1990'lı yılların sonu, dünya ölçeğinde kapitalizmin yapısal krizinin devam ettiği bir sürece tekabül ediyor. Bunu kapitalizmin esneme imkanlarının olmadığı bir dönem olarak da tanımlayabiliriz. Bu aynı zamanda Türkiye’nin kapitalist ekonomisini de doğrudan etkileyen ve şekillendiren bir süreçtir.
Emperyalizme bağımlı ekonomik yapıda, emperyalizmin dayatmaları ile hayata geçirilen neoliberal politikalar, işçi ve emekçilerin yaşamında ciddi bir yıkım yaratmıştı. 1999 Ağustos'unda depremin yıkımı ile birlikte gündeme getirilen mezarda emeklilik yasasının ardından, Türkiye'nin derinden etkilendiği 2001-2002 ekonomik krizi, neo-liberal politikaların yeni bir düzeyde daha saldırgan bir biçimde uygulanmasına yol açmıştır.
Krizle birlikte Dünya Bankası memuru Kemal Derviş'in Türkiye'ye getirilmesi, katı bir şekilde bu politikaların uygulanmasının ifadesi olmuştur. Ardından 2002 yılında AKP’li dönem, sermaye için “istikrarlı” bir sürecin başlamasına işaret etmektedir.
Aynı zamanda 12 Eylül'ün ürünü olarak emekçi kitleler üzerindeki dinci-milliyetçi kuşatma, AKP'li dönemde, ekonomik yoksunluğun derinleşmesiyle birlikte sonuçlarını belirgin olarak göstermeye başlamıştır.
2002 yılında emperyalist güç odaklarının dolaysız desteğiyle sahneye çıkarılan AKP, “ılımlı İslam” projesiyle işçi ve emekçilerin sersemletilmesinde özel bir rol oynamış, sermayenin politikalarının en kararlı uygulayıcısı haline gelmiştir.
Bu süreçte;
- Kamu kurumlarının özelleştirmesine hız verilerek, sermaye sınıfı hesabına büyük bir yağma gerçekleştirilmiştir. Kamu kurumlarındaki sendikal örgütlülükler özelleştirilen işletmeler ile birlikte tasfiye edilmiştir.
- Geçmişte kamunun denetiminde olan stratejik işletmeler, bugün tümüyle özel sermaye gruplarının elindedir. Bu süreçte özel şirketler bünyesinde yabancı ortaklığı da belirgin biçimde artmıştır.
- Genel planda işçi ücretlerinde düşüş yaşanmıştır. Servet ve sefalet arasındaki uçurum gün geçtikçe derinleşmiştir.
-İş gücü piyasalarında esnekleşme (güvencesizlik, taşeron çalışma vb.) yaygınlaşmıştır.
- Bu uygulamalar yasalarla da güvence altına alınmıştır. (İş yasasındaki değişiklikler, sendikalar yasası, kiralık işçilik yasası, istihdam paketleri vb.)
- Kadın işçilerin sayısında artış yaşanmıştır. (Esnek ve güvencesiz işlere yönlendirme ve istihdam paketlerinin sağladığı teşviklerden faydalanmanın sonucu olarak)
- Sınıf kitleleri, AKP ve birlikte çalıştığı cemaatlerin etkisiyle, gerici ve milliyetçi kuşatmanın altına daha fazla girmiştir.
- Tüm bu dönem boyunca Kürt sorunu, iktidar tarafından toplumu kutuplaştırmanın, düşmanlığı körüklemenin ve milliyetçilik ile denetim altına tutmanın etkili bir gündemi olarak ele alınmıştır.
Gelinen aşamada başkanlık sistemi adı altında tek adam rejimi, bu tablonun daha da ağırlaşması anlama gelmektedir. Temel değerlendirmelerimizde de vurgulandığı gibi, “sermayenin demir yumruğu” işleviyle tek adam rejimi, işçi ve emekçiler için tam anlamıyla yıkım anlamına gelecektir. Daha ilk adımda bu çerçevede uygulamalar kendini göstermeye başlamıştır.
