Sevgili Turati,
İtalya’daki durum bana şöyle görünüyor:
Ulusal kurtuluş sırasında ve sonrasında iktidar olan burjuvazi, utkusunu ne tamamlayabiliyor, ne de tamamlamak istiyor. Ne feodalizmin kalıntılarını yıktı, ne ulusal üretimi modern kapitalist modele göre yeniden düzenledi. Kapitalist rejimin göreli ve geçici yararlarını ülkeye paylaştırmak gücünden yoksun olduğu gibi, o sistemin bütün yük ve zararlarını ülkenin sırtına yıktı. Bunlar yetmiyormuş gibi, bir parçacık saygınlığı kalmışsa onu da kirli banka dolandırıcılıklarıyla yitirdi.
Bunun sonucu olarak emekçi halk -köylüler, zanaatkarlar, tarım ve sanayi işçileri- bir yandan, yalnızca feodal dönemden değil, ama antik zamanlardan miras kalan kötü uygulamalarla (ortakçılık, güneyde büyükbaş hayvanlara bırakılan latifundia*); öte yandan, burjuva sistemin şimdiye dek icat ettiği en açgözlü vergi düzeniyle ezildi. Öyle bir durum ki, tam Marx’ın dediği gibi:
“Bizler, kıta Avrupası’nın batısının tüm geri kalanı gibi, yalnızca kapitalist üretimin gelişmesinin değil, ama bu gelişmenin tamamlanmamış olmasının da acısını çekiyoruz. Modern kötülüklerin yanısıra, dünün mirası olan bir sürü kötülüklerin; çok eski üretim biçimlerinin alttan alta hala sürüp gitmelerinden doğan ve bunların kaçınılmaz olarak beraberinde getirdikleri çağdışı toplumsal ve siyasal ilişkilerin altında eziliyoruz. Yalnızca yaşayanlardan değil, ölülerden de acı çekiyoruz. Le mort saisit le vif!”**
Durum, bir bunalıma doğru gidiyor. Üretici kitleler, her yerde kaynaşma halinde; şurada burada ayaklanıyorlar. Bu bunalım bizi nereye sürükleyecek?
Apaçık görünüyor, sosyalist parti çok genç ve ekonomik durum nedeniyle, sosyalizmin hemen utku kazanmasını ummak için çok zayıf. Bu ülkede tarımsal nüfus, kent nüfusunu çok aşıyor. Geniş ölçekli pek fazla sanayi yok; bu nedenle kentlerde tipik proletarya oldukça az; zanaatkarlar, küçük esnaf, sınıf-dışı unsurlar -küçük-burjuvaziyle proletarya arasında yalpalayan bir kitle- çoğunluğu oluşturuyor. Bozulma ve çözülme sürecine girenler ortaçağın küçük ve orta burjuvazisi; çoğu henüz bugünün proletaryası değilse bile, geleceğin proletaryası. İşte her zaman ekonomik yıkımla karşı karşıya kalan ve umutsuzluğa itilen bu sınıf, yalnızca bu sınıf devrimci hareketin hem çoğu savaşçılarını hem önderlerini ortaya çıkarabilecektir. Toprağın parçalanması ve cahillikleri nedeniyle herhangi bir etkin inisiyatif göstermesi engellenen ama yine de güçlü ve kendisinden vazgeçilemez bir müttefik olacak olan köylüler bu hareketi destekleyeceklerdir.
Başarının şöyle ya da böyle barışçıl yoldan elde edilmesi halinde, basit bir hükümet değişikliği olacak ve “yeniden toparlanmış” cumhuriyetçiler, yani Cavallotti ve şürekası iktidara gelecektir; devrim olması halinde bir burjuva cumhuriyet ortaya çıkacaktır.
Bu olasılıkla yüzyüze gelen sosyalist parti nasıl bir rol oynamalıdır?
