Saray rejiminin tarikat ve cemaatlerle yaptığı seçim pazarlığı, din istismarcısı yapılara yeni alanlar açan bir zeminde ilerliyor. HÜDA PAR ve Menzil tarikatı Erdoğan’ı destekleyeceklerini açıkladılar. Son dönemde İsmailağa Cemaati’ne bağlı Hiranur Vakfı’nda yaşanan sistematik istismarın ortaya çıkması sonrasında, cemaat ve tarikatlara vakıflar yoluyla tanınan imtiyazlar konusu tartışma gündemi olmuştu. Seçim hazırlıkları ve deprem sonrası yaşanan gelişmeler de din istismarcısı yapıların AKP ile kol kola yürüdüğünü bir kez daha gün yüzüne çıkardı.
AKP döneminde iyice palazlanan, devlet kurumlarında geniş bir biçimde kadrolaşan ve büyük bir servete sahip olan tarikat ve cemaatlere hem izin almadan para toplama hem de bunlara bağlı kurumları vergiden muaf tutma imkanı tanındı. Depremde yardım toplama hakkı verilen dernek ve vakıflar arasında şunlar var: Deniz Feneri Derneği, Diyanet Vakfı, İnsan Hak ve Hürriyetleri İnsani Yardım Vakfı (İHH), gerici Aziz Mahmud Hüdayi Vakfı, Hayrat İnsani Yardım Derneği ile Beşir Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği, Türkiye Gençlik ve Eğitime Hizmet Vakfı (TÜRGEV), Türkiye Gençlik Vakfı (TÜGVA) ve İlim Yayma Vakfı.
İskerderpaşa, Nakşibendi gibi tarikatlar vakıflar eliyle imtiyazlı hale getirildi. Bunun yanı sıra Diyanet ve çeşitli kurumlar eliyle deprem bölgesinde cirit atan bu gerici kurumlara çocukların da teslim edildiği haberleri basına yansıdı. Aynı zamanda deprem bölgelerinde Hristiyanlar hedef gösterildi ve Menzil tarikatının enkaz üzerinde tövbe seansı ortaya çıktı. Deprem bölgesinin din istismarcısı karanlık yapılara açıldığı bir dönemde ise birçok ilerici ve devrimci kurumun dayanışma merkezleri kapatıldı.
***
AKP-MHP iktidarının seçim pazarlıklarında Yeniden Refah, Menzil, HÜDA PAR vb. gerici güçlerin ellerini güçlendirmek için çeşitli hamleler yaptı. Yeniden Refah’ın AKP’yi destekleyeceğini açıklaması üzerine 6284 sayılı kanunun yeniden hedefe çakıldığına dair tartışmalar ortalığa dökülürken, başka hangi konular üzerinden pazarlık yapıldığı ise geri planda kaldı. AKP’nin merkezinde olduğu gerici bloka katılanların sayısı artarken, katılan bu gerici güruhların din istismarcısı, Kürt halkına, kadına ve emeğe düşman yönü daha görünür bir hale gelmektedir. HÜDA PAR üzerine tartışmalar devam ederken faşist partinin şefi Devlet Bahçeli, HÜDA PAR ile ilgili olarak “terörü tümden reddetmiştir” iddiasında bulundu. Bahçeli’nin HÜDA PAR’ı sahiplenmesi, bu gerici yapı ve kurumların hangi saiklerle ve politik hedeflerle hareket ettiğini göstermektedir. Bahçeli’nin iddiaları HÜDA PAR ile Hizbullah arasındaki ilişkinin ve arkasına aldığı iktidar desteğinin açık bir göstergesidir. ‘90’lı yıllarda Kürt ulusal mücadelesini bastırmak için kontra bir yapı olarak iş gören Hizbullah’ın arkasında sermaye devleti gerçeği durmaktadır. Binlerce “faili meçhul”ün faili olan Hizbullahçılar, 2011 yılında hapishanelerden salınmış ve 2012 yılında HÜDA PAR kurulmuştur.
Hizbullah’ın önde gelen ismi Hüseyin Velioğlu, Ankara Üniversitesi SBF’de Maliye okumuş ve Milli Türk Talebe Birliği’nde yetişmiş, komünizmle mücadele adı altında palazlandırılan güçlerin temsilcilerinden biridir. Bu zat, 6. Filo’ya karşı mücadele eden devrimci öğrencilere karşı Kanlı Pazar’ı organize eden MTTB’nin kadrolarından biridir. Velioğlu, 12 Eylül sonrasında Batman’da İlim Kitabevi’ni açmıştır ve ilk basılan kitabı Müslüman Kardeşler’in kurucusu olan Hasan El Benna’nındır.
