Aşırı hava değişiklikleri, sıcak-soğuk hava dalgalanması, küresel bir hal almaya doğru giden kuraklık, kuraklığa paralel çölleşme, atmosferdeki havayı solunmaz kılan kirlenme, buzulların erimesi, deniz seviyesinin yükselmesi gibi “doğa olayları” manşetlerden düşmez hale geldi. Pandemi nedeniyle şimdilik biraz durağan olsa da öncesinde, özellikle dünya genç nüfusunun “Geleceğimizi çalmanıza izin vermeyeceğiz” sloganı ile milyonlar halinde harekete geçmiş olması, bu konuda her kesimden insanı ve kuruluşu söz söylemek durumunda bırakıyor. Gezegenimizi yaşanmaz hale getiren kapitalist şirketler, mali sermaye, emperyalist devletler dahil sağcısı, solcusu, yeşilcisi vs. hemen herkes bu konuda bir çift laf söyleme zorunluluğu hissediyor.
İklim elbette ki doğal olarak da değişiyor. Gezegenimiz, oluşumundan bu yana defalarca iklim değişikliğine sahne oldu. Ancak, bilim insanları son 200 yıl içinde, yani kapitalizmle birlikte iklimin beklenmeyen bir hızla değişime uğradığını bilimsel kanıtları ile ortaya koymaktadırlar. İklim değişikliği dahil, kapitalizmin her alanda yarattığı kirlilik, toplumsal çıkarları temel alan bilimsel ve planlı bir ekonomiye duyulan ihtiyacı her geçen gün daha zorunlu hale getirmektedir.
Kendiliğinden başlayan ve bütün bir yerküreye yayılarak milyonları ayağa kaldıran iklim hareketinin başlangıçta yer yer ve giderek daha fazla kapitalizmi hedef alması, kapitalizmi “yeşil yüz”e bürünmeye zorluyor. “Yeşil kapitalizm” söylemleri özellikle kapitalizmin yeşil partileri tarafından öne çıkarılarak, kapitalizm aşılmadan da kapitalizmle birlikte iklim sorununa çözüm bulunabileceği hayalleri empoze edilmeye çalışılıyor.
Bu hayalleri yayan İsviçre kökenli bir “yeşil” kapitalist tekel üzerinden meseleye daha yakından bakmak yararlı olacaktır. 1912’de İsviçre’de kurulan Holcim adındaki şirket, 14 Haziran 2015’de aynı dalda üretim yapan Fransız şirketi Lafarge’yi satın alarak LafargeHolcim adını aldı ve dünya çapında çimento-beton sektöründe liderliği ele geçirdi. Mayıs 2021’de tekrar isim değişikliğine giden şirket, yeniden Holcim adına döndü.
Dünya çapında 1.570 çimento fabrikası bulunan Holcim şirketi 150 bini aşkın işçi çalıştırıyor. Yalnızca İsviçre’de 16 taşocağı, 36 çimento ve bir beton fabrikası bulunuyor. Beton ve çimento alanında küresel faaliyet gösteren bu şirket, bu dalda faaliyet gösteren şirketlerle birlikte küresel sera gazı salımında yüzde sekizlik bir paya sahip. Çimento üretiminde tartışmasız dünya pazarı lideri olan İsviçre kökenli Holcim şirketi bir süredir yeşil gömlek giymiş bulunuyor ve 2050 yılına kadar sera gazı CO₂ salınımını nötralize ederek sıfıra düşüreceğini vadediyor. Vaat kulağa hoş geldiği gibi “kapitalizmin de çevre dostu olabileceği” türünden hayaller yayıyor. Ancak Holcim şirketinin vaatlerine yakından bakıldığında bunların gerçekle bağdaşmadığı kolaylıkla görülebiliyor.
Dünya çimento üretiminin lideri olan Holcim şirketi, “iklim dostu” bir profil çizmek söz konusu olunca da “liderliği” elde tutmayı ihmal etmiyor. Manipülatif slogan ve logolarla, “devede kulak” bile olamayacak bir masrafla ve hiçbir şey kaybetmeden bu işi yapmaya devam ediyor. Holcim’in özenle öne çıkarmaya çalıştığı, “İnsanlık ve gezegenimiz için net sıfır emisyon” veya “İklim için eylem, hemen şimdi” türünden klişe sözler yanıltıcı olduğu kadar umut verici de geliyor kulağa. Şirket kendi açıklamalarına göre geçtiğimiz yıl fabrikalarının bacalarından 105 milyon ton CO₂ atmosfere saldı.
Bu oran tüm İsviçre’nin atmosfere saldığı sera gazının iki katından fazlasına tekabül ediyor. Dolayısıyla bu “çevre dostu” şirket, iklim değişikliğinden önemli ölçüde sorumlu olan diğer küresel şirketlerle birlikte atmosfere en çok karbon salma liginde yer alıyor.
