41 yıl önce sermaye düzeninin çok yönlü ihtiyaçları çerçevesinde gerçekleştirilen 12 Eylül askeri faşist darbesi, etki ve sonuçlarını toplumsal yaşamın tüm alanlarında hala daha sürdürüyor. 70’li yıllarda derinleşen kapitalist krizin faturasını işçi sınıfı ve emekçilere ödetmek, bu temelde giderek yükselen kitle hareketlerini ve sosyal mücadeleleri dizginlemek amacıyla Brezilya, Şili, Arjantin, Yunanistan gibi dünyanın birçok ülkesinde benzer darbeler gerçekleştirdi. Emperyalist merkezlerde planlanan bu darbelerle işçi sınıfını ve emekçileri hedef alan kapsamlı neo-liberal yıkım saldırılarının önü düzlenmiş oldu.
Bugünün Türkiye’sine bakıldığında darbenin çok yönlü sonuçları açık bir şekilde görülebilir. İşçi sınıfı ve emekçilerin yaşamlarını köleleştiren sosyal yıkım saldırıları, temel hak ve özgürlüklerin ortadan kaldırılması, polis devleti uygulamaları, siyasal yaşama rengini veren dinci gericilik ve şovenizm, Kürt halkını hedef alan imha, inkar ve asimilasyon politikaları, gençliğe dayatılan koyu geleceksizlik vd... Hepsi de 12 Eylül askeri faşist darbesi sayesinde kendisine varlık zemini buldu.
Düzen siyasetinde “Yeni Türkiye” tartışmalarının siyasal gündemi meşgul ettiği şu günlerde, sözde “Yeni Türkiye”nin kökünde 12 Eylül askeri faşist darbesinin yer aldığını, bugünkü iktidar güçlerinin bizzat 12 Eylül darbesinin ürünü olduklarını, dolayısıyla “yeni” tartışmalarının emekçileri aldatmaktan başka bir anlam ifade etmediğinin altını kalınca çizmek gerekiyor.
12 Eylül’ün iki yüzü: Siyasi ve ekonomik programlar
12 Eylül darbesi, devrimci mücadelenin ve yükselen sınıf hareketinin baskı ve zorla ezilmesinden çok daha kapsamlı bir anlam taşıyor. Zira 12 Eylül, yalnızca yükselen mücadelenin önünün kesilmesi değil, bununla birlikte ülkenin geleceğinin sermaye düzeninin çok yönlü hedefleri çerçevesinde yeniden çizilmesi anlamına geliyor.
Öyle ki, emperyalistlerin doğrudan yönetiminde gerçekleştirilen darbenin ardından, siyasi, ekonomik, kültürel ve sosyal açıdan iç içe ve çok yönlü bir program hayata geçirilmeye başlandı. Bunun bir yanında sınıfa dönük sosyal yıkım saldırıları, yoksulluğun ve sefaletin derinleştirilmesi, sınıfın örgütlenmelerinin dağıtılması var. Sınıf hareketini felç etmeye yönelik uzun vadeye yayılmış sistematik saldırılar var. Bir yanında başta ilerici-devrimci güçler olmak üzere toplumsal mücadelenin tüm dinamiklerinin baskı ve zorbalıkla ezilmesi, yenilgi ortamında ilerici-sol güçleri düzenin icazet sınırlarına çekmeye yönelik çok daha incelikli politikalar var.
Diğer yanında ise toplumsal yaşamın yeniden şekillendirilmesi üzerine atılan adımlar var. Zira 12 Eylül öncesinde 'Aydınlar Ocağı' türünden gericilik yuvalarında teorisi yapılan “Türk-İslam sentezi”, askeri faşist darbe ile birlikte açıkça devletin resmi politikası haline getirildi. Eğitimden kültür-sanata, toplumsal yaşamın tümü bu resmi ideoloji ekseninde dönüşüme uğradı. Her türden burjuva gericiliği toplumsal yaşamın tüm alanları üzerinde bir ağırlığa dönüştürüldü.
Dinsel gericilik darbe ile beslendi
12 Eylül’de toplumsal mücadelenin tüm dinamikleri baskı ve zorla ezildi. Bununla birlikte 24 Ocak kararlarında somutlanan ekonomik program hayata geçirildi. Özellikle bu ikincisi, emekçi katmanlar için yokluğun ve yoksulluğun katmerleşmesi anlamına geliyordu. Yoksulluğun dipsiz kuyusu ve askeri faşist darbeyle gelen siyasal koşulların yarattığı çaresizlik, emekçi katmanlarda özgüven yıkımı, gerçeklerden ve ilerici değerlerden kopuş sonucunu doğurdu. Bu tablo, emekçi katmanların kaderciliğe, mistik inanca ve özellikle de dine yönelmesine neden oldu. Böyle olunca da dinsel gericilik, kendisine gelişip serpilmek için verimli bir alan buldu.
