Türkiye işçi sınıfının mücadelesi Osmanlı İmparatorluğu döneminden bugünlere uzanan bir süreci kapsıyor. 1910 yılının ardından başlayan sanayileşmeyle ve fabrikaların açılmasıyla; demiryollarının, madenlerin işlemesi için kırdan gelen emekçilerin büyük şehirlerde kölece çalıştırılmasıyla birlikte işçi sınıfının toplumdaki yeri belirginleşmeye başladı. Buna paralel olarak işçilerin mücadelesi de başladı. Demiryollarında, madenlerde ve ipek dokuma fabrikalarında işçilerin grev ya da eylemleri baş gösterdi. O dönemde işçilerin sendikalaşma arayışı da yaygınlaştı.
Kuruluşundan bu yana emekçileri ezen, sömürücü sınıfların çıkarlarını gözeten burjuva devlet ise işçi sınıfının gelişen mücadelesini filiz halindeyken kırmak için saldırıya geçti. İşçi örgütleri kapatıldı, örgütlenmeler ve eylemler yasaklandı. Baskılara rağmen yaşanan bazı grevler ise kolluk kuvvetlerinin şiddetiyle bastırıldı. Yani burjuva cumhuriyet kuruluş aşamasından itibaren, işçi sınıfına “soluk aldırmama” politikasını esas aldı.
***
İkinci emperyalist paylaşım savaşı sırasında halk açlık çekerken yaratılan karaborsa pazarında servet biriktirerek palazlananlar savaşın ardından ilk fabrikaları kurmaya başladılar. 1950’li yılların başlarıyla birlikte Türkiye’deki kapitalist sanayileşmenin gelişimi hızlanırken işçi sınıfı da hem nicel hem nitel açıdan hızlı bir gelişim sürecine girdi.
1950’li yıllarda sermayedarların “yeni temsilcisi” olarak CHP’nin içinden çıkan Demokrat Parti (DP) iktidara gelmişti. Seçim propagandalarında grev hakkını tanımak dahil işçi sınıfına birçok vaatte bulunan DP, iktidara geldiğinde tam tersini yaptı. Çalışma ve yaşam koşullarını ağırlaştıran iktidar, 50’li yıllarda sanayide çalışmaya başlayan işçi sınıfının boynundaki zinciri daha da kalınlaştırdı. Emeği/alınteri gasp edilen, kölece çalışma ve yaşam koşullarına mahkûm edilen işçi sınıfı kimi çıkışlar yapsa da 50’lili yılları nispeten “sakin” geçirdi.
60’lı yıllarla birlikte işçi sınıfının hareketlenmeye başlaması, geride kalan “sakin” on yılın bir tür “olgunlaşma dönemi” olduğuna işaret ediyor. 1961’de yüzbinlerin alanı doldurduğu Saraçhane Mitingi ile mücadele sahnesine güçlü bir çıkış yapan işçi sınıfı, ülkede yeni bir dönemi başlatacağının işaretlerini verdi. Saraçhane’de başlayan bu coşkulu/militan eylem çizgisi Kavel’de, Paşabahçe’de, Derby’de, Sungurlar’da, Alpagut’ta, anti-emperyalist mücadele alanında devam etti ve 15-16 Haziran Büyük İşçi Direnişi ile doruğa çıktı.
Sınıf mücadelesi tarihine altın harflerle adını yazdıran Kavel direnişinin o süreçte özel bir yeri var. Bundan 61 yıl önce ortaya koyduğu değerler ve kazanımlar ile Kavel direnişi ayrı bir öneme sahiptir. Kavel işçilerinin yazdığı direniş manifestosuna özel bir değer biçmeli, Kavel’in öyküsünü anlamalı ve işçi sınıfına döne döne anlatabilmeliyiz.
