Greif direnişinin 10. yılındayız. Bu önemli direniş bugün hala sınıf hareketine yol göstermeye, mücadelenin sorunlarının nasıl aşılacağına ışık tutmaya devam ediyor.
Direnişin 10. yılı vesilesiyle direnişin örgütlenmesinde temel belirleyici güç olan Bağımsız Devrimci Sınıf Platformu’nun temsilcisiyle Murat Yıldırım ile Greif direnişi ve sınıf hareketi üzerine yaptığımız söyleşiyi yayınlıyoruz...
- Greif işgalinin 10. yıldönümü. Bir süredir bu vesileyle bir çalışma yürütüyorsunuz. Greif direnişini bu kadar önemli kılan, aradan geçen 10 yıla rağmen halen onu sınıf hareketi için önemli ve güncel kılan olgular nelerdir?
- Greif direnişi ve 60 gün süren sarsıcı işgal eylemi, yaşadığı çıkış arayışlarına ve yer yer ortaya koyduğu eylem kapasitesine rağmen yıllardır yaşadığı kısır döngüyü aşamayan sınıf hareketi içinde ileriye doğru militan bir atılımın ifadesiydi. Uzun soluklu bir hazırlığa dayanan bu işçi eylemi sınıf hareketinin içinde bulunduğu sorun alanlarının neler olduğunu gözler önüne sermekle kalmadı, bunların çözüm yollarını da kendi pratiği içinde gösterdi. Dar ekonomik taleplerin ötesine geçilerek işçi sınıfına kölelik koşullarını dayatan taşeron sisteminin doğrudan hedef haline getirilmesi, direnişin kolayca görünen ayırt edici bir özelliğiydi.
Ama esas olarak Greif, örgütlenme anlayışı ve mücadele tarzı açısından 12 Eylül sonrası eylemlerden büyük ölçüde ayrılıyordu. Bu açılardan sınıf hareketine yeni ölçü ve değerler getirdi. Bizim “Greif ölçütleri” diye ifade ettiğimiz bu anlayış, esas olarak sınıf hareketinin ‘60’lı yıllardaki yükseliş döneminde ortaya çıkmış, ama başta sendikal bürokrasi ve reformizmin çabaları ile işçi sınıfına unutturulmuştu. Greif bu unutulan mücadele ve örgütlenme anlayışını güncelledi. Kanıksanmış olan ve sınıf hareketi açısından faydasız prosedürleri bir yana bırakarak, yasaları değil fiili meşru mücadeleyi esas aldı. Komitelere dayalı bir işleyiş içinde tüm mücadeleci işçilerin söz-yetki-karar hakkına dayalı bir işçi demokrasisi inşa etti. Sınıfın genel çıkarları ile kendi hak mücadelesi arasında bağlar kurdu. İşgal edilen fabrika bir sınıf okuluna çevrildi. Ama hiçbir zaman Greif işçileri fabrikanın duvarları arasına sıkışmadı.
Daha da uzatılabilecek bu listenin bağlanabileceği yer şurasıdır. Greif direnişi 12 Eylül sonrasında çok alışkın olmadığımız türden politik bir direnişti. Ve bu sadece direnişi sürükleyen işçilerin politik bir kimliğe sahip olmasından gelmiyordu. Tam da onların örgütlenme süreci içinde toplam işçi kitlesine yaptıkları müdahalenin, fabrika örgütlenmesini ele alış biçiminin ürünüydü.
Direnişin kendini duyurduğu ilk bildiri güçlü bir politik içerik taşıyor. Sadece taşeron sisteminden, sınıfın diğer sorunlarından değil emperyalist işgalden, mazlum halkların haklı mücadelesinden bahsediyordu. Türkiye’nin kokuşmuş kapitalist düzenine cepheden saldırıyor, emperyalist savaşları ve işgalleri mahkûm ediyor, mazlum halklarla dayanışmasını ilan ediyordu. Bu çok alışkın olduğumuz türden bir direniş duyurusu değil.
