Faşist zorbalık ve provokasyon sökmüyor!

Yıllardır üniversiteleri hedef alan keyfi uygulamalar ve faşist saldırılar Boğaziçi direnişini tetikleyen sorunların başında geliyor. Özerk-demokratik üniversite talebinin hareketin temel bir talebi olarak öne çıkması da bunu anlatıyor. Özerk-demokratik üniversite talebi, bugünkü gençlik mücadelesinin toplumsal desteğini güçlendirmesi bağlamında da önemli bir yerde duruyor.

  • Kızıl Bayrak yazıları
  • |
  • Güncel
  • |
  • 07 Şubat 2021
  • 15:29

Boğaziçi Üniversitesi öğrencilerinin çıkışıyla ivmelenen gençlik hareketi, hızla kendi sınırlarını aşarak toplumsal muhalefetin temel gündemi haline geldi. Başta İstanbul olmak üzere birçok kentte öğrenciler ve diğer toplumsal mücadele güçleri Boğaziçi direnişiyle dayanışma eylemleri gerçekleştirdi. Hareket daha geniş bir çerçevede dinci-faşist iktidarı hedef alan bir eksene oturdu. 

Denebilir ki, bugün Boğaziçi direnişi toplumsal mücadelenin en ön cephesi durumunda. Farklı üniversitelerdeki öğrenci ve akademisyenlerden ilerici-sol güçlere, kadın hareketinden işçi direnişlerine kadar bir dizi odak, bugün Boğaziçi direnişiyle dolaysız bir bağ kurmuş durumda. AKP-MHP iktidarı tam da bu nedenle Boğaziçi’ndeki dinamiği ezmek için tüm şiddet aygıtlarını seferber etmiş bulunuyor.

Rejimin açmazları derinleşirken...

Son yıllarda toplumdaki her kıpırdanış, dinci-faşist rejimin Haziran Direnişi sendromunu tetikliyor, korkularını büyütüyor. Korkmakta haklılar da! Zira, Türkiye kapitalizmi çok yönlü krizlerin pençesinde debeleniyor. AKP-MHP bloğunun kurduğu harami saltanatı ise bu çok yönlü krizlerin açmazı içerisinde giderek hareket kabiliyetini yitiriyor.

Tüm veriler ekonominin pandemiyle birlikte çok daha kırılgan hale geldiğini gösteriyor. İç ve dış borç batağı gün be gün derinleşirken, enflasyonda yaşanan tırmanış engellenemiyor. İşsizlik oranları artarken, üretimde yaşanan durgunluk bu sorunun çok daha boyutlanacağının işaretlerini veriyor. Ekonomik-mali çöküntü tablosu ise sermaye açısından güvensizlik kaynağı olarak öne çıkıyor, “istikrar” sorununu döne döne gündeme taşıyor.

Pandemiden yansıyan tablo ise bir başka sorunlar yumağını oluşturuyor. Gerici-faşist rejim aylardır rakamlarla oynayarak toplumu manipüle etmeye çalışsa da salgının yarattığı yıkım artık gizlenemiyor. Düşürülemeyen vaka sayıları çarpıtılmış rakamlarla servis edilse de, her gün yüzlerce insanın yaşamını yitiriyor olması, sağlık ve eğitim sistemlerinde yaşanan çöküş bunun en somut örnekleri. Salgın kontrolden çıkmış bir halde toplum sağlığını tehdit etmeye devam ederken, rejim cephesi yeni skandallara imza atıyor. Aşı alımı ve aşılama sürecinden yansıyan rezalet tablosu her şeyi anlatıyor aslında. Maske dağıtmaktan aciz, karantina kısıtlamaları akla, bilime ve hiçbir mantığa sığmayan, aşı politikasının olup olmadığı bile belirsiz olan bir rejim gerçekliği duruyor karşımızda.

Ekonomik kriz ve pandeminin yanı sıra düzen cephesinde yaşanan belirsizlikler ve siyasal kriz, dış politika alanındaki iflaslar, savaş ve saldırganlık politikalarının derinleştirdiği insani kriz vb. sorun alanlarıyla birlikte rejim çok yönlü açmazlarla yüzyüze. Tüm bunlar dinci-faşist rejimin hareket alanını giderek daraltıyor.

Boğaziçi direnişini tetikleyen koşullar

Türkiye kapitalizminin yaşadığı bu çok yönlü sorunlar yumağı başta işçi ve emekçiler olmak üzere, toplumun ezilen ve sömürülen kesimlerinin yaşamında büyük yıkımlar yaratıyor. Zira, sermaye düzeni ve saray rejimi tüm bu sorunların ağır yükünü emekçilerin omuzlarına yüklemiş durumda. 

Krizin ve pandeminin emekçilere kesilen faturası son derece kabarık. Çalışma koşullarının ağırlaşması, arkası gelmeyen zam furyasıyla ücretlerin erimesi ve alım gücünün düşmesi, işten atılmalar, en temel insani ihtiyaçlara erişememek, yaşam ve sağlık hakkının hiçe sayılması, emekçi kadınları hedef alan çok yönlü saldırılar, eğitim hakkının fiilen gasp edilmesi, güvencesiz ve geleceksiz yaşam koşulları faturada yer alan kalemlerin öne çıkanları.