1848’den bu yana sosyalistlere en büyük başarıyı sağlayan taktikler, Komünist Manifesto’da ortaya konanlardır:
“İşçi sınıfının burjuvaziye karşı savaşımının geçmek zorunda olduğu çeşitli gelişme aşamalarında, [komünistler] her zaman ve her yerde, bir bütün olarak hareketin çıkarlarını temsil ederler. ... Komünistler işçi sınıfının acil hedeflerine ulaşılması ve o andaki çıkarlarının gerçekleşmesi için savaşırlar; ama şimdiki hareket içeresinde, bu hareketin geleceğini de temsil eder ve gözetirler.”
Dolayısıyla, iki sınıf arasındaki savaşımın her evresine aktif biçimde katılırlar; bunu yaparken, bu evrelerin ilk büyük amaca giden yalnızca çok sayıdaki aşamalar olduğu olgusunu hiçbir zaman gözden kaçırmazlar; ilk büyük hedef de, toplumu yeniden örgütlemenin aracı olarak siyasal iktidarın fethedilmesidir. Onların yeri, işçi sınıfının çıkarına doğrudan sonuçlara ulaşmak için savaşım verenlerin saflarıdır. Tüm bu siyasal ve toplumsal başarıları kabul ederler ama yalnızca alacağın taksidi olarak. Devrimci ya da ilerici her hareketi, kendi yürüdükleri doğrultuda birer adım sayarlar. Öteki devrimci partileri ileriye götürücü itkiyi vermek ve bunlardan biri utku kazanırsa proletaryanın çıkarlarını güven altına almak onların özel görevidir. Büyük amacı hiçbir zaman gözden kaçırmayan bu taktikler, ileri yürüyüşlerinin bir aşamasını sonal amaç sanan -saf cumhuriyetçiler olsun, duygusal sosyalistler olsun- öteki, daha az açıkgörüşlü partileri bekleyen kaçınılmaz düş kırıklıklarından sosyalistleri korur.
Bütün bunları İtalya’ya uygulayalım.
Çözülmekte olan küçük-burjuvazinin ve köylülerin utkusu, öyleyse; “yeniden toparlanmış” cumhuriyetçilerden oluşan bir hükümet kurulmasına götürebilir. Bu bize genel oy hakkı ve daha geniş bir hareket özgürlüğü (basın, toplanma, dernekleşme, polis tarafından izlenmenin önlenmesi, vb.) verecektir -bunlar hafife alınmaması gereken yeni silahlardır.
Ya da aynı insanlarla ve bir avuç Mazzini yanlısıyla bir burjuva cumhuriyet getirebilir. Bu da en azından şimdilik özgürlüğümüzü ve hareket alanımızı çok geniş ölçüde artıracaktır. Ve burjuva cumhuriyet, [Marx’ın dediği gibi] proletarya ile burjuvazi arasındaki savaşımın sonuca bağlanabileceği tek siyasal biçimdir; bunun Avrupa’da olabilecek yansımaları için bir şey söylemenin gereği yok.
Bu nedenle, şimdiki devrimci hareketin utkusu, bizi daha güçlü yapmaya, daha lehimize bir ortam oluşturmaya mahkumdur. Öyleyse bir kenarda durursak, “anılan” partiler karşısında kendimizi yalnızca olumsuz eleştiriyle sınırlarsak en büyük hatayı yapmış oluruz. Onlarla olumlu biçimde işbirliği yapmak durumunda kalacağımız an gelebilir. Kim bilir bu an ne zaman gelecek?
