Avrupa'nın Gündemi | İsveç ve Finlandiya NATO üyesi olacak mı?

Avrupa'nın gündeminde bu hafta İsveç ve Finlandiya'nın haziran ayında Madrid'de yapılacak NATO zirvesine kadar NATO üyeliği ile ilgili karar vermek istemesi yer aldı.

  • Çeviri
  • |
  • Basın derleme
  • |
  • 17 Nisan 2022
  • 10:55

Rusya’nın Ukrayna’ya saldırısı şimdiye kadar tarafsız kalmayı tercih eden İsveç ve Finlandiya’nın NATO’ya üyeliğini gündeme getirdi. Her iki ülke haziran ayında Madrid’de yapılacak NATO zirvesine kadar bu konuda karar vermek istiyor.

Fransa’da cumhurbaşkanlığı seçimi ikinci tura kaldı. Birinci turda ilk sonuçlara göre mevcut Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron oyların yüzde 27.6’sını, aşırı sağcı rakibi Marine Le Pen ise yüzde 23.4’ünü aldı. İki aday 24 Nisan’da ikinci turda karşı karşıya gelecek. 5 yıl önceki senaryonun aynısı ile karşı karşıya kaldığımız süreçte “Ne Macron, ne Le Pen!” Sosyal blokun ve işçilerin birliğini talep eden sesler yükseliyor. Fransa İşçileri Komünist Partisi (PCOF) açıklamasında sınıf mücadelesini güçlendirme çağrısında bulunuyor. 

İsveç, Finlandiya ve NATO

Jens Matter
Telepolis

13 Nisan 2022 Çarşamba günü, nasıl yorumladığınızdan bağımsız olarak, İsveç ve Finlandiya’nın olası NATO üyeliği konusundaki anlaşmazlık için “tarihi bir gün” idi. Bir yanda orta tabaka gazetesi Svenska Dagbladet, İsveç Başbakanı Magdalena Andersson’un üyelikten yana olduğunu söyledi. Gizli bilgiler yayına açıktır. En azından bilginin önemli bir zamanda yayımlandığı söylenebilir: Andersson, o gün Finlandiyalı mevkidaşı Sanna Marin ile iki ülkenin NATO üyeliğini görüşmek üzere Stockholm’de bir araya geldi. Andersson ortak basın toplantısında, “Durumu analiz etmeli ve İsveç halkı için en iyisinin ne olduğunu görmeliyiz. İşleri aceleye getirmemeliyiz” dedi. Bu yönde yazılmış bir habere cevap vermedi. Rusya’nın bağlantısız Ukrayna’ya saldırmasından bu yana hem resmi olarak tarafsız ülkelerdeki halk hem de politikacılar alarma geçti. Marin Andersson Finlandiya’nın salı gününden bu yana Helsinki’de parlamento önünde duran NATO üyeliğine ilişkin değerlendirmesini Stockholm’e getirdi. Bu her iki ülkenin de bu önemli güvenlik sorununda yakın iş birliği içinde olduğuna dair bir işaretti. Marin, “Finlandiya’nın kararı aylar değil haftalar içinde verilecek” dedi. Doğu komşusuyla 1300 kilometrelik bir sınırı paylaşan ülkede, anketler yüzde 68’in katılımdan yana olduğunu gösteriyor. Finlandiya Dışişleri Bakanı Pekka Haavisto’nun Helsinki’de düzenlediği basın toplantısında sunduğu güvenlik analizi, İsveç dahil birçok medyanın yorumuna göre NATO üyeliğini öneriyor. Analizden elde edilen cümleler buna atıfta bulunuyor. Örneğin: “Finlandiya ve İsveç NATO üyesi olurlarsa, Baltık Denizi bölgesinde askeri güç kullanımına yönelik engelleme eşiği yükseltilecek ve bu da bölgenin uzun vadede istikrarını güçlendirecektir.” deniyor. Bununla birlikte, sosyal demokrat azınlık hükümetinden birinin liberal Expressen gazetesi aracılığıyla bilgi sızdırdığı ve bunun da NATO muhaliflerini güçlendirdiği söyleniyor: Dolayısıyla ne ABD ne de NATO, askeri açıdan iyi konumlanmış Finlandiya’ya katılım garantisi vermiyor. Bu, NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg’in defalarca prosedürün sorunsuz ve hızlı bir şekilde işleyeceğine dair söz vermesine rağmen böyle. Genel olarak, katılımın açıklandığı aşama en tehlikeli aşama olarak kabul edilir, çünkü Rusya o zaman ülkenin kararını öğrenecektir ve NATO da üye ülkelerinden herhangi bir koruma almamıştır. Bu ek belirsizlik stres faktörünü artırıyor ve Moskova muhtemelen üyeliği reddedilen bir adayı düşman olarak görmeye devam edecek. Kremlin Sözcüsü Dmitri Peskov bu hafta başlarında sky News aracılığıyla iki ülkeyi katılımın Avrupa’nın güvenliğine katkıda bulunmayacağı konusunda uyardı: “NATO, çatışmaya yönelik bir araç olabilir.” Yukarıda belirtilen bilgilerin açıklanması belki de hükümette üyeliğe şiddetle karşı çıkan sosyal demokratların bir eylemi miydi? Uzun bir süre İsveç’teki sosyal demokratlar, “ittifak özgürlüğünün” sadık savunucuları olarak görüldüler; Andersson üyeliği tartışmayı mart ayının sonuna kadar kabul etmedi. Geleneksel partide, partiye bağlı Aftonbladet gazetesinin yorumlarına göre, İsveç’i 1970’lerde iki blok arasında bir ara bulucu ve “üçüncü yol” olarak tanıtan Olof Palme çizgisinin hâlâ birçok destekçisi var.

