Garê hezimeti, düzen siyaseti ve toplumsal muhalefet

Farklı saiklerle AKP-MHP gericiliğine direnen güçlerin sokakta örecekleri birleşik mücadele aynı zamanda toplumu uyuşturan ırkçı-gerici zehrin de panzehiri olacaktır. Başta Kürt halkı olmak üzere, ezilen ve baskı gören tüm kesimler, haklı ve meşru talepler üzerinden bu hareketin içerisinde kaynaşacak ve gerçek bir dayanışma zeminine kavuşacaklardır.

  • Kızıl Bayrak yazıları
  • |
  • Güncel
  • |
  • 21 Şubat 2021
  • 18:16

AKP-MHP iktidarının Kürt halkına ve hareketine güçlü bir darbe indirme hedefiyle devreye soktuğu, fakat tam bir fiyaskoyla sonuçlanan Garê’ye dönük askeri harekat hala gündemdeki yerini koruyor. 

Dinci-faşist rejim Garê hezimetinin sorumluluğundan sıyrılmaya dönük hamlelerini sürdürürken, düzen muhalefeti ise Kürt halkına düşmanlık çizgisinden milim sapmadan yaşanan başarısızlık üzerinden AKP-MHP iktidarına yüklenmeye devam ediyor. Görünen o ki “Garê operasyonu” burjuva siyaset arenasında önemli bir kırılma noktası olarak uzun bir süre tartışılacak.

AKP-MHP gericiliğinin Garê hezimeti ve arka planı

Türkiye’nin kapitalist düzeni büyük açmazlarla yüz yüze. Her geçen gün ağırlaşan ekonomik-sosyal kriz, önü alınamayan pandemi süreci, düzen siyasetinde yaşanan kilitlenmeler ve tüm bunların toplumsal yaşamda yarattığı ağır tahribat Türkiye kapitalizminin en genel tablosunu oluşturmaktadır. Elbette bunlara uluslararası ilişkiler alanında biriken kriz dinamiklerini de eklemek gerekiyor.

Tüm bu sorun alanlarının AKP-MHP gerici bloğunu fazlasıyla bunalttığı bir dönemden geçiyoruz. Zira, ekonomik kriz gibi sistemin yapısal sorunları bir yana, rejimin ne düzen siyasetinde yaşanan açmazlara ne uluslararası ilişkiler alanındaki sorunlara ne de toplum ölçüsünde büyüyen sosyal hoşnutsuzluğa dönük bir çözüm politikası bulunuyor. Bunun içindir ki dinci-faşist iktidar uzun bir süredir çıplak bir zor aygıtı olarak ayakta kalmayı esas alıyor.

Öte yandan, kapitalist sistemin çok yönlü krizleri ve iktidarın her birini derinleştiren politikaları, AKP-MHP ikilisinin kendi tabanında dahi meşruiyetini kaybetmesine ve seçmen desteğinin giderek erimesine yol açıyor. Bu olgu son bir yıllık pandemi süreci üzerinden bile açıkça görülebiliyor. Salgın koşullarında işçi ve emekçiler kendi kaderlerine terk edilmiş bir şekilde toplumun tüm yükünü sırtlamış durumdalar. Emekçilerin çalışma koşulları her geçen gün ağırlaşırken, açlık ve yoksulluk derinleşirken, en temel insani hakların sözünü bile etmek mümkün değil günümüz Türkiye’sinde.

Garê’ye yönelik saldırganlığın arka planında tam da bu tablo yer almaktadır. Dünden bugüne çok yönlü sorunlar altında bunalan sermaye hükümetlerinin bilinen pratiğidir bugün yaşananlar. Geçmişte de sermaye hükümetlerinin Kürt sorununu istismar ederek şovenizm zehrini her fırsatta topluma akıttığı, yeri geldiğinde bunu kanlı operasyonlarla ya da sınır ötesi harekatlarla tamamladığı birçok örnek yer almaktadır. Fakat AKP-MHP iktidarı bunu adeta bir çizgi haline getirmiş bulunmaktadır. Bunu sadece düzenin genel çıkarları değil, aynı zamanda kurmaya çalıştıkları gerici-faşist rejimin bekası için yapıyorlar. Son yıllarda Güney Kürdistan’a ve Rojava’ya dönük işgal girişimlerine bakıldığında, bu olguyu görmek zorluk taşımıyor.

7 Haziran 2015 seçimlerinin ardından Kürt halkına yönelik tırmandırılan kirli savaş, beraberinde devreye sokulan provokasyonlar ve arkası gelmeyen kitle katliamları, AKP gericiliğinin iktidarı elinde tutmak için nelerin altına imza atabileceğini ortaya koymuştu. 2023 seçimleri yaklaşırken, bugünden yaratılmaya çalışılan atmosfer de farklı değildir. 