HÜDA PAR ya da Hizbullah tartışmaları yapılırken AKP’nin sanki bu güçlerden bağımsız bir politikası varmış gibi tartışılmaktadır. Hizbullah, HÜDA PAR, cemaatler, tarikatlar… Türkiye’de dinsel gericiliğin çatı partisi AKP, ABD emperyalizminin 12 Eylül politikalarının devamcısıdır… Din istismarcısı yapıların toplum yaşamında ön plana çıkışında 12 Eylül’ün özel bir rolü bulunmaktadır. Dinsel gericilik ABD eliyle palazlandırılmıştır. Kuran kurslarından imam hatiplere, din derslerinin zorunlu hale gelmesinden devlet kurumlarından dini düşüncenin yaygınlaştırılmasına varana kadar pek çok adım özel bir yönelimle atılmıştır. Dinsel gericiliğin önünün açılması ancak sosyal mücadelenin engellenmesi, devrimci ve ilerici güçlerin ezilmesi ile mümkün olabilmiştir. Kürt illerinde ise bu mücadelenin önüne geçebilmek için Hizbullah denilen cinayet şebekesi beslendi ve büyütüldü.
***
O dönemin bakanlarının ağzından dökülenler, Erdoğan’ın cemaatin önde gelen şeyhlerinin cenazelerinde yaptığı konuşmalar ve kontra artıklarının savunusu Saray rejiminin bugüne kadar yaptığı pazarlıkların bir kısmına ayna tutmaktadır. Tarikatların AKP iktidarı ile bağı 15 Temmuz darbe girişimi ile ayyuka çıkmıştır. Çıkar çatışmalarının, iktidarda kalma hesaplarının “darbe girişimine” yol açması pastanın büyüklüğü ve ilişkilerin derinliğini göstermektedir. 2002 seçimleri ile ilgili yapılan resmi bir araştırmada dönemin hükümet kabinesindeki 25 bakanın 19’unun cemaatlerle bağlantısına işaret etmektedir.
14 Mayıs seçimleri vesilesiyle yaşanan kirli pazarlıklarla hem tarikatlar hem Saray rejimi kendi gücünü korumayı ve büyütmeyi hedeflemektedir. Gerici/karanlık ideolojilerini dini istismar ederek kullanan bu gerici odaklar toplumun sırtına yapışmış kenelerdir. Dini duygular istismar edilirken toplumu çürütücü ve yozlaştırıcı politika ve uygulamalar bunlar eliyle yaygınlaştırılmaktadır.
Erdoğan iktidarını korumak için gerici, milliyetçi ve militarist yapıları harekete geçirmiş bulunuyor. AKP, MHP, BBP, HÜDA PAR, Yeniden Refah Partisi, Vatan Partisi gibi tüm bu gerici odaklar işçilere, emekçilere, Kürt halkına, Alevilere ve kadınlara yönelik saldırganlıkta sınır tanımayan politikaların temsilcileridirler. AKP, 12 Haziran 2011 seçimlerindeki başarısının temelinde sağcı seçmen bloklaşmasını önemli ölçüde kendi ekseninde birleştirmesine borçluydu. 7 Haziran seçimlerini kaybetmesi ve ardından 1 Kasım’da tekrar toparlamasında bu dinci-milliyetçi seçmen bloklaşmasının payı büyüktür. Bu süreçte AKP’nin iktidar gücünü elde tutmasının belirleyiciliği ise açıktır.
***
Türkiye tarihinde gerici ittifak denemeleri çok kez gerçekleşti. TKİP’nin “1 Kasım seçimleri” üzerine yaptığı değerlendirmede bu olgu şöyle ifade edilmektedir:
“Dinci-milliyetçi ideolojilerin etki ve denetimindeki tutucu seçmen kitlelerinin desteğinin önemli ölçüde bir partide birleştirilmesidir. Bu Türkiye’de birçok kez olmuştur. ‘50’li yıllarda Menderes’in DP’si, ‘60’lı yıllarda Demirel’in AP’si, ‘80’li yıllarda Özal’ın ANAP’ı bunu başarmışlardı. Yeni dönemde ise bunu Tayyip Erdoğan’ın AKP’si başarabilmektedir. Ve bu tablo ancak sağ oylardaki parçalanmayla değişebilmektedir, 1970’li ve ’90’lı yıllarda olduğu gibi.”
Aynı değerlendirmenin devamında ise, bu gerici tablonun ancak “parlamento dışı mücadelelerle, sınıf ve kitle hareketinin yarattığı olanaklarla” aşılabileceği vurgulanmaktadır. Ve ancak parlemento dışı toplumsal-siyasal mücadelelerin bir ürünü olarak elde edilebilecek “parlamenter başarılar”la birlikte bu boğucu ablukanın dağıtılabileceğinin altı çizilmektedir.