Buna 12 Eylül’ün hayata geçirdiği siyasal program eşlik etti. Dinsel gericilik tam da bu dönemde özel olarak palazlandırıldı. İlkokullarda zorunlu din eğitimine başlanması, kuran kurslarının yaygınlaştırılması, yeni imam hatiplerin açılması, dinsel gericiliğin devletin eğitim, kültür ve propaganda araçlarıyla topluma sistematik olarak pompalanması, Alevi köylerine bile camiler yapılması 12 Eylül’ün siyasi programının yaşamdaki karşılığı oldu. Böylesi özel bir program ve yönelimle devlet, arkasına Amerikan emperyalizmini ve egemen sınıfın desteğini alarak, dine ve dinsel gericiliğe geniş bir alan açtı.
'89 yılında Sovyetler Birliği’nde ve ardı sıra Doğu Bloku ülkelerinde yaşanan çöküşün de etkisiyle sosyalizmden ve ilerici düşünceden geri duruş ve kaçış, burjuva gericiliğine güç kazandırdı. Bunun Türkiye’deki izdüşümü ise bir yandan ilerici sol güçlerin büyük bir kesiminin devrimcilik iddialarını ve sosyalizmi bir kenara bırakmak olurken; düzen cephesinden şovenizmin ve genel planda dinsel gericiliğin güçlenmesine ek bir alan açtı.
Bütün bu gelişmeler, sermaye düzeni açısından emekçi katmanları sersemletmenin, bölmenin ve mücadeleden uzaklaştırmanın aracı oldu.
AKP’yi 12 Eylül ve emperyalizm yarattı
Böylesi bir toplumsal atmosfer içinde gelişip serpilen dinci akımlar, emperyalistler ve egemen sınıfların desteğiyle siyasal iktidarın sahibi oldular. Bugün dinci gericiliğin şefi konumundaki Tayyip Erdoğan ise daha o zamandan emperyalistler tarafından desteklendi ve bugüne hazırlandı. Erbakan çizgisinin belli milli duyarlılıklarının bulunması (batı düşmanlığına dayalı boş laf da olsa) ve Anadolu’nun geleneksel orta burjuva katmanlarının emperyalizmle nispeten sınırlı olan bağları, “Ilımlı İslam” projesine dayalı bir model ülke yaratılabilmesinde Tayyip Erdoğan’a özel bir görev yükledi. Tam da bu nedenle, Tayyip Erdoğan, daha İstanbul Belediye Başkanı iken Amerikan büyükelçileri ve bazı Amerikan kuruluşlarının özel ilgisine mazhar oldu.
O yıllarda Anadolu’nun geleneksel orta burjuvazisini temsil eden dinsel gericilik, AKP ile birlikte tekelci burjuvaziyi temsil eden bir parti kimliğine büründü. Gelinen yerde büyük burjuvazinin bir kanadının siyasal temsilciliği olma boyutuna ulaştı.
12 Eylül rejimi sürüyor
12 Eylül askeri faşist darbesi ile önü açılan ve bugün büyük burjuvazinin bir kesiminin siyasal temsilcisi, genelinin ise çıkarlarını temsil eden bir parti kimliğine bürünen dinsel gericilik, yaratmak istediği tüm yanılsamalara karşın 12 Eylül rejimini tasfiye etmedi. Tersine, 12 Eylül rejimine uygun olarak, emperyalizmin ve büyük burjuvazinin çıkarları doğrultusunda varlığını sürdürdü. Ortadoğu’da emperyalizmin temsilcisi, model ülkesi oldu.
Bugün 12 Eylül, AKP eliyle yürütülen ekonomik-sosyal ve siyasal politikaların tamamında varlığını sürdürüyor. Gericiliğin toplumsal yaşamın tüm alanlarında egemen hale getirilmesine yönelik adımlar atılması, her türlü ilerici çıkışın baskı ve zorbalıkla ezilmesi, en demokratik hakların bile ayaklar altına alınması, işçi sınıfına tam bir kölelik dayatılması 12 Eylül düzeninin hüküm sürdüğünü açıkça ortaya koyuyor.
12 Eylül’le hesaplaşmak için...
12 Eylül rejiminin tüm icraatları bugün sermaye devleti tarafından sürdürülmektedir. Bu nedenle 12 Eylül’le hesaplaşmak, bugün dinci gerici iktidarda devamını bulan 12 Eylül düzeniyle hesaplaşmayı, her şeyden önce sermaye devletiyle açık bir mücadeleye girmeyi zorunlu kılmaktadır.
Burjuvazinin sınıf iktidarı devrilmeden ve devlet aygıtı parçalanmadan 12 Eylül’ün hesabını sormak mümkün değildir. 12 Eylül’den gerçek anlamda hesap sorabilmenin yolu, devrimci bir program etrafında kenetlenmiş işçi sınıfı ve emekçilerin mücadeleyi büyütmesinden, sosyalist işçi-emekçi iktidarının kurulmasından geçmektedir.