AKP-MHP iktidarı bir dizi alanda yaşadığı sıkışmışlığı birbirini izleyen saldırılarla aşmaya çalışıyor. Faturasını döne döne emekçilere ödettiği halde ekonomik-mali kriz her geçen gün ağırlaşıyor. Salgın adeta dizginlerinden boşalmışçasına yayılıyor. Dış politika alanında biriken sorunlar yumağı ise yerli yerinde duruyor. Tüm bunlar gerici-faşist iktidarın manevra alanlarını gün be gün daraltıyor.
Tam bir açmazın ifadesi bu sorun alanları, gerici-faşist iktidarın şiddet aygıtlarına ve baskı politikalarına daha da sarılmasına yol açıyor. Geçtiğimiz hafta peş peşe devreye sokulan saldırılar; HDP’li milletvekillerinin vekilliklerinin düşürülmesi, HDP’ye kapatma davası açılması, Gergerlioğlu’nun yaka paça meclisten çıkartılması, Gezi Parkı’nın İBB’nin elinden alınarak ne idüğü belirsiz gerici bir vakıfa devredilmesi, İstanbul Sözleşmesi’nden bir gece kararnamesi ile çıkılması, hem iktidarın açmazlarının ne denli derinleştiğini hem de saldırganlık ve keyfilikte hiçbir ölçünün kalmadığını gözler önüne seriyor.
Sergilenen bu pervasızlığın gerisinde, tam da üstesinden gelmekte büyük bir zorlanma yaşadığı açmazlarından dolayı bir “kararlılık gösterisi” sergileme ihtiyacı yer alıyor. Gerici-faşist rejim, ayağının altındaki toprak kaydıkça, hala da “güçlü olduğu” ve “istediğini yapabileceği” görüntüsü yaratmaya çalışıyor.
Toplumsal mücadele dinamikleri ezber bozuyor
Ancak, yaratılmaya çalışılan görüntüye rağmen gerici-faşist iktidarın işi eskisi kadar kolay değil. Zira, uzun süredir toplumun derinliklerinde mayalanan mücadele dinamikleri belli vesilelerle kendisini dışa vuruyor.
Bunun en son ve güncel örnekleri, kitlesel geçen Newrozlar ve İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme kararı ile tekrar başlayan kadın eylemleri oldu. İktidarın ezilen Kürt halkına ve kadınlara yönelik keyfi baskı ve zorbalığına yanıt geniş kitleler tarafından meydanlarda verildi. Yüzbinlerce insanın Newroz alanlarında HDP’ye ve HDP’li vekillere dönük saldırılara karşı bir araya gelmesi, İstanbul Sözleşmesi şahsında hak ve özgürlüklerini savunan kadınların geniş katılımlı eylemlerle tepkilerini ortaya koyması, AKP-MHP blokunun yaratmaya çalıştığı “güçlü iktidar” imajını yerle bir etti.
Tüm bu gelişmeler, önümüzdeki süreçte sokakların daha da ısınacağını, gerici-faşist iktidarı zorlayacak gelişmelerin yaşanabileceğini gösteriyor.
Düzen muhalefetinin basiretsizliği
Ülkede tüm bunlar yaşanırken, iktidar keyfi saldırıların dozunu artırırken ve bu saldırılar yeri geldiğinde kendisini de hedef alırken, düzen muhalefeti buna karşı duramayacağını bir kez daha ortaya koydu. HDP ile kadınların hak ve özgürlüklerini hedef alan saldırılar karşısında edilgen tutumunu sürdürdü. Sokaklara inen yüzbinler dahi onlar üzerinde basınç oluşturamadı.
Bunun bilincinde olan AKP iktidarı, ırkçı-şoven politikaları tırmandırarak düzen muhalefetini bölmeye dönük yeni hamleleri devreye soktu. Özellikle Kürt halkı ve hareketini hedef alan güncel saldırılar ve İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme kararı gerici düzen muhalefeti içerisinde yeni tartışma ve çatlakların oluşmasına yol açtı. Irkçı partiler Kürt halkına dönük saldırıları açık ya da örtülü desteklerken, muhalefet bloğunun dinci-gerici kesimleri ise kadınları hedef alan saldırıları ya sessiz sedasız destekledi ya da göstermelik söylemlerle günü kurtarmaya çalıştı.
Bugün sergilenen pervasızlığın gerisinde aynı zamanda düzen muhalefetinin bu tablosu var. Dinci-faşist iktidar, derinleşen açmazlarına, yaşadığı meşruiyet yitimine ve tabanındaki erimeye rağmen ayakta kalabilmeyi buna borçlu. Kişiliksiz, edilgen ve gericilikle malul düzen muhalefeti, iktidarın kendisini hapsettiği alanın dışına çıkmayarak, böylece ona alabildiğine geniş bir hareket alanı açıyor.