İşçi sınıfının tablosu
- Gelinen aşamada Türkiye'de safları hayli kalabalıklaşmış modern bir işçi sınıfı bulunmaktadır. Son yirmi yılda işçi sınıfı nicel planda belirgin bir büyüme yaşamıştır. Türkiye’de toplam istihdamı oluşturan 29 milyon çalışanın 19 milyonu ücretli işçi ve emekçidir. İstihdamın üç temel alanı olan sanayi, hizmet ve tarım içinde, yoğunluk açısından sıralama, hizmet, sanayi ve tarım olarak şekillenmektedir.
- İşçi sınıfı nicel olarak artmakla birlikte esnek çalışma ve güvencesizliğin sonucu belirgin bir parçalanma yaşanmıştır. Taşeronlaşma, kadrolu-kadrosuz, yan sanayi, kiralık işçilik vb. politika ve uygulamalar, bu açıdan tabloyu göstermektedir. Bu tablo sınıfın örgütlenmesi ve mücadelesini olumsuz etkilemekte, işyerlerinde sirkülasyona yol açmakta, örgütlülüğü zayıflatmakta ve deneyim biriktirip aktarmayı zora sokmaktadır. Yanı sıra bu parçalanma, genel saldırı gündemleri de dahil olmak üzere ortak taleplerle hareket etmeyi zorlaştırmaktadır.
- Sanayide vasıflı işgücü belirgin bir yer tutmaya başlamıştır. Meslek Yüksek Okulları ve Meslek Liseleri, sanayiye vasıflı işgücü yetiştiren temel kurumlar olarak her zamankinden daha çok önem kazanmışlardır.
- Siyasal olarak baktığımızda, sınıf kitlelerinin önemli bir kesimi, dinci gerici ideolojilerin etkisi altındadır. İşçi sınıfı bilinç düzeyi açısından oldukça geri bir durumdadır. AKP iktidarı döneminde izlenen bilinçli politikaların sonucu olarak işçi sınıf dikey bir bölünme yaşamaktadır. İşyerinde kapitalist patronuna karşı çıkabilen işçi, öte yandan AKP iktidarının, hatta uyguladığı politikaların savunuculuğunu yapabilmektedir. Geçmişte de “devlet baba” imajı güçlüyken, bugünkü dikey yarılma, geniş kesimlerin AKP'nin elindeki devletle daha güçlü bağlar kurması sonucunu doğurmuştur.
- Halihazırda işçi sınıfı, son yıllarda gerçekleşen eylemli süreçlere rağmen (metal fırtına vb.), mücadele, bilinç ve örgütlülük düzeyi bakımından belirgin biçimde zayıftır. Ayrı bir sınıf olma bilinci sözkonusu değildir. AKP iktidarının da çok özel çabalarıyla, ciddi bir ideolojik kuşatma altında bulunmaktadır. Sadece fiziki değil ahlaki ve moral olarak da bir bozulma ve çürüme süreci içindedir.
Sınıf hareketinin durumu
Burada sınıf hareketinin son 20 yılını ele almakla birlikte, ‘89 bahar eylemlerinden sonra yaşanan kırılma ve sonrasının bir bütünlük taşıdığını belirtmek gerekiyor.
Bağımsız bir işçi hareketinden bahsedemediğimiz süreçte, sınıf hareketindeki tıkanma, somutta sendikal hareketin tıkanması ve gelinen aşamada iflası olarak kendini gösteriyor.
1990'larda özellikle kamuda örgütlü sendikaların sınıfa dönük kapsamlı saldırıları karşısında, üst kademe sendika bürokrasisinin oluşturduğu merkezi platformlar ve “hava boşaltma” amaçlı gerçekleştirilen merkezi eylemler birleşik bir karakter taşıyordu. Özelleştirme saldırısı başta olmak üzere sermayenin kapsamlı saldırılarına karşı koymayan sendikal hareket, böylece kendi çöküşünü de hızlandırdı. Her konfederasyon ve sendikanın kendi gündemiyle hareket ettiği parçalı bir yapıya evrildi.