Bu ağır fatura, işçilerin, emekçilerin ve gençliğin öfke ve tepkisini her geçen gün büyütüyor. Henüz sınırlı mevzilerde de olsa süren işçi direnişlerinin yanı sıra, kadın ve gençlik eylemleri biriken öfkenin dışa vurumu olarak kendini gösteriyor. Haftalardır çeşitli eylem biçimleri alarak devam eden Boğaziçi direnişini ve onunla bağı içerisinde gelişen tepkileri de bu kapsamda değerlendirmek gerekiyor. 

Devlet terörü ve düzen muhalefeti

Boğaziçi eylemleri ilk günden itibaren dinci-faşist bloğunun sistematik saldırılarının hedefi oldu.

Gençlik hareketinin bütün bir dinamizmiyle kendini ortaya koyduğu süreçte, bir yandan eylemlerde polis terörü estirilirken, öte yandan “terör” demagojisi eşliğinde ev baskınları gerçekleştirildi. Devam eden günlerde eylemleri hedef alan saldırılara yargı terörü eşlik etti. “İslami değerlere saldırıyorlar” söylemiyle yeni bir boyut kazanan saldırılar hızla bir provokasyona dönüştürüldü. İktidarın talimatıyla Boğaziçi’ne giren polis bir kez daha terör estirirken, cihatçı güruhlar “gerçek Müslümanlar Boğaziçi’ne” çağrıları yayınladı. Sermaye devletinin Afrin işgali sürecinde Boğaziçi Üniversitesi’ni hedef göstererek “Afrin’e girdik, Boğaziçi'ne de gireriz” söylemi adeta prova edildi. 

Tüm hoyratlığına rağmen rejim Boğaziçi direnişini kırmayı başaramadı. “Terör” demagojisi ve “İslami değerlere saldırıyorlar” provokasyonu tutmadı. Gelişen gençlik hareketi başta ilerici-sol muhalefet güçleri olmak üzere geniş bir kesim tarafından sahiplenildi. İşçi direnişleri adına Boğaziçi öğrencileri ile dayanışma mesajları yayımlandı, kimi direnişçi işçiler eylemli süreçlerde yerini aldı. Dayanışma ağı hızla uluslararası bir boyut kazandı.

Tüm bunlar yaşanırken, başta CHP olmak üzere, düzen muhalefeti gelişen mücadele karşısında bir kez daha gerici-faşist rejimin yanında saf tuttu. “İnsanlığın mukaddes değerlerini” savunmak adı altında gerici saldırganlığı meşrulaştırmakla kalmadı, gelişen kitle hareketi karşısında itfaiyecilik misyonuyla hareket etti. 15 Temmuz darbe girişiminden Suriye ve Rojava’ya dönük işgal saldırılarına kadar, kritik her gelişmede Erdoğan yönetimine koltuk değnekliği yapan CHP, Boğaziçi sürecinde de kitleleri sokaktan çekebilmek için “sağ duyu” çağrıları yapmaktan geri durmadı.

Boğaziçi direnişi, toplumsal mücadele ve gençlik hareketi

Yıllardır üniversiteleri hedef alan keyfi uygulamalar ve faşist saldırılar Boğaziçi direnişini tetikleyen sorunların başında geliyor. Özerk-demokratik üniversite talebinin hareketin temel bir talebi olarak öne çıkması da bunu anlatıyor.

Özerk-demokratik üniversite talebi, bugünkü gençlik mücadelesinin toplumsal desteğini güçlendirmesi bağlamında da önemli bir yerde duruyor. Zira, gerici-faşist rejim toplumun çok değişik kesimlerine keyfi dayatmalarla yükleniyor, demokratik hak ve özgürlükleri faşist zorbalıkla bastırıyor. Kürt halkına, Alevilere, kadınlara dönük ayrımcılığı tırmandırıyor, hak arama eylemleri üzerinde terör estiriyor, işçi sınıfının örgütlenmesini engelliyor, grevlerini yasaklıyor, muhalif basına koyu bir sansür uyguluyor, devrimci-ilerici basın çalışanlarını zindanlara dolduruyor. Tıpkı belediyelerde olduğu gibi, gelinen yerde demokratik kitle örgütlerini dahi kayyımlarla yönetmek için yasal dayanaklar oluşturuyor. Gerici-faşist rejim işçilere, emekçilere, gençliğe ve diğer ezilen kesimlere adeta nefes alacak alan bırakmıyor.

Dolayısıyla, üniversite gençliğinin özerk-demokratik üniversite talebi, gençlik hareketinin genel olarak demokratik hak ve özgürlükler mücadelesi ile bağ kurabilmesinin en önemli halkalarından birini oluşturmaktadır. Buradan hareketle, Boğaziçi çıkışıyla ivmelenen gençlik hareketi, gerek merkezi olarak gerekse her bir üniversitede özerk-demokratik üniversite talebini daha güçlü bir şekilde öne çıkarmalı, güncel mücadele bu talep etrafında örülmelidir.

Öte yandan gençlik hareketi kendisini hedef alan faşist baskı ve saldırıları geri püskürtmek için devrimci, ilerici-sol dinamiklerle omuz omuza vererek, ortak mücadele zeminlerini güçlendirmelidir. Bu bağlamda, son dönem eylemlerinde öne çıkan “Faşizme karşı omuz omuza!”, “Kurtuluş yok tek başına ya hep beraber ya hiçbirimiz!” şiarları daha güçlü bir şekilde haykırılmalı, toplumsal mücadelenin kaynaştırıcı halkaları haline getirilmelidir.

İLİŞKİLİ HABERLER