Dinci-faşist iktidarın yaşadığı çürüme ve yozlaşmanın ulaştığı düzeyi tanımlamada mevcut kavramlar artık yetersiz kalıyor. Bu olgu yeni olmasa da son yıllarda yepyeni boyutlar kazanmış bulunuyor. Ölçüsüz bir kaba güç kullanımı, gözü dönmüş bir saltanat hırsı, sınırsız yağma, talan ve soyguna dayalı devasa bir servet birikimi, yalan-uydurma-çarpıtmada hiçbir sınır tanımama vb...
Ortaya serilen rezalet tablosuna rağmen, kimileri bunu “başarılı siyaset yapma tarzı” diye tanımlayabiliyor. Her türlü kepazeliğe başvurarak mafyatik bir rejimi ayakta tutmak, “başarı hikayesi” yazmak ya da “usta politikacılık” olarak pazarlanmaya çalışılıyor. Kokuşmuş rejimin “analizci” veya “uzman” kılıklı beslemeleri bu “pazarlama” misyonunun gereklerini yerine getiriyorlar.
***
Her türlü rezilliğin altına imza atan dinci-gericiler, bizzat işbirlikçi tekelci burjuvazi ve emperyalistler tarafından iktidara taşındılar. Onlar, “alnı secdeye değenler” olarak vicdanlı ve dürüsttüler. Haram yemezler, zulüm etmezler, adam kayırmazlar, “yetim hakkı”na el uzatmazlar, rüşvet almazlar, yolsuzluk yapmazlardı. Erdoğan başta olmak üzere AKP şefleri ve medyadaki beslemeleri yıllarca tam bir utanmazlıkla bu çerçevede ahkam kestiler. Buna inanmayan ama sınıfsal çıkarları gereği bu sahtekarlığa çanak tutanlar da az değildi.
Dinci-gerici odakların neredeyse herkesi kullanabilmeleri, bu sahtekarlığın bir dönem için işe yaradığını gösteriyor. “Kullan at” siyaseti izleyen dinci-gericilik, nihayet her zaman yakın olduğu ırkçı-faşistlerle kader birliği yaparak gerçek yüzünü tüm çıplaklığıyla ortaya serdi. “Ahlaklı ve dürüst” dinci-gericiler iğrençlikte sınır tanımayan ırkçı-faşist bir ucube rejimi inşa ettiler.
***
Sermayenin dinci-gerici temsilcilerinin yolsuzlukları, rüşvet yemeleri, dini duygularını istismar ettikleri kitleleri soymaları, rant-talan peşinde koşmaları olgusu elbette yeni değil. İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı döneminde Erdoğan ve etrafındaki yiyici takımı hakkında sayısız soruşturma açılmıştı. Dönemin yargısı yolsuzluk dosyalarını hasıraltı ederken, okuduğu “şiir” nedeniyle hapis cezasına çarptırarak Erdoğan’dan “sahte kahraman” yarattı. Öyle ki Erdoğan “hapis”te yatarken AKP’nin kuruluş hazırlıklarını tamamlayabildi. Elbette bu planın ardında ABD ve siyonist lobi vardı.
Sicili böyle olanlar, iktidar olmanın olanaklarını pervasızca kullanarak tam bir çirkefe battılar. Çeteleşme, çürüme, yozlaşma, yağma, talan, adam kayırma, gasp, rüşvet, haraç vb.’inde Körfez ülkelerinin yozlaşmış krallarını bile geçtiler. Sedat Peker’in ifşaat ve itirafları, bu ucube rejimin niteliği hakkında daha somut veriler sundu. Bazı eski AKP’lilerin itirafları da, rejimin yıllardır soygun, yağma ve talana çarkından beslendiğinin somut kanıtları durumunda. Ankara kulislerinden haber alabilen bazı gazeteciler, AKP saflarında ifşaat yapmak için uygun zamanı kollayan çok sayıda kişi olduğunu söylüyorlar.
***
Mafyatik rejimin soygun ve talan çarkları ilkin 2013’te 17-25 Aralık skandallarıyla ifşa edilmişti. Ancak ifşa edenler cemaatçiler olduğu için tüm pislik hasıraltı edildi. Dört bakan harcanmak zorunda kalınsa da yargılanmaları engellendi. Ancak son günlerde yaşanan iki gelişme, ortalığa saçılan pisliklerin gerçekliğini geniş kitleler nezdinde gözler önüne serdi.
Çevre ve Şehircilik eski bakanı Erdoğan Bayraktar, suç ikrarında bulunarak, 17-25 Aralık skandallarının gerçek olgulara dayandığını açıkladı. “İddianamede yer alan her şey doğrudur” itirafında bulunan eski AKP’li bakan, dinci-gericiliğin baştan beri yağma ve talan çarkından beslendiğini teyit etti. 1994’te yerel yönetimler tarafından kurulan soygun çarkı, AKP’nin iktidara yürüyüşüyle birlikte ülke ölçüsünde yayılmaya başlamış, gelinen yerde bu çark üzerinden işleyen bir “AKP düzeni” kurulmuştur.
Erdoğan Bayraktar’ın itirafları tartışılırken, Erdoğan ile oğlu arasındaki konuşma tapelerinin de gerçek olduğu teyit edildi. Tapeleri teknik analize gönderen CHP, kısa süre önce sonuçları açıkladı. “Sıfırlama” ile ilgili yayınlanan tüm konuşmaların orijinal olduğu teknik analizle de kanıtlandı.
***
Rejimdeki çürüme ve yozlaşma saray ve çevresinden ibaret değil. Tüm devlet kurumları dinci-faşist partilerin, tarikatların, çetelerin mensuplarına tahsis edilince, çürüme ve kokuşma rejimi tepeden-tırnağa sarmış durumda. Yaratılan korku ortamı ve estirilen psikolojik terörün de etkisiyle düzenin yargısı tam bir aparata dönüştürüldü. Ortaya serilen sayısız suç dosyası varken, bizzat failleri itiraflarda bulunurken, tek bir savcı bile kılını kıpırdatamıyor. Çürüyen rejiminin savcı ve yargıçlarının en “önemli” icraatları, saraya biat etmeyenleri yargılamak, çocuk tacizcileri ile kadın katillerini korumak!
Rejimdeki kokuşmanın aldığı boyut rastlantı değil. AKP-MHP koalisyonunun her tür çirkefin boy verdiği bataklığı bu denli derinleştirebilmesi, burjuvazinin siyasal alandaki en gerici, en bağnaz temsilcileri olmalarından dolayıdır. Dolayısıyla rejimin her tarafı kaplayan bir bataklığa dönüşmesi, kapitalist sınıfın ucube suretinin siyasal alandaki yansımasıdır.
Düzen muhalefeti bu kokuşmuş bataklıkta güller yetiştireceğini vadediyor. Bu vaatler saray rejiminden yaka silken, işsizlik ve sefalet dışında bir şey sunamayan kapitalist sistemden bıkan kitleleri etkileyebilir. Ancak bu kadarı en iyi ihtimalle kısa süreli bir rahatlama yaratabilir. Zira bu sistem altında çözümsüz temel sorunlar yerli yerinde kalacaktır. Kapitalist sistem bu sorunları her gün yeniden yeniden üretiyor ve üretmeye devam edecektir.
İşçi sınıfı ve emekçilerin önünde tek bir çıkış yolu vardır. Demokratik haklar uğruna mücadeleyi, saray rejiminden hesap sorma hedefiyle birleştirmek, temel talepler uğruna mücadeleyi ise kapitalist düzeni yıkma mücadelesinin bir imkânı olarak ele almaktır.