Burjuva partileri ve şimdi de sağcı İsveç demokratları bu yoldan yana olsalar da İsveç’te parlamentoda yüzde 75’lik bir çoğunluk gerekli. Ve yoldaşları Andersson’a karşı çıkabilirler. Buna ek olarak, görünüşe göre halkın gölgesinde bir alternatif geliştiriliyor: İsveç Savunma Bakanı Peter Hultqvist ve Finlandiyalı mevkidaşı Antti Kaikkonen’in ikili bir savunma ittifakını tartıştıkları söyleniyor. ABD’nin buna dahil olması öngörülüyor. Bu girişim, geçen hafta Helsinki’deki hükümet koalisyonuna liderlik eden Finlandiya sosyal demokratlarının Dış Politika Sözcüsü Erkki Tuomioja tarafından açıklandı. Helsinki merkezli İsveç gazetesi Huvudstadbladet girişimin İsveç’in azınlık sosyal demokrat hükümetinden geldiğine inanıyor. Bu görüşmeler, yıllardır NATO üyeliğini savunan Finlandiya Cumhurbaşkanı Sauli Niinistö tarafından mart ayı sonunda başlatılmıştı. Hultqvist müzakereler hakkında yorum yapmak istemiyor, ancak ülkesinin NATO üyeliğine muhalif olarak görülüyor. İsveç’te, en geç 31 Mayıs’a kadar parlamentoya sunulacak olan bir güvenlik analizi hazırlanmakta. Mümkünse, sosyal demokratlar tarafından yönetilen her iki ülke de ortak bir zaman aralığında -haziranda, 29 ve 30 Haziran’da Madrid’de yapılacak NATO zirvesinden önce- bir karar almak istiyor. Her iki ülkenin de uzun bir uyumsuzluk geleneği var -İsveç resmi olarak 1814’ten beri tüm ihtilafların dışında kaldı, Finlandiya 1917’de kurulduğundan beri 1941’den 1944’e kadar Nazi Almanyası ile iş birliği dışında herhangi bir ittifak içinde olmadı. Ancak 2014’teki Ukrayna krizinden bu yana iki ülke NATO ile daha yakın çalışıyor. Baltık bölgesinde ortak manevralar yaptılar. İsveç’te, stratejik açıdan önemli Gotland Adası, Baltık devletlerinin hava sahası oradan kontrol edilebildiği için tehlikede kabul ediliyor. Her iki İskandinav ülkesi de eylül 2020’de, ilgili hükümetin diğer ülkeye yardım etmek istiyorsa parlamentoya danışmak zorunda olmadığını öngören bir savunma anlaşması imzaladı.