Bürokratik kasta rağmen, bu dönemde kimi ilerici güçlerin de içinde yeraldığı alt kademe sendika bürokratlarının sınıf hareketindeki “tıkanmayı” aşmak, bürokratik çarkı kırmak hedefli çıkışları yaşandı. Kimi eylemli süreçlere aktif katılım ve yerellerde örgütlenme girişimlerinin (SSGSS yasası gibi) yanısıra, özellikle Türk-İş içinde muhalefetin örgütlenmesi süreci kırılmaya uğradı ve bu girişim sonuçsuz kaldı. Zira on yıllardır aynı bürokratik çarkın bir parçası olan ve tabandan kopuk bulunan alt kademe sendikal bürokrasinin, mevcut yapıyı değil kırması bir parça aşması bile mümkün değildi.
İlerleyen süreçte sendikal hareketteki tıkanmayı derinleştiren en temel faktör ise, her bir sendikal yapının artık siyasal partilerin arka bahçesi rolünü oynamalara başlamalarıdır. Bu burjuva siyasetinin sendikal harekete farklı kanatlarından doğrudan müdahalesi anlamına gelmektedir. Üst kademe sendikal bürokrasisi, düzenle yaşadığı bütünleşme, sınıfın sorunlarından tümüyle uzaklaşması, sendikal harekette de daha parçalı bir yapı ortaya çıkardı.
Sendikal bürokrasisinin sınıf içindeki mücadele dinamiklerini kötürümleştiren tablosuna rağmen, özelleştirme saldırısına direnerek sendikal bürokrasiye rağmen merkezi direniş örgütleyen Tekel işçileri, yüzbinlerce kişinin katılımı ile gerçekleşen Taksim 1 Mayıs'ları ve sendikal bürokrasinin uğursuz rolüne rağmen örgütlenme eğilimi sonucu gerçekleşen lokal direnişler, bu süreçteki mücadele dinamiklerine işaret ediyordu.
Sınıf hareketinin bu dönemki tablosu
* Sınıf hareketi 1990'ların sonundan itibaren parçalı bir seyir izlemektedir. Öncesinde temel bir rol oynayan kamu işletmelerinin özelleştirilmesi bunda bir etkendir. Özel sektörde örgütlenen sendika ve konfederasyonların yapısı ise bir diğer etmendir.
* 2000'lerin başından itibaren özel sektörde pek çok lokal eylem ve parçalı tepkiler gelişmiştir. Ancak bu eylemlerde fabrikalar arası, sektörler arası dayanışma ya da koordinasyondan söz etmek olanaklı değildir.
* Bu süreçte iktidarın sınıfa dönük kapsamlı saldırılarından bir olan SSGSS'ye yönelik gerçekleşen eylemli süreçler, birleşikliği, yaygınlığı ve kitleselliği ile dikkat çekmesine rağmen, mevcut sendikal hareketin durumu, sınıfın taban örgütlenmesinden yoksunluğu nedeniyle, sınıf hareketinde birleşik mücadelenin önünü açacak bir rol oynayamamıştır.
* Gerçekleşen lokal eylemlerin temel karakterinin ekonomik eksenli, çoğunlukla da sendikalaşma ve sonuçlarına yönelik olduğunu söylemek mümkün. Özellikle de 2008-2009 sürecinde kriz ve etkilerine karşı bir dizi lokal ve tek kişilik eylemler sözkonusudur. Ancak bu eylemlerle de parçalı tablo aşılamamış, eylemler sözkonusu fabrikanın kendi gündemleri ve sınırlarında kalmıştır.
* Bir bütün olarak geride kalan süreçte siyasal talepler öne çıkmamıştır.