Az masraf, çok kazanç
Şirketin CEO’su “Şimdi her şey daha iyi olacak” sloganıyla kendi alanlarında “en iklim dostu” hedeflere sahip olduklarını iddia ederek, “Sektörümüzde en iddialı 2030 iklim hedeflerine sahibiz. Her yıl doğru yolda olup olmadığımızı yayınlayacağız” diyor.
Geliri korona nedeniyle geçen yıl yüzde 13,4 azalan şirket buna rağmen 23 milyar dolar ciro ile 1,9 milyar İsviçre Frank’ı (2 milyar dolar) net kâr elde etti. Küresel bir şirket için bu biraz “mütevazı” bir rakam olsa da az masrafla çok kazanç elde etmeye kamuflaj yapılan “iddialı iklim hedefleri” de göz önüne alındığında, 2 milyarın çok da mütevazı olmadığı görülüyor.
Şirket kendi açıklamalarında şu anda bir ton çimento başına 555 kilo CO₂ emisyonu üretiyor. “2030 yılına kadar bir ton çimento başına CO₂ emisyonu 475 kiloya düşürülecek” deniliyor. Ek olarak, tüm sektör gibi, 2050 yılına kadar “net sıfır” emisyon hedefleniyor. Ancak bu hedefe nasıl ulaşılacağı, tüm sektörde olduğu gibi Holcim şirketinde de belirsizliğini koruyor.
Zürich Üniversitesi öğretim üyesi Josef Waltisberg, “Çimento için hammadde dünyanın birçok yerinde büyük miktarlarda bulunabilen kireç taşıdır” diyor ve beton üretiminin yol açtığı devasa iklim kirliliğini şöyle anlatıyor:
“Doğru taş ve karışımı üretim için çok önemlidir. Ana madde kireç ve marndır. Kireçtaşı 1.450 derece sıcaklıkta yakılırsa klinker oluşur. Bu malzeme de en yaygın kullanılan malzeme olan çimentoyu üretmek için kullanılır. Betondaki bu bağlayıcı madde olmadan bugün köprü, baraj, tünel veya yüksek binaların inşası neredeyse düşünülemez olur. … Can sıkıcı olan üretim sırasında çok miktarda CO₂ gazının salgılanması. Bir kilo klinker üretimi yarım kilo CO₂ üretiyor. Dolayısıyla çimento üretimi her zaman yüksek CO₂ emisyonlarına yol açar.”
Daha düşük oranda klinker ve daha az CO₂ içeren yakıtlarla ton başına emisyonları azaltabilseniz bile, temel sorun devam eder. Dünya genelinde olduğu gibi, özellikle Asya ve Afrika’daki inşaat patlamasından kaynaklı her yıl artarak devam eden çimento üretimi ile “net sıfır” emisyona ulaşma “sırrı” ortada duruyor.
WWF İsviçre temsilcisi ve iklim koruma uzmanı Patrick Hofstetter, “Çimentonun çok üretiliyor ve bol olması, ahşap veya bambu gibi sürdürülebilir yapı malzemelerine yönelimin önüne geçiyor olsa da sürdürülebilir yapı malzemelerinin kullanımı özendirilmelidir” diyor. Ancak sürdürülebilir yapı malzemelerinin çimentoya göre oldukça pahalı olması, sermayenin bunu tercih etmesinin önüne geçiyor. Fosil yakıtlar (kömür, petrol, doğalgaz gibi) iklim krizinin başlıca nedenleri arasında sayılsa da beton-çimento gibi yapı malzemelerinin de çok masum olmadığı görülüyor.
Kır yaşamın yok edilmesi, doğanın betonlaştırılması, hava ve suyun metalaştırılmasına eşlik eden “net sıfır” demagojileriyle, çevre ve iklim hareketleri manipüle edilerek, tepkilerin sisteme yönelmesinin önüne geçilmek isteniyor.
“Artık karşı karşıya olduğumuz durum ‘ekolojik sorun’ değil, ‘ekolojik felaket’tir” diyor çevre bilimcileri. Bunun kabullenebilir, sürdürülebilir bir durum olmadığı, her geçen gün geniş kitlelerin bilincinde yer ediyor. Buna karşı yerkürede insanların ayağa kalkması tekelleri de hareket geçiriyor. Kimi yeşile bürünüyor, kimi de iklim aktivistlerine karşı öldürme dahil, en sert yüzünü gösteriyor. Ve her ikisi de aynı amaca hizmet ediyor. Yeşil ve sert yüzler iklim hareketinin sisteme yönelmesinin önüne geçmek istiyor.
İklim ve çevre için mücadele, bu felaketi yaratan ve gezegenimizi yaşanmaz hale getiren kapitalist barbarlığa karşı mücadele ile birleşmediği ve onu aşma mücadelesine dönüşmediği sürece, gezegenimiz her geçen gün daha da yaşanmaz hale gelecektir.
Rosa Luxemburg’un dediği gibi “Ya kapitalist barbarlık içinde çöküş ya sosyalizm!” İnsanlık ve doğa için üçüncü bir yol bulunmamaktadır.