Çeviren: Semra Çelik

Hayat pahalılığı küresel bir acil durum

Guardian
Başyazı

İngiltere, halkının on yıllardır görmediği bir sosyal ve ekonomik krize doğru gidiyor. Temel ihtiyaç maddelerinin fiyatı hızla yükselirken, hane halkı yakıt faturaları bu sonbahar yıllık 2 bin 400 sterlini (yaklaşık 46 bin TL) aşma yolunda ilerliyor. Bu arada, ekonomi durağanlaştı ve ortalama maaş, mart ayında yüzde 7 ile 1992’den bu yana en yüksek orana ulaşan enflasyonun gerisinde seyretmeye devam ediyor. Yoksulluk ve eşitsizlik konusunda çalışma yürüten yardım kurumlarının ve analistlerin yaptığı karamsar uyarılara şaşmamalı. Bir projeksiyona göre, her üç Britanyalıdan biri, yani 23.5 milyon kişi, bu yıl yaşam masraflarını karşılayacak durumda olmayacak.

Diğer ülkeler de aynı fırtınalarla sarsılıyor: Pandemi, ardından yükselen gıda ve yakıt fiyatları ve ardından Rusya’nın Ukrayna’yı işgali ve bunun temel ihtiyaç maddelerinin fiyatında yeniden büyük bir artışa yol açması. Aradaki fark, diğer çoğu ülkenin bizim zenginliğimize, sosyal güvenlik sistemine veya altyapımıza sahip olmamasıdır. Buralarda hissedilen yıkımı bir düşünün. BM’nin Gıda ve Tarım Örgütü (FAO), Somali’de önümüzdeki iki ay içinde 6 milyondan fazla insanın “kriz, acil durum veya felaket seviyelerinde açlığa” düşeceğini tahmin ediyor.

Güney Etiyopya ve Kenya’yı da eklediğinizde, toplam “kriz veya daha kötüsü” ile karşı karşıya kalan kişi sayısı 16 milyona çıkıyor. Kısa, bürokratik, ekonomik bir ifade olan “kriz veya daha kötüsü”, hayal edilemeyecek insan travmasına işaret ediyor: Çocuklarınızı doyurmak için ihtiyacınız olan her şeyi satmak, ailenizi geride bırakmak ve geçim için kilometrelerce dolaşmak. Bu tür zorluklarda ayakta kalmak için çok fazla şansa ihtiyacınız var.

Şimdi Afrika’dan Asya’ya ve Latin Amerika’ya kadar ailelerin başına gelen bu kaderi hayal edin, çünkü önümüzde bu var. Oxfam, yalnızca bu yıl 260 milyon insanın aşırı yoksulluğa itileceğini, yani günde 1.90 dolarla geçineceğini tahmin ediyor. Bunlar, şimdiye kadar büyük ölçüde göz ardı edilen çok büyük rakamlar. Küçük bir örnek vermek gerekirse: Bu yılın başında, FAO Somali’deki çiftçi aileleri için 138 milyon dolarlık yardım talebinde bulundu; aradan geçen dört aya rağmen, hâlâ bu sayının üçte ikiye yakını eksik. Zengin dünyanın çoğu, hükümetleri, haneleri ve işletmeleri Ukrayna’ya yardıma odaklanmış durumda, ancak ne yazık ki Ukrayna, umutsuzca yardıma ihtiyacı olan birçok ülkeden sadece biri.

Hem İngiltere’de hem de uluslararası alanda bazı basit şeyler yapılabilir. Maliye Bakanı Rishi Sunak, uluslararası yardım bütçesinden kestiği milyarları derhal geri koyabilir. Önümüzdeki hafta, dünyanın dört bir yanından maliye bakanları, IMF ve Dünya Bankasının bahar toplantıları için Washington DC’ye uçacaklar. Orada, Afrika Boynuzu, Afganistan ve başka yerlerde ihtiyaç duyulan insani yardımı telafi etmeyi kabul edebilirler. Yoksul ülkelerin borçlarını yeniden yapılandırabilir, ödenemeyen kredileri iptal edebilir ve diğerlerinin faiz ödemelerini askıya alabilirler…

Zengin dünyanın kovid aşıları üzerindeki patentlerden feragat etmemesi veya daha fakir ülkeleri bunları üretmeleri için desteklememesi öfkeye yol açıyor. Ve pandemi sırasında çılgınca zenginleşenlerden, daha sonra gelirlerini uzay yolculuğuna veya sorunlu sosyal medya şirketlerindeki hisselere harcayanlardan alınan bir servet vergisinin ülkeler arasında uygulanma zamanı geldi.