* Farklı sektör ve işyerleri açısından da kopukluk kadar, diğer toplumsal kesimlerin tepkilerine yabancılık da varlığını sürdürmüştür. Özge Can Aslan'ın öldürülmesinin ardından toplumun geniş kesimlerinin ortaya koyduğu tepkilere karşın, sınıf hareketi içinde ancak bazı sendikalı işyerlerinde sınırlı bir yankı bulabilmiştir.
* Geçmişte emekçi mücadelesinin temel bileşenlerinden olan kamu hareketi, gelinen aşamada kamudaki tasfiye süreçlerinin etkisiyle artık varlık-yokluk sorunu yaşamaktadır.
* Herşeye rağmen, geçmiş kamu işletmelerinden farklı olarak, özel sektörde gerçekleşen süreçler, çıplak sınıf çatışmasının daha belirgin ve görünür hale gelmesini sağlamıştır.
* Geride kalan süreçte önem taşıyan ve kendine özgü yönleriyle sarsıcı olabilen başlıca direnişler Tekel Direnişi, Greif Direnişi ve Metal Fırtına olmuştur.
Tekel direnişi, özelleştirme karşıtı mücadelenin birleşik bir zemine taşınması, fiili meşru mücadele hattının örgütlenmesi, geniş toplumsal kesimler tarafından işçi sınıfı merkezli bir eylemin sahiplenilmesi, sınıfın özel tarihsel misyonunun hatırlatılması, sendikal bürokrasiye rağmen çıkılan eylemli süreçte bürokratik engellerde sınırlı da olsa bazı gedikler açılması açısında önem taşımaktadır.
Sınıf devrimcilerinin önderlik ettiği Greif Direnişi ise, örgütlenme süreci, ileri talepleri, fiili meşru mücadele hattı, fabrika merkezli taban örgütlenmesi, taban inisiyatifi ve demokrasisi, tüm bunlar sayesinde sendikal bürokrasinin tümden aşılması vb. bakımlardan, işçi sınıfı hareketinin yeni döneminde tümüyle farklı bir örnek oluşturdu ve “sınıf hareketinin devrimci geleceği” olarak tanımlanmaya hak kazandı.
Metal Fırtına ise stratejik fabrikalarda on yılların en kitlesel, militan ve birleşik eylemi olma özelliğine sahipti. Onbinlerce işçisinin tümüyle sermayenin hizmetinde hareket eden mafyalaşmış bir sendika kastına karşı öfkeli bir baş kaldırışıydı. Fiili-meşru mücadele çizgisine dayalı olarak dalga dalga yayılan büyük metal hareketi günlerce toplumun gündemine oturmayı başardı.
Partimizin adı ve emeği ile sıkı sıkıya ilişkili son iki direniş, taban inisiyatifine dayalı ve sendika bürokrasisinden bağımsız eylem çizgisinin geliştirilmesi açısından çok önemli deneyimler bıraktılar. Metal işçilerinin büyük hareketliği bize, temel stratejik işletmelerin çok özel önemini, bir hareketlilik anındaki sürükleyici gücünü bütün açıklığı ile bir kez daha göstermiş oldu.
* Sendikal hareketin durumu ayrı bir değerlendirme olarak ortaya konulmuş durumdadır. Burada çok kısa olarak şu söylenebilir: Bir bütün olarak sendikal hareket ağır bir kriz yaşamaktadır. Ve bu, işçilerde bitmeyen sendikal örgütlenme arayışlarına rağmen böyledir. Sendika bürokrasisi bu arayışları yaşanan krizi hiç değilse hafifletebilmenin bir olanağı olarak ele alacağına, bu alanda da teslimiyetçi ya da düpedüz hain bir rol oynamaktadır. Bu ise sendikal krizi ağırlaştırmaktadır.