Fakat “Garê operasyonu” üzerinden hedefledikleri sonucu elde edemediler. Garê’ye yönelik saldırıyla PKK’nin yönetim kademesini kıskaca almayı ve mümkünse esir asker ve polisleri alarak “büyük bir şovun” altına imza atmayı umuyorlardı. Elbette buna Kürt düşmanlığı ve iyiden iyiye tırmandırılacak olan ırkçı-şovenizm eşlik edecekti. Bu “kapsamlı plandan” geriye kalan sadece sonuncusu, Kürt halkına düşmanlık ve ırkçı-şoven zehrin topluma pompalanması oldu. Ötesinin sorumluluğunu bile almaktan imtina eden rejim, sonuçları önümüzdeki dönemde daha net görülecek bir siyasal kırılma tablosu ile baş başa kaldı.

Garê hezimeti ve düzen muhalefeti

Garê’ye dönük saldırı, burjuva muhalefetin de gerçek konumunu bir kez daha ortaya koymasına vesile oldu. Erdoğan yönetiminin Garê üzerinden kurduğu kirli planla dinci-faşist rejimi tahkim etmek istediği gün gibi ortadayken, düzen muhalefeti daha ilk günden iktidara omuz veren açıklamalarda bulundu. 

Ancak harekatın PKK’nin elindeki 13 kişinin ölümüne neden olması, dinci-faşist iktidarın bunun nasıl yaşandığına ilişkin inandırıcı açıklama getiremediği gibi hiçbir sorumluluk üstlenmemesi, bu insanların kurtarılması için bugüne kadar hiçbir adım atılmamış olması vb. toplum ölçüsünde tartışmalara yol açtı. CHP ve diğer düzen partileri, Kürt halkına ve kazanımlarına dönük saldırganlık üzerinden değil ama 13 kişinin yaşamına mal olan hezimet üzerinden “muhalif” bir tutum sergilediler, sadece bu çerçevede sorunun üzerine gittiler. 

Bugüne kadar Kürt halkının kazanımlarını hedef alan saldırıların başarısı, düzen muhalefetinin iktidarla birleştiği temel eksenlerden biri olmuştur. Bu tür kirli hamlelerin toplumu nasıl bir yıkıma sürüklediği, başta Kürt ve Türk halkları olmak üzere bölge halkları arasında nasıl bir düşmanlığın körüklendiği ve sözde muhalefet ettikleri dinci-faşist rejimin tahkimi adına ne gibi sonuçlar yaratacağı burjuva muhalefetin umurunda değildir.

Ancak Garê fiyaskosu ve devamında yaşanan gelişmeler burjuva muhalefete AKP-MHP ikilisini sıkıştıracak bir hareket alanı yaratmıştır. Şu günlerde bunu değerlendiren CHP ve ortakları, nereden tutulsa dökülen Garê hamlesinden faydalanarak iktidar karşısında kendi konumlarını güçlendirmeye çalışıyorlar. Bunun farkında olan AKP-MHP bloğu da, gerek burjuva muhalefet temsilcilerini ziyaret ederek gerekse meclis kürsüsünü kullanarak düzen cephesini Kürt düşmanlığı ekseninde tutmak için uğraşıyor. 

Devrimci-ilerici muhalefet ve Kürt halkıyla dayanışma çizgisi

Bütünlüğü içerisinde bu tablo, hem AKP-MHP bloğunun kirli-provokatif hesaplarını boşa çıkarmanın hem de Kürt halkıyla gerçek bir dayanışma süreci örmenin yolunun sokaktan, yani toplumsal mücadele dinamiklerinin kendini ortaya koymasından geçtiğini göstermektedir.

Bunun için başta işçi sınıfı olmak üzere kadın, gençlik, çevre vb. toplumsal mücadele dinamikleri ile devrimci-ilerici güçlerin, AKP-MHP gericiliğinin kapsamlı saldırılarına karşı birleşik bir odak olarak hareket etmeyi başarabilmeleri gerekmektedir. Bu başarıldığında, rejimin tüm temel konularda devreye soktuğu karanlık hamlelerinde “incir yaprağı” misali “ayıp örtme” misyonuyla hareket eden burjuva muhalefetin de maskesi yere düşürülebilecektir.

Farklı saiklerle AKP-MHP gericiliğine direnen güçlerin sokakta örecekleri birleşik mücadele aynı zamanda toplumu uyuşturan ırkçı-gerici zehrin de panzehiri olacaktır. Başta Kürt halkı olmak üzere, ezilen ve baskı gören tüm kesimler, haklı ve meşru talepler üzerinden bu hareketin içerisinde kaynaşacak ve gerçek bir dayanışma zeminine kavuşacaklardır.

Sınıf devrimcileri açısından bu noktada yakalanması gereken halka elbette işçi sınıfı hareketini geliştirmek, politik bir sınıf hareketi yaratmaya kilitlenmek olmalıdır. Bunu yaparken farklı mücadele dinamikleri ile kurulacak bağlar, sınıf hareketinin merkezinde olduğu topyekûn mücadeleyi örmenin imkanları olarak ele alınmalıdır.