AKP-MHP iktidarının açgözlülüğü ve ihtirasları yüzünden toplumun uçuruma doğru sürüklenişi devam ediyor. Elindeki güç ve olanakları sermaye sınıfını ihya etmek için kullanan Erdoğan rejimi, işçi ve emekçilere açlık, yoksulluk ve ıstırap dışında bir şey sunmuyor. İktidar bir yandan kitle tabanındaki erimeyi gördükçe tekerleği patlamış kamyon misali önüne çıkan her şeyi ezip geçerken, diğer yandan birer yalan makinesi gibi işleyen saray aparatı kurumlar eliyle her gün yeni yalanlar ortaya atarak, işçi ve emekçileri kandırmaya çalışıyor.
İşçi ve emekçileri gerçek sorunlarından uzak tutmak ve kendisine yönelik tepkileri bertaraf etmek için din istismarını sürdüren, şovenizm histerisini körükleyerek ayakta kalmaya çalışan AKP-MHP iktidarı, son günlerde camii açılışlarına hız vermiş bulunuyor. Dış politikada yalnızlaşmasına rağmen hala kuyruğunu dik tutma gösterisiyle hamaset yapıyor. Bu arada hem içerde hem de dışarda Kürt hareketine ve halkına yönelik operasyonlar düzenleyerek, şoven ve milliyetçi histeriyi diri tutmayı da ihmal etmiyor.
Tepeden tırnağa pisliğe bulaşmış mafyatik rejim, ülkenin dört bir yanını ranta açtığı, yağma ve talan düzenini bir de bu yoldan beslediği biliniyor. Tam da mafyatik karakterine yaraşır şekilde, yandaş sermaye aracılığıyla doğaya ve kamu kaynaklarına “çökme”sinin sonu gelmiyor. Bunları, yerli ve yabancı sermayeye teşvikler yağdırmak, ucuz işgücü garantisi vermek, esnek ve kuralsız çalışmayı yasal güvenceye kavuşturmak gibi adımlar tamamlıyor. Böylece kapitalistlerin azami kârını ve büyümesini garantiye alıyor.
Geçtiğimiz günlerde sarayın yalan aparatı TÜİK, ekonominin %7 büyüdüğünü ilan etti. Ardından AKP şefi Erdoğan’ın pişkince açıklamaları geldi. Ekonomik büyüme sanki işçi ve emekçilerin durumunu iyileştirmiş gibi bir hava yaratılmaya çalışıldı. Oysa gerçekte bu büyümenin sağlandığı dönemde işçi ve emekçiler misliyle yoksullaştılar. Örneğin gene TÜİK’in verilerine göre işsizlik katlanarak artmaya, enflasyon ve döviz kuru tırmanmaya, alım gücü düşmeye devam etti.
Tüm bunlara karşın AKP-Erdoğan iktidarının bu denli pervasızca hareket etmesinin gerisinde, işçi sınıfı ve emekçilerin özgütsüzlüğü ve hareketsizliği yatmaktadır. Ekonomik krizin ve pandemin ağır yükü altında ezilen işçi ve emekçilerin hoşnutsuzluğu artmakta, fakat bu hoşnutsuzluk halihazırda kitlesel eyleme dönüşmemektedir. Özellikle pandemide açlığa terk edilen emekçilerin bireysel tepkileri çoğaldığı halde, örgütsüzlük, hareketsizlik ve dağınıklık emekçileri çaresizliğe itmekte, intihar vakalarında artış yaşanmaktadır. Bu tablo gerisin geri işçi ve emekçilerin hareketsizliğini pekiştiren bir etkide bulunmaktadır. Pandemide işini kaybeden, borç batağında kaybolan emekçilerin yaşam koşullarını gören işçiler, işlerini kaybetmemek adına ses çıkartmamakta, düşük ücrete ve ağır çalışma koşullarına insan onuruna yakışmayan bir rıza göstermektedirler.
Düzen muhalefetinin ve sendikal bürokrasinin uğursuz rolü
Kitlelerin edilgenleştirilmesinde, dolayısıyla toplumsal çürümenin yoğunlaşmasında en az mayfa iktidarı kadar düzen muhalefeti ve sendikal bürokrasi de sorumludur. Düzen muhalefeti gerici-faşist rejimin toplumda yaratığı tahribatı ve sefalet koşullarını teşhir ederken, laftan öteye, bir diğer deyişle şovdan öteye geçmemektedir. Burjuva düzen kurumlarının ve yasaların iğdiş edildiği, rejimin pisliklerinin ortalık yere serildiği şu günlerde düzen muhalefeti en iyi yaptığı iş, çoktandır sarayın aparatına dönüştürülmüş yargıyı göreve çağırmaktan ibarettir. Bunun dışında her şeyi erken seçim çağrısına bağlayan düzen muhalefeti, çözüm olarak da seçim sandıklarını sunmaktadır. İşçi ve emekçilere hesap sorma yerinin sandık olduğunu bıkmadan hatırlatan düzen muhalefeti, aslında kitlelerdeki tepkinin sokağa taşmasının ve mücadele kanallarının açılmasının önüne geçmektedir.
Bu süreçte işçi ve emekçileri kontrol altında tutarak iktidarın işini kolaylaştırma görevini layıkıyla yerine getiren diğer temel kuvvet sendika bürokrasisidir. İşçi sınıfının elinde kırıntı denilebilecek hakların dahi kalmadığı şu günlerde sendika konfederasyonları üç maymunu oynamayı sürdürebilmektedirler. TÜRK-İŞ ve HAK-İŞ bürokrasisi işçi sınıfının içinde AKP-MHP iktidarının sözcülüğünü yaparken, DİSK bürokrasisi de sol görüntünün arkasına gizlenerek, icazetçi ve uzlaşmacı tavrıyla işçi sınıfını mücadeleden uzak tutup, hareketsiz kılmaktadır. Bunun sorumluluğu esasen bu mevzilerde yer işgal eden reformist akımların omuzlarındadır.
Çare işçi ve emekçilerin örgütlü mücadelesinde!
İşçi sınıfının ve emekçi kitlelerin içinde bulundukları karabasandan kurtulmaları ve gerici-faşist mafya rejiminden hesap sormak için harekete geçmeleri yaşamsal bir öneme sahiptir. İşçi sınıfı tabandan birliğini kurarak, söz-yetki-karar hakkını eline almalıdır. Çürümüş ve kokuşmaya yüz tutmuş sermaye düzenine karşı fabrikalarda, sanayi havzalarında, emekçi semtlerinde örgütlenmeli ve üretimden gelen gücünü kullanmalıdır. İşçi sınıfı emekçi müttefikleriyle beraber mücadele sahnesinde yerini aldığında, gerçek kurtuluşun yolunu da açmış olacaktır.