Milletvekili aday listelerinin Yüksek Seçim Kurulu’na son teslim tarihi 9 Nisan saat: 17.00 idi. Bundan dolayı geçen hafta pazarlıklar, sıralama kavgaları, itirazlar, rüşvetler, kulisler, küskünlükler, istifalar birbirini izledi. Düzenin siyaset cephesinde adeta baş döndürücü bir süreç yaşandı. Hem partilerin kendi içlerinde hem aynı ittifakta yer alan partiler arasında kıran kırana bir çekişme olduğu gözlendi. Listeler netleşip ortalık biraz durulduğunda ise şaşkınlıklar, hayal kırıklıkları, hüsrana uğrama ruh halleri, serzenişler ön plana çıktı. Sorumlu kişiler, bazı adaylar için tabanlarına izahat yapmak durumunda kaldılar. Bu bağlamda "fırtına" beklenenden daha az kayıpla atlatılmış görünüyor.
Olup bitenlere bakıldığında düzenin siyaset alanı adeta başı bozuk bir pandomim sahnesine benziyordu. Her şeyin pazarlığa, aday sıralamasına, adayları seçilecek sıraya yerleştirmeye odaklandığı bu sahne toplumun gündeminden, emekçilerin sorunlarından ne kadar da uzaktır. İki farklı dünya olduğu gerçeği bu vesileyle de bir kez daha görüldü. Düzenin siyaset sahnesinde mevki, makam, imkan kapma talaşı yaşanırken, kokuşmuş Saray rejiminin yarattığı yıkımın bedellerini ödeyen milyonlar ise, umutla yapılacak seçimin sonuçlarını bekliyor.
“Yüzleri bile kızarmadan oy istiyorlar!”
Cumhur İttifakı diye adlandırılan dinci-faşist rejim bloku, ciddiye alınabilecek bir siyasi etkisi olmayan dinci-ırkçı grupları kendi çatısı altında topladı. Kürt halkına düşmanlıkta başı çeken dinci-faşistler, Kürt kökenli şeriatçı gericiliğin temsilcileriyle aynı şemsiye altında buluştular. Perinçek’ten Hüda-Par’a uzanan yelpazede dinciler, ırkçılar, şeriatçılar, faşistler, Perinçek tipi ‘sol kılıklı’ ırkçılar kokuşmuş Saray rejimini ayakta tutmak için güçlerini birleştirdiler. Elbette bu şemsiye altına giren herkese mevki/makam ve yağmadan pay vaat ediliyor.
2002’den beri iktidarda olan dinci-faşist cephenin kodamanları yağma ve talandan aldıkları paylarla dolar milyarderi oldular. Ancak ülkeyi emekçiler için bir “sefalet bataklığı” haline getirdiler. Tüm bunlara rağmen pişkin pişkin nutuklar atıyor, olmadık vaatlerde bulunuyor ve bunun karşılığında oy istiyorlar. “Sizi aç sefil bıraktık, enkaz altında ölüme terk ettik. Ama sizi yine biz kurtarır, yıkılan kentleri biz inşa ederiz” demeye gelen bir yalan propaganda yürütüyorlar. Hem saltanatlarını koruma hem kabarık suç dosyalarının açılabileceğine dair korku, Saray etrafında öbeklenen şebekenin esas motivasyonunu oluşturuyor. İşledikleri ağır suçların hesabı sorulması gerekirken, yüzleri bile kızarmadan oy istiyorlar. Bu kadarı, düzen siyasetinin ölçülerine göre bile tam bir kepazeliktir.
“Bu ucube rejim olduğu gibi kalsın istiyorlar!”
“Saray rejimi” denen, kapitalist sistemin ölçülerine göre bile ucube olan bu yönetim şekli 20 yılda inşa edildi. Ancak bu boşluktan doğmadı. Dinci-gericilik hem emperyalistlerin hem Türk sermaye devletinin düzlediği yolda gelişip güçlenme imkanı buldu. AKP ise bir ABD-Siyonist lobi projesi olarak kurulmuş olsa da her kanadıyla Türkiye’nin kapitalistleri tarafından da desteklenmiştir. Yani bu ucube sistem Türk devleti ve sermaye sınıfının eseridir. Bu böyle olmasaydı ABD’nin AKP diye bir proje oluşturması mümkün olmazdı ya da olsa bile siyasal yaşamda marjinal sınırların ötesine geçemezdi.
Bu rejim hem emperyalistlere hem sermayeye büyük hizmetlerde bulundu. Ancak o kadar ucube bir hale gelmiş ki, yaratıcıları bile artık onu savunamıyor. Buna rağmen halkın başına bela ettikleri bu belayı temizlemek için de bir şey yapmıyorlar. “Bu rejimden rahatsız olanlar, aralarındaki farkları bir kenara bırakarak birleşsin ve bu rejimi değiştirsin” demeye gelen bir tutum içindeler. Aslında onlar, yani sermaye sınıfı yaratılan emekçi düşmanı koyu gericilikten rahatsız değiller. Ancak niteliği değiştirilmeden bazı sivrilikleri törpülensin ama ucube rejim olduğu gibi kalsın istiyorlar.