Bizim temsil ettiğimiz sınıfın hareketi olmadığı kesin olan bir hareket için, doğrudan hazırlıklar yapmak, apaçık ortada ki, bizim işimiz değildir. Cumhuriyetçiler ve radikaller, eylem saatinin çaldığına inanıyorlarsa, bırakalım tezcanlılıkları dizginlerini boşaltsınlar. Bizlere gelince, bu bayların bol keseden dağıttığı vaatlerle o kadar çok yanıltıldık ki, bu artık bir kez daha olmaz. Ne bildirileri ne fesatlıkları bizim kılımızı kıpırdatmalıdır. Her gerçek halk hareketini desteklemek zorundaysak, bizim proletarya partimizin güçlükle oluşturulan çekirdeğinin, boşu boşuna kurban edilmediğini ve yararsız yerel isyanlarda kesilip biçilmediğini de en az o kadar görmek zorundayız.
Ama bunun tersine, hareket gerçekten ulusal ise, bizim insanlarımız onlardan öyle bir istemde bulunulmaksızın o harekete katılacaklardır, ve söylemeye gerek bile yok, böyle bir harekete katılacağız. Ama böyle bir durumda bizim bağımsız bir parti olarak katıldığımız, radikallerle ve cumhuriyetçilerle o an için ittifak yaptığımız, ama onlardan tamamıyla farklı olduğumuz açık-seçik bilinmeli ve bunu biz olanca gücümüzle ilan etmeliyiz; utku kazanılması durumunda, savaşımın sonucu hakkında herhangi bir yanılsamaya kapılmadığımızı ilan etmeliyiz; bu sonucun, bizi tatmin etmek bir yana, bizim için kazanılmış bir başka aşama, daha ileri fetihler için yeni bir harekat üssü demek olduğunu ilan etmeliyiz; utkunun ilk gününde yollarımızın ayrılacağını belirtmeliyiz; o günden itibaren bizim, hükümete karşı yeni muhalefeti oluşturacağımızı, gerici değil ilerici olan, o ana kadar kazanılan alanın ötesine geçen, yeni fetihler için ilerleyen aşırı sol muhalefet oluşturacağımızı ilan etmeliyiz.
Ortak utkudan sonra yeni hükümette bize birkaç sandalye önerilebilir, ama böylece biz her zaman azınlık kalırız. En büyük tehlike budur. 1848 Şubatından sonra Fransız sosyalist demokratlar (Reforme’dan*** Ledru-Rollin, Louis Blanc, Flocon, vb.) böyle makamları kabul etme hatasına düştüler.**** Hükümetin azınlık kanadı olarak, cumhuriyetçilerden oluşan çoğunluğun, işçi sınıfına karşı giriştiği bütün kepazeliklerin ve ihanetin sorumluluğunu, kendi rızalarıyla paylaştılar; hükümette yer almaları bir yandan da, temsil ettiklerini söyledikleri işçi sınıfının devrimci eylemlerini kötürüm etti.
Bütün bunlar benim kişisel görüşlerim; sorulduğu için belirttim ve olabildiği kadar az sözle dile getirdim. Tarafımdan salık verilen genel taktiklere gelince, yıllar boyunca ben o taktiklerin etkin olduğunu gördüm. Beni hiç yanıltmadılar. Ama o taktiklerin, İtalya’nın bugünkü koşullarına uygulanmasına gelince, bu yerinde kararlaştırılması gereken bir başka konudur ve ancak olayların ortasında bulunan kişilerce kararlaştırılabilir.
Londra, 26 Ocak 1894
Dipnotlar
* Latince Latifundium sözcüğünün çoğulu: latus (geniş) ve fundus (malikane) sözcüklerinden türetilmiş, feodal türden toprak mülkiyeti.
** Ölüm yaşayanı yakalar.
*** La Reforme- Küçük-burjuva demokrat cumhuriyetçilerin ve küçük-burjuva sosyalistlerin, 1843'ten 1850'ye dek Paris'te yayınlanan günlük gazetesi.
**** 24 Şubat 1848'de kurulan Fransız Cumhuriyeti geçici hükümeti kastediliyor. O hükümette ılımlı burjuva cumhuriyetçiler, sandalyelerin çoğuna sahipti
(Marks-Engels, Seçme Yazışmalar, Cilt 2, Sol Yayınları, s. 299-303)