***
Güncel sınıf hareketi parçalı, dağınık ve örgütsüz bir yapıya sahiptir. Bu tablonun aşılamaması, mevcut tıkanıklığın derinleşmesine neden olmaktadır. Sermaye düzeninin ideolojik hegemonyası, onun organik bir uzantısı olarak sendikal bürokrasinin çok yönlü kuşatması ve denetimi, halen sınıf hareketi bünyesinde belirgin bir ağırlık taşımaktadır. Ortaya çıkan örgütlenme ve mücadele arayışları ise daha çok kendiliğinden, lokal düzeyde ve ekonomik-sendikal hareket sınırlarında kendini ortaya koymaktadır. Bu sınırlı hareketlilik ve çıkışlar, pek çok durumda çok yönlü kuşatmanın doğrudan bir sonucu olarak kısa zamanda boğulmaktadır.
Bu tablonun oluşmasında ‘80 darbesinden beri sistematik olarak yürütülen ekonomik, sosyal ve siyasal saldırıların belirleyici bir payı bulunmaktadır. Neoliberal saldırıların çalışma ve yaşam koşullarında yarattığı yıkım, sermaye düzeninin sendikalar üzerinde kurduğu tam denetim, sınıf mücadelesinin birikimleri üzerinden ortaya çıkan öncü işçilerin sistematik olarak kıyımdan geçirilmesi vb., bugünkü tablonun oluşumunda temel belirleyenlerdir. Süreç içerisinde bunu aşmaya dönük kimi çıkışlar yaşanmış, fakat sürekliliği sağlanamadığı oranda toplam bir birikime dönüşememiş, gerileme engellenememiştir. ‘89 Bahar Eylemleri bu tabloya karşı anlamlı bir çıkış olarak yaşanmış, sınıf mücadelesinin yılları bulan deneyiminin ortaya çıkarttığı öncü işçi kuşağı, mücadeleyi ilerletmek kapasitesi ortaya koyamadığı için hareket kırılmıştır. Daha sonraki süreçlerde ise yeni güçlü çıkışların birikimi ve olanakları oluşmadığı/yaratılamadığı için durum esası yönünden değişmedi.
Partimiz tüm dikkatini ve çabasını sınıf hareketini kuşatan bu cenderenin parçalanmasına, birleşik devrimci bir sınıf hareketinin yaratılıp geliştirilmesi görevine yoğunlaştırmalıdır. Kuşkusuz birleşik bir sınıf hareketi yalnızca öznel müdahalelerin ürünü olamaz. Bunun için sınıf hareketinin bünyesinde derinden derine işleyen dinamiklerin seyri özel bir önem taşımaktadır. Fakat tam da devrimci sınıf çalışmasının misyonu, sınıf hareketi bünyesindeki bu dinamiklerin güçlenmesini sağlamak, gelişiminin önündeki engelleri ortadan kaldırmak, buna yönelik güçlü öncü ve yol açıcı müdahaleler ortaya koymaktır.
Bugün sınıf hareketi kendini olduğu kadarıyla parçalı mücadele arayışları ve mevzi direnişler biçiminde ortaya koymaktadır. Partimiz bu direnişlerin güçlenmesinde, çoğalmasında ve yaygınlaşmasında etkin bir rol oynayabilmelidir. Müdahalesinin ana ekseni birleşik bir sınıf hareketinin geliştirilmesi hedefine dayalı olmalıdır.
Hareketin birikim ve deneyim sorununu çözebilecek, mücadele anlayışındaki darlıkların aşılmasını kolaylaştıracak en önemli etkenlerden biri, Greif türü örneklerin çoğaltılmasıdır. Taban örgütlenmesi, taban demokrasisi, fiili-meşru mücadele anlayışı, taban inisiyatifine dayalı militan ve kararlı bir direniş çizgisi, Greif Direnişi’nin tüm bu temel üstünlükleri, bu türden örneklerin çoğaltılması yoluyla sınıf hareketi bünyesinde yaygınlaştırılabilir. Hareket ancak bunlarla mayalanarak zamanla değişime uğrayabilir ve ortaya gerçekten devrimci bir birleşik işçi hareketi çıkarabilir.
(...)
TKİP VI. Kongresi Sınıf Çalışması Komisyonu
Aralık 2018
www.tkip.org