“İşçileri, emekçileri yine de parlak bir gelecek beklemiyor”
CHP liderliğindeki “Millet İttifakı” sermaye sınıfının bu isteğine uygun bileşenlerden oluşuyor. Düzenin sol kanadını temsil eden CHP bir yana bırakılırsa, diğer tüm bileşenler “Cumhur İttifakı” ile aynı kökenden geliyor. Güncel plandaki çıkarları çatıştığı için yolları ayrılmış olsa da ideolojik ya da siyasal kökenleriyle bağlantılı bir sorun yaşamıyorlar.
Bu kadarı bir sır değil elbet. Dünün MHP’lisi, AKP’lisi geçmişiyle ilgili bir özeleştiri vermediği gibi, aynı zihniyete mensup olduğunu hissettirmekten de geri durmuyor. “Ucube Saray rejiminden kurtulana kadar uyum içinde hareket edelim, kozları sonra paylaşırız” demeye gelen bir tutum içinde oldukları, milletvekili adayı yapılan bazı isimlerden de bellidir. Bu bağlamda şu veya bu ismin aday gösterilmesine samimi bir hassasiyetin dışa vurumu olsa da siyasal olarak pek bir anlam taşımıyor. Nitekim Kemal Kılıçdaroğlu, aday yapılan bazı isimlerle ilgili yapılan eleştirilere yanıt verirken, ittifakta yer alan partilerin içişlerine karışmadıklarını söyledi. Zira çizgisi belli olan bir partiyle ittifak yaptıktan sonra onun milletvekili adayı gösterdiği kişilere itiraz etmenin siyasal bir karşılığı bulunmuyor.
Ucube Saray rejiminden bıkmış, ondan kurtulup rahat bir soluk almak için 14 Mayıs’ı bekleyen geniş kitleler umudunu işte bu “Millet İttifakı”na bağlamış durumda. Dinci-faşist rejimin yarattığı yıkımlar dikkate alındığında, bu ruh halinin oluşması elbette doğaldır. Bu ucube rejimin bir an önce tarihin çöplüğüne atılması da gerekiyor. Ancak bunun salt seçimlere endeksli bir şekilde yapılmaya çalışılması ve CHP liderliğindeki ittifakın bileşenlerine bakıldığında, işçileri, emekçileri yine de parlak bir gelecek beklemiyor.
“Onlar yine sermayenin temsilcileri olarak işe koyulacaklar”
Kemal Kılıçdaroğlu muhalefetin kazanma şansı yüksek adayı olarak büyük vaatlerde bulunuyor. Ekonomik, demokratik, sosyal, siyasal alanlarda bol keseden vaat dağıtıyor. Oysa sadece milletvekili adaylarının belirlenmesi sürecine bakmak bile, bu konuda umuda kapılanlar için ‘kötü haber’ sayılabilir. Adaylık pazarlıklarının keskin geçmesi tam da 14 Mayıs sonrasına yapılan hazırlıkla bağlantılıdır. Zira Saray rejiminin yıkılacağı varsayımı üzerinden her taraf 14 Mayıs sonrası kurulacak sisteme kendi damgasını vurabilmek için tüm imkanlarını kullanacaktır. Milletvekili aday listeleri, Saray rejimiyle aynı kökenden gelen partilere hacimlerinden büyük bir alan açıldığına işaret ediyor. Bu arada CHP’nin kendi aday listelerinde de parti ölçülerine göre daha solda duranların önemli bir kısmının aday yapılmadığı söyleniyor. Ucube Saray rejiminin yıkılması durumunda 15 Mayıs’ta "yeni dönem" başlayacak. Ancak bu süreçte etkili rol oynaması beklenen siyasal güçlerin işçilerin, emekçilerin, ezilenlerin dertlerine derman olmaları söz konusu bile olmayacak. Onlar yine sermayenin temsilcileri olarak işe koyulacaklar. Bazı ufak-tefek değişiklikler yapacaklar elbet. Bununla birlikte dinci-faşist sistemi ayakta tutmak için çaba harcayacaklarından da kuşku duymamak gerek.
Vurgulamak gerekiyor ki, emekçilerin böyle bir sisteme bel bağlayıp pasif bir şekilde beklemeleri, büyük bir yanılsama olacak, bu ise yeni hayal kırıklıkları ve umutsuzluklar yaratacaktır. Bu tuzağa düşmemenin tek yolu, işçi sınıfı ve emekçilerin kendi örgütlü güçlerine güvenmeleri, talepleri, özlemleri ve gelecekleri uğruna mücadeleyi yükseltmeleridir.