Emperyalistlerin ikiyüzlü tutumu
AKP-MHP iktidarı içerde saldırıları tırmandırıp keyfilikte sınır tanımazken, emperyalist güçlerin bir dizi konuda sessiz kalmasından da güç alıyor.
Başta ABD ve AB olmak üzere batılı emperyalistler çeşitli konularda AKP iktidarı ile gerilim yaşıyor olsalar da, Türkiye’de hüküm süren keyfi zorbalık karşısında son derece ikiyüzlü bir tutum içindeler. Gerici-faşist iktidarla yaşadıkları gerilimleri kendi çıkarları doğrultusunda sonuçlandırmak için pazarlık konusu yaparken, HDP’ye yönelik saldırıları ve İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme kararını ise “endişe duyuyoruz”, “kaygılıyız”, “hayal kırıklığı içerisindeyiz” vb. göstermelik tepkilerle geçiştirdiler.
Batılı emperyalistlerin bu tutumunu tamamlayan bir diğer gelişme, son bir hafta içerisinde Türkiye’ye dönük yaptıkları “dostane” açıklamalar oldu. Başkanlık koltuğuna oturduğu günden beri Erdoğan’la temas kurmayan Biden Türkiye’ye dönük yaptırımlara ilişkin ılımlı açıklamalar yaparken, Dışişleri Bakanı Antony John Blinken üzerinden ilk temas da gerçekleştirilmiş oldu. Blinken, NATO dışişleri bakanları toplantısında, “Türkiye uzun bir geçmişimiz olan ve değer verdiğimiz bir müttefikimiz. Türkiye'nin NATO'ya olan bağlılığının sürmesi hepimizin çıkarına” dedi ve Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu ile görüştü. Ardından ABD ile Türkiye arasında farklı düzeylerde iki ayrı görüşme daha gerçekleştirildi.
Aynı hafta içerisinde AB emperyalistlerinden de benzer “sıcak” mesajlar geldi. “Halkların Demokratik Partisi'nin kapatma girişimi başta olmak üzere İstanbul Sözleşmesi'nden çıkılmış olması kaygı verici” yönünde açıklamalarda bulunan AB sözcüleri, hemen ardından Türkiye’yi ne denli “önemsediklerini” vurgulamayı ihmal etmediler. Bunun son örneği Avrupa Birliği Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi Josep Borrell’in açıklamaları oldu. Borell, “Biz, Türkiye ile bir aday ülke, komşu ve en iyi ilişkileri geliştirebileceğimiz önemli bir ülke olarak ilişki kurmak istiyoruz’ diyerek, Çavuşoğlu ile görüşeceğini belirtti.
Emperyalistlerin bu ikiyüzlü tavrı gerici-faşist rejimi cesaretlendirmekte, ilerici-muhalif kesimlere dönük saldırılarda daha da pervasızlaşmasının önünü açmaktadır.
Belirleyici olan fiilli-meşru mücadele çizgisidir!
Bütünlüğü içerisinde bu tablo, düzen muhalefetine ve emperyalist güçlere bel bağlanarak gerici-faşist saldırganlığın püskürtülemeyeceğini, görmek istemeyenlerin de görebileceği açıklıkta ortaya koymaktadır.
Yapılması gereken, son günlerde kendisini farklı biçimlerde ortaya koyan sokak mücadelelerini güçlendirmektir. Açıktır ki dinci-faşist iktidar kendi hazırlığını bu mücadeleleri ezmeye dönük yapıyor, bugünden direniş iradesini kırma kararlılığı ile hareket ediyor. Daha da tırmandırılacağı açık olan bu saldırganlık karşısında bir adım bile gerilememek, bu çerçevede fiili-meşru mücadele çizgisini adım adım güçlendirmek yakıcı bir önem taşıyor. Önümüzdeki süreçte daha da pervasızlaşacak saldırganlığı durdurmanın ve geri püskürtmenin yolu buradan geçiyor.
İlerici ve devrimci güçler bu bakışla hareket etmeli, sürmekte olan işçi direnişlerini, Newroz’da alanlara çıkan yüzbinlerin HDP’ye dönük saldırganlığa karşı verdiği yanıtı, gençliğin Boğaziçi çıkışıyla ivmelenen direnişini, İstanbul Sözleşmesi’nden çıkılmasıyla başlayan kitlesel kadın eylemlerini güçlendirmek, yaygınlaştırmak, birleştirmek ve ileriye taşımak için adımlarını hızlandırmalıdır. Zira önümüzdeki süreçte gelişmelerin seyrini sokak mücadeleleri ve direnişler belirleyecektir.