- “Biz işçiler ise tek bir İŞGAL tanıyoruz, o da sırtımızdan geçinenlerin özel mülkiyetine saplanan fabrika işgalleridir. Bir tek haklı SAVAŞ biliyoruz, o da köleliği sona erdirmek için verdiğimiz sınıf savaşıdır” diyen bir bildiri elbette direnişe yön veren devrimci işçilerin sesiydi. Ama önemli olan tam da budur. Her kararın, her tutumun alta doğru bütün işçilerin örgütlü olduğu komitelerde tartışıldığı bir direnişin kendi mücadelesini böyle ifade edebilmesidir. O gün olduğu gibi bugün de kültürel ve ideolojik olarak burjuva düzenin her türlü gerici düşüncelerine açık bir işçi sınıfı tablomuz var. Bu tablodan nasıl çıkılacak, işçi hareketi nasıl politikleştirilecek tartışmaları için bir yanıttır aynı zamanda Greif deneyimi. O yüzden çok güncel, öğretici ve değiştiricidir. Onun yöntemleri, araçları, çizgisi halen yol göstericidir. Hem bizim için, hem de işçi hareketiyle ilişkilenmek ve onun mücadelesine yön vermek isteyen herkes için.
- Bu söylediklerinize rağmen sınıf devrimcileri dışında direnişe gereken anlam ve önemin verildiğini söylemek güç. Halen bakıyoruz, son dönemin önemli işçi eylemleri sayılırken bile bazen adı anılmıyor Greif’in. Sizce bu işgal eyleminin anlamının yeterince kavranmamasından mı geliyor?
- Bu sorunun cevabı hem evet hem de hayırdır. Evet bazı kesimler direnişin önemini kavrayamıyor, yaşanılanın anlamı üzerine yeterince düşünmüyor olabilir. Ama siz de farkındasınızdır ki, bu yaklaşımların arkasında çoğu zaman bilinçli bir tutum yatıyor. Ve bu tutum Greif direnişinin ne olduğu, neye ve kime karşı mücadele ettiği konusunda tam bir açıklığa dayanıyor. İşgal döneminde böyle idi. Bunun nedeni Greif’in temsil ettiği mücadele anlayışı ve bu anlayışın kurulu düzenin sahiplerinde yol açtığı korku ve endişedir. Böyle bir direniş mevcut düzenin bir parçası olanlar tarafından elbette tam anlamıyla sahiplenilemez. Tersine yok sayılmaya, bu başarılamadığında ise hor görülmeye, gözden düşürülmeye çalışılır.
- Bütün görkemine ve geleceğe dair yaydığı umutlara rağmen direnişin en önemli zayıflıklarından biri sınıfın örgütlü kesimlerinden güçlü bir destek alamaması olmuştu. Bu durumun kendi içinde elbette bir mantığı vardı. Gene de özelikle DİSK bürokrasisinin böyle bir sınıf eylemine bu kadar saldırgan bir tutum alması üzerine neler söyleyebilirsiniz?
- Greif işgali başta işçi ve emekçiler olmak üzere toplumun çok değişik kesimleri tarafından büyük bir heyecan ve coşkuyla karşılandı. Onlara mücadeleye dair inanç, güven ve umut aşıladı. Ve son derece anlamlı bir destek ve dayanışma örgütlendi direniş boyunca. Ama destek ve dayanışma esas olarak geleneksel sol ve sendikal düzenin dışından geldi. Sınıf hareketinin kötürümleşmesinde çok önemli bir rol oynayan sendikal bürokrasinin denetimi nedeniyle, işçi sınıfının örgütlü kesimlerinin desteği ise fazlasıyla zayıf kaldı. Çünkü Greif sadece kapitalist patronlara değil, sendikal reformizmin sınıf hareketini kötürümleştiren yasal-icazetçi çizgisine karşı da yükseltilen bir mücadele bayrağı oldu.
- Kuşkusuz konu Greif direnişi olduğunda söylenebilecek, sorulabilecek çok şey var. Ancak “Yeni Greifler yaratmak için ileri” başlığı altında direnişin 10. yılı üzerine bir çalışma örgütlüyorsunuz. Son olarak bu konuda ne söylemek istersiniz?
- Değişik illerde ve İstanbul’un değişik bölgelerinde farklı etkinlikler, seminerler, toplantılar, söyleşi ve belgesel gösterimleri gerçekleştirdik. 18 Şubat’ta saat 14.00’de ise İstanbul’da Şişli Tiyatrosunda bir etkinlik gerçekleştireceğiz. Bütün işçi ve emekçileri etkinliğimize katılmaya Greif mücadele ruhuyla yeniden birleşmeye çağırıyoruz.
(Emeğin Kurtuluşu’nun 1-15 Şubat 2024 tarihli 26. sayısından alınmıştır…)