“İşgal, grev, direniş!” şiarını yükselterek fabrikalarını işgal eden Greif işçilerinin görkemli eylemi 10. yıldönümünde. Süreç 31 Mart yerel seçimlerine doğru akarken, icazetin değil fiili-meşru mücadelenin esas olduğunu ispatlayan bu direnişi anmak daha bir anlam kazanıyor.
10 Şubat 2014 yılında gerçekleşen Greif direnişi, Türkiye’de faşist cuntadan sonra 1989 Bahar eylemleriyle gelişen sınıf hareketinin en ileri politik çıkışlarından biridir. Tümüyle sınıf devrimcilerinin emeğinin ürünü olan devrimci bir işçi eylemidir. Dolayısıyla dinci-faşist rejimin işçi sınıfı ve emekçilere azgın bir şekilde saldırdığı bugün, direnişi geniş işçi bölüklerine tanıtmak, anlatmak ve örnek alınmasını sağlamak için çaba harcamak özel bir önem taşımaktadır.
Bugün de birçok açıdan işçi sınıfına yol gösteren Greif direnişinin 10. yılını selamlamak, direnişin iz bırakan bazı yönlerine bir kez daha değinmek istiyoruz.
Bu görkemli işçi direnişi, bir Amerikan tekeli olan Greif Çuval fabrikasında 850 işçinin yazdığı gerçek bir hikayedir. Bu hikâye, 2014 yılının 10 Şubat’ında, fabrikada taban örgütlenmesine dayalı başlatılan, devrimci bir önderliğin yön verdiği bir direnişi anlatıyor. 106 gün süren, bunun 60 gününü fabrika işgali şeklinde gerçekleştiren bu direnişin kahraman işçilerini anlatıyor. Greif işgali yüzlerce işçinin tek yürek ve tek yumruk olduğu kolektif bir iradenin ürünüydü. Gücü ve kararlığı buradan geliyordu.
Direnişin devrimci öncüleri net bir politik bilinç açıklığıyla, aylara yayılan bir emekle örgütlenme süreçlerini ilmek ilmek ördüler. Bu süreci titiz bir disiplin ve gizlilik içerisinde başarıyla tamamladılar. Tüm süreçlerde ve işgalin son gününe kadar, devrimci öncü işçiler, diğer sınıf kardeşleriyle sarsılmaz bir güven ilişkisi yaratarak yol aldılar. Bu sayede tabanda öncü devrimci işçilere karşı tereddütsüz güvenin oluşmasını sağladılar.
Fabrikanın 44 taşeron firmadan oluşması Greif direnişinin en büyük zorluk alanıydı. Bu zorluğu aşmak için fabrikadaki işçileri bölümlere ayırarak 15 ayrı komitede topladılar. Bu komitelerin üstünde işgal ve direnişe yön veren merkezi bir komite oluşturuldu. 10 Şubat’ta startını verdikleri işgal eyleminin bildirisi “Zincirlerimizi kırıyoruz!” başlığını taşıyor, direnişçi işçiler kendilerini “İşgalci Greif işçileri” olarak tanımlıyordu.
60 gün süren işgali tek bir cümlede toparlayabilsek eğer, burada söyleyeceklerimiz belki abartılı gelebilir. Fakat değil. Bu işgal ve direniş, Türkiye işçi sınıfının mücadele tarihinde ilk kez, Greif işçileri şahsında sınıfın, sınıf devrimcileri şahsında devrimci sınıf partisiyle buluştuğu tarihi değerde bir eylemdir. Diğer bir ifadeyle söyleyecek olursak, sosyalizm ile sınıf hareketinin nasıl birleşip kaynaşabileceğini görmemize imkanı sundu bu direniş. Greif yönetiminin oyunlarına, devletin baskılarına, sendika ağalarının ihanetine karşı işçilerin kararlılıkla direnmesi de bu sayede mümkün olmuştur. Bazı istisnalar dışında sol akımların yalnız bıraktığı bu görkemli direniş, buna rağmen iki ay boyunca işgal eylemini sürdürebilmiştir.
Greif işgali, devrimci bir işçi eylemiydi. Her şeyden önce doğrudan işçi demokrasisine dayalıydı. İşçi demokrasisi büyük bir titizlikle uygulandı. Bütün önemli kararlarda işçilerin onayı alındı. İşçilerin onayı olmadan komitelerin herhangi bir yetki kullanma hakkı yoktu. Fabrikanın bir bölümü işçiler için üniversiteye çevrildi. İşçiler burada devrimci eğitim aldılar. Emek nedir? Sermaye nedir? İşçiler nasıl sömürülüyor? Bu çark nasıl işliyor? Sınıflar ve sınıf mücadelesi, sendikalar ve sendikal bürokrasi, kadın sorunu, 8 Mart, 1 Mayıs, vb...
