini sorguladı sonra; “toplumsal yaşamın ihtiyaçlarının getirdiği bir zorunluluk mu yoksa birilerinin aşırı kâr hırsının getirdiği zorunluluk mu?”
Temel insani ihtiyaçların ticaret konusu olmadığı, emeğin sömürülmediği özgür, eşit bir dünya olan sosyalizm için mücadeleyi büyütmenin ne kadar acil olduğunu bir kez daha gördü.
Küçükçekmece'den bir metal işçisi