Yukarıdakilerden en azından bazılarını yapmamanın insan yaşamında, jeopolitik istikrarda, finansal piyasalarda yüksek maliyeti olacaktır. Bu hafta, Sri Lanka’da, binlerce protestocu cumhurbaşkanını devirme talebiyle Colombo sokaklarına çıkarken bile, dış borçlarını ödemeyeceği konusunda uyardı. Daha fazla domino taşının düşmesi kaçınılmaz.

Çeviri: Dış Haberler Servisi

Gericiliğe, hayat pahalılığına ve savaşa karşı...sınıf mücadelesini geliştirmek! *

Hayat giderek pahalılaşıyor. Krizden kâr eden azınlık ile alışveriş yapmaya, barınmaya, tıbbi bakım almaya zorlanan nüfusun büyük çoğunluğu arasında eşitsizlikler artıyor... 2017’den bu yana iş kanununun ve işçilerin toplu korunmasının çiğnenmesi devam etti. İşten atmalar giderek kolaylaşırken, işsizlik sigortası reformu binlerce işsiz insanı haklarından mahrum etti. Pandemi döneminde verilen sözlere rağmen halen personel sıkıntısının önemli olduğu kamu hastanelerinde yatak kesintileri devam etti. Okul sistemi giderek daha seçici olmaya devam etti. Gençler için çalışma koşulları kötüleşirken, hayatın diğer ucunda, huzurevleri skandalı bu toplumun yaşlılara ne kadar az saygı duyduğunu gösteriyor.  

Macron’un 5 yıl daha sürdürmek istediği bu politikadır.

Aşırı sömürüye ve iş alanında yıpranmaya verdiği cevap? 64 veya 65 yaşında emeklilik! Sosyal krize verdiği cevap? Yoksulluk devlet yardımı alanları damgalamak, 25 yaşın altındaki gençlere bu yardımı reddetmeyi inat etmek! Ekonomik krize yanıtı? Hissedarlarının kârını kurtarmak için büyük şirketlere dağıtılan milyarlar ve en güvencesiz kişilere “küçük jestler” yapmak! Ekolojik krize tepkisi? Nükleer enerjinin güçlenmesi! Aşırı sağa verdiği yanıt? Polis devleti ve diğer yandan toplumsal protestonun kriminalize edilmesi. Ukrayna’daki savaşın yarattığı endişelere cevabı? NATO içinde daha derin bir taahhüt ve yeniden silahlanma yarışı! Gerçek bağımsızlığı arzulayan Afrika halklarına verdiği cevap? Sahel’de emperyalist savaşın devamı…

Marine Le Pen’e bir oy bile gitmesin!

Le Pen bir kez daha cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ikinci turuna kaldı. Macron’a karşı birikmiş öfkeyi kendi yararına kullanmak istiyor ve başta Zemmour olmak üzere siyasi yelpazedeki en gerici kesimin desteğini alıyor. Kendine verdiği sosyal imaja rağmen programı aşırı sağcı, gerici, işçi karşıtı, ırkçı, Müslüman karşıtı, halkı bölmeyi, polis devletini güçlendirmeyi hedefliyor... 

Oylarımızı zenginleri, patronları ve silah tacirlerini temsil eden Macron’a vermeyeceğiz!

Cumhurbaşkanı zenginlerin öne sürdüğü kişidir ve yeniden seçilmesini sağlamak için mümkün olan her şeyi yapacaklardır. Kendisinin ve öncüllerinin politikası aşırı sağın yükselişine katkıda bulundu. Biz işçiler, gençler, halk kitleleri kadınları, yıllardır mücadele etmekten vazgeçmediğimiz bu politikadır. Bu nedenle Macron’a oy verilmesi yönündeki emirleri reddediyor ve bu emperyalist kapitalist sisteme karşı mücadelenin geliştirilmesi çağrısında bulunuyoruz.

Sınıf mücadelesini geliştirmek:

Tükenmiş kapitalist-emperyalist sistemin bize dayattığı krizlerin, savaşların bedelini ödemeyi reddedelim, sınıf mücadelesini şirketlerde, mahallelerimizde, sokaklarda geliştirelim. 1 Mayıs 2022’yi büyük bir seferberlik, dayanışma ve mücadele buluşması yapalım.

Marine Le Pen’e oy yok!

Oylarımızı zenginleri, patronları ve silah tacirlerini temsil eden Macron’a vermeyeceğiz.

*Fransa İşçileri Komünist Partisi (PCOF) Merkez Komitesi

Çeviren: Diyar Çomak

Evrensel / 17.04.22