***
Kavel, işçi sınıfının fiili-meşru mücadele çizgisinin hayata geçirilmesinin öyküsüdür. 28 Ocak 1963’te Türk-İş’e bağlı Maden-İş çatısı altında örgütlenen Kavel Kablo işçileri, kapitalistin dayattığı düşük ücrete, ustabaşının baskısına, arkadaşlarının işten atılmasına ve haklarının gasp edilmesine karşı örgütlü olmanın gücüyle yanıt verdiler. Üretimden gelen gücünü kullanan 170 işçi üretimi durdurur ve makine başlarında beş günlük bir oturma eylemi başlatır. Kapılara atılan kaynaklarla fabrika beş gün boyunca işgal edilir. Beşinci günde işgal yerini greve bırakır. İşçilerin gösterdiği kararlı, militan tutumu kırmak için kapitalistin on işçiyi işten çıkarması ne grevi ne onurlu direnişi kırabilir. İşçilerin açtığı grev çadırı sermayeye karşı yükseltilen mücadelenin mevziisi haline getirilir.
Direnişin karşısında aciz kalan sermayedar ise devletin kolluk kuvvetlerini yanına çağırarak direnişi kırmak ister. Greve çıkan işçilere yönelik gerçekleştirilen polis saldırısında dokuz işçi yaralanır, otuza yakın işçi gözaltına alınır, bazı işçiler tutuklanır. Direnen işçilere yönelik gerçekleştirilen saldırının ardından fabrikanın bulunduğu İstinye mahallesindeki halk işçileri sahiplenmek için fabrikanın önüne gelir. 170 işçinin başlattığı fiili-meşru direniş toplumun da sermayeye karşı direnişine dönüşür. İstinye halkının ve diğer fabrikalardaki işçilerin dayanışmasıyla grev kararlılıkla sürdürülür. Kavel artık sermayeye karşı direnişin yazıldığı destansı bir öykü olmuştur.
İşçilerin kararlı, militan duruşlarıyla grev 36. gününde kazanımla sonuçlanmıştır. 1961 yılında başlayan işçi eylemlerinin ardından anayasaya her ne kadar grev hakkı maddesi konsa da bunun pratikte bir karşılığı olmamıştır. Kavel işçilerinin fiili-meşru mücadele hattını izleyerek yaktıkları direniş ateşi işçi sınıfına grev hakkı gibi büyük bir silahı kazandırmıştır. İşçilerin ve mahalle halkının birlikte ilmek ilmek ördüğü direnişin sonrasında artık yasalarca da kabul edilmiş bir grev hakkı vardı. Türkiye işçi sınıfı tarihine adını altın harflerle nakşeden Kavel direnişi, işçi sınıfına grev silahını armağan etmiştir.
***
61 yıl önce Kavel işçilerinin yaktığı mücadele ateşinin aydınlattığı yolu takip eden Greif işçileri bundan 10 yıl önce 10 Şubat 2014’te 60 gün süren şanlı işgali başlattılar. Devrimci işçiler öncülüğünde kenetlenen işçiler Kavel işçilerinin yaptığı gibi “arkadaşım yoksa üretim de yok” dediler. Taşeronluk sistemi altında kölece çalışmaya ve düşük ücret zammına karşı taleplerini belirleyen Greif işçileri işgal ateşini yaktılar. 61 yıl önce Kavel’den yükselen “İşgal, grev, direniş!” haykırışı Hadımköy’deki haramilerin başında patlıyordu. Kavel’in yarattığı değerleri kendine rehber edinen onurlu 850 Greif işçisi, yükselttiği mücadele ve bıraktığı deneyimlerle sınıf hareketinin devrimci geleceğini temsil ediyordu. Kavel’in öyküsünü okuyan ve yeni Kavelleri mücadele alanında yaratan bu direniş manifestosunun adı Greif olmuştu.
Yeni Kavelleri, Alpagutları, Tarişleri, Greifleri ve Metal fırtınasını yaratmak için sorumluluğumuz ve görevlerimiz işçi sınıfını devrimci önderlik altında birleştirmek ve devrimci bir sınıf hareketini var edebilmektir. Kavel’den Greif’e sınıfın yükselen “İşgal, grev, direniş!” şiarını kuşanalım ve tarihimizdeki direnişlerden aldığımız güçle geleceği kazanmak için örgütlü mücadeleyi yükseltelim.
K. Sönmez