En önemlisi, işgalin 60. gününde Greif işçileri, devletin yüzlerce polisinin direnişi kırmak için kullandığı vahşi şiddetle yüzyüze kaldılar. Bizzat mücadele içinde burjuva iktidarın “demokrasi”sinin gerçek yüzünü gördüler.
İşgalci Greif işçileri fabrika içinde kültür-sanatla da uğraştılar, kendi mizahlarını yaptılar. Kendi sınıfının sanatçılarıyla tanıştılar. Kendi tarihleri üzerine yeni bilgiler edindiler. Önceleri tek tek kadın ve erkek işçilerdi onlar. Direniş sürecinde aldıkları bu temel eğitimlerle tek bir sınıfa ait olduklarının bilincine ulaştılar. Kadın ve erkeklerin eşit olması gerektiğini, bunun için ise kadın ve erkek işçilerin omuz omuza mücadele etmeleri gerektiğini yaşayarak öğrendiler.
Bunlar ezbere söylenmiş sözler değil, direnişin pratik deneyimlerinden bazıları. Zira hakkında konuştuğumuz Greif işgali ve direnişidir. Bu bağlamda direnişin hemen ilk günlerinde başı kapalı direnişçi bir işçi kadının söylediklerini bir kez daha hatırlatalım:
“Ben her gün fabrikada işbaşı yaparken önümdeki makineden başka hiçbir tarafa bakmazdım. Aynı bölümde çalışan hiçbir erkek işçi arkadaşın elini sıkıp tokalaşmazdım, gözümü kaldırıp onlara bakmazdım. Fakat direniş başladıktan sonra ilk gün bir kısım kadın erkek işçi kol kola girip horan tutmasına, ben de çok rahatlıkla hemen katıldım ve o gün büyük mutluluk hissetim kendimde.”
Greif işçilerinin bu direnişle yaşadıkları köklü değişime ilişkin onlarca örnek var arşivlerinde.
Greif direnişine ilişkin söylenecek o kadar çok şey var ki... Fakat burada direnişin iz bırakan ve önemle vurgulanması gereken bir iki noktasına değinmek istiyoruz.
Greif direnişçileri, devletin saldırılarının yanı sıra, üyesi oldukları ve başında Rıdvan Budak gibi tescilli bir işçi satıcısının bulunduğu DİSK-Tekstil’in ihanetine uğradılar. Sendikal bürokratik kast da, sermayenin uşaklığını yapan Rıdvan Budak’ın başında bulunduğu çetenin arkasında saf tuttu. Bu utanç verici tutuma solcu olma iddiası taşıyan bazıları da ortak oldu. Bu işçi satıcıları işi direnişçi işçilere yönelik fiziki saldırılara kadar vardırdılar. Ama bu sefer işleri kolay değildi. Zira karşılarında devrimci öncüsüyle et-tırnak gibi kaynaşmış, kavga içinde bilenmiş işçiler vardı. Greif işçileri kararlılıkla bu saldırıları geri püskürttüler ve bu hainlerin ihanetlerini bir bir teşhir ettiler.
İçlerinden daha kudurgan bazılarına ise diz çöktürtüp saldırıya uğrayan işçilerden özür dilettiler. İhanet şebekesinin elbaşı Rıdvan Budak günlerce kayıplara karıştı. Ama direnişin gücü DİSK’in öteki yöneticilerini Greif işçileriyle muhatap olmaya zorladı. Direnişin devrimci öncüleri sendikal ihaneti bir bir anlatırken, onlar bir adım arkada başlarını önlerine eğerek kuzu kuzu dinlemek zorunda kaldılar. Tek başına bu olay bile Greif direnişinin, Türkiye işçi sınıfının mücadele tarihinde ayrı bir yerde olduğunu kanıtlamaya yeter.
Greif direnişi ve işgali, yürünecek yolda sınıf devrimcilerinin elinde bir meşaledir artık. Selam olsun Greif direnişi ve işgalini gerçek kılanlara ve selam olsun yeni Greif’leri yaratacak olanlara!
Son sözü Greif işçilerine bırakalım:
“Başımız dik, vicdanımız rahat, gururlu ve mutluyuz. Çünkü on yıllar boyu işçi sınıfımıza giydirilen deli gömleğini yırtıp attık. Yasalcı-icazetçi bürokratların saltanatını sarstık. Sömürü cehenneminden bir çıkış yolunun olduğunu gösterdik. Yeni bir mücadele geleneği, kültürü ve değerler sisteminin ilk taşlarını döşedik. Yeni bir yol açtık. İşte bunun için bizim direnişimizle birlikte işgal ve direniş ateşi sınıfımız içinde yayılmaya başladı… Büyük emeklerle yarattığımız büyük işgal eylemimizi, işçi sınıfımıza armağan ediyoruz.” (106. gününde sonlandırılan direnişin manifestosundan...)
* Greif Direnişi: Sınıf Hareketinin Devrimci Geleceği, Eksen Yayıncılık
A. Gül