Faşizme karşı omuz omuza!

İlerici-devrimci güçlerin, tüm toplumsal muhalefet cephesinin önünde büyük ve acil bir sorumluluk durmaktadır. Her alanda güç ve olanaklarını birleştirmek, böylece dinci-faşist saldırı ve provokasyonlara karşı güçlü ve kararlı bir duruş sergilemektir.

  • Kızıl Bayrak yazıları
  • |
  • Güncel
  • |
  • 20 Haziran 2021
  • 12:15

HDP İzmir İl Örgütü binasına yönelik saldırı, gencecik bir insanın hunharca katledilmesi, büyük bir sıkışmışlık içindeki dinci-faşist iktidarın, onun karanlık odaklarının işleri nereye vardırabileceğini tüm çıplaklığıyla ortaya koydu. Olaydan hemen sonra HDP yönetimi tarafından yapılan açıklamada, aslında hedeflenenin kitlesel bir katliam olduğu, o gün için planlanan ve parti yöneticilerinin de yer alacağı kalabalık bir etkinliğin saatinin son anda ertelenmesi sayesinde bunun gerçekleşmediği gerçeğinin altı çizildi.

Hem iktidarın tepesindekilerin son dönemde yeni bir boyut kazanan tehditleri ve kudurgan söylemleri, hem de saldırganın açığa çıkan kimliği, katliamın gerçek sorumlularının kimler olduğunu yeterli açıklıkta ortaya koymaktadır. Bir süre önce Rize’de Meral Akşener’e yönelik provokatif saldırının ardından bizzat Tayyip Erdoğan’ın sarf ettiği “bunlar iyi günleriniz, daha neler neler olacak” sözleri son cinayetin karanlık arka planına da açıklık getiriyor.

AKP’nin dinci-faşist paramiliter bir örgütlenmesi olan SADAT tarafından Suriye’de eğitildiği açığa çıkan, ırkçı-şoven zehirle insanlıktan çıkarılan bir tetikçi harekete geçiriliyor. Kocaman bir silah çantasıyla, sürekli polis denetimi altında olan, giren-çıkanların terörize edildiği bir binaya elini kolunu sallayarak giriyor. Katliamı gerçekleştirdikten sonra alt kata iniyor, büyük bir rahatlık ve soğukkanlılıkla “aşağıda bekleyen” polis “abileri” ile konuşuyor. Kelepçe bile takılmadan, adeta korunarak hızla polis arabasına götürülüyor.

Sonrasında kolluk güçleri tarafından çevredeki esnafın kamera kayıtları siliniyor. Böylece, çevrede bekleyen başka “elemanlar”ın deşifre olması engellenerek, geride bırakılan “izler” de ortadan kaldırılıyor. (Hrant Dink cinayetinde bunu yapmamışlardı, ders çıkardıkları anlaşılıyor!). Ve nihayet tetikçi, hiçbir araştırma-soruşturma-sorgulama gereği duyulmadan, daha doğrusu buna fırsat verilmeden, saatler içinde tutuklanarak cezaevine gönderiliyor.

Başlı başına bu tablo bile, bunun ne denli planlı bir katliam olduğuna, “organize bir suç örgütü”ne dönüşmüş bulunan dinci-faşist iktidarın belli bir plan dahilinde tetikçilerini hareket geçirdiğine işaret ediyor.

Katliamın gerisindekiler

Kendisi de geçmişte sermaye iktidarının kirli işlerinde kullanılan Sedat Peker’in ifşaat ve itiraflarının, iliklerine kadar çürümüş-kokuşmuş bir düzen ve çeteleşmiş-mafyalaşmış bir devlet gerçekliğini, bunun bugün de devletin dümenini tutan dinci-faşist iktidarda cisimleştiği gerçeğini görünür hale getirdiği bir dönemde gerçekleşti son cinayet. Tam da Peker’in Aleviler ve Kürtler üzerinden tezgahlanabilecek provokasyonlar konusundaki uyarısını ve eski MİT müsteşarı Eymür’ün bundan sonra “siyasi cinayetler gelecektir” açıklamasını yaptığı bir dönemde oldu bu. Yıllarca devletin kirli işlerinin merkezinde yer alanlar, bizzat edindikleri “deneyimler” üzerinden konuşuyorlardı. Büyük açmazlarla boğuşan ve alabildiğine derin bir suç batağına saplanan iktidar güçlerinin, ayaklarının altından kayıp gitmekte olan iktidarlarını koruyabilmek uğruna bir kez daha aynı yolu tutacaklarına, yeni bir provokasyonlar ve siyasi cinayetler döneminin başlayacağına işaret ediyorlardı.

Bu katliamın gerisinde bir bütün olarak dinci-faşist koalisyonunu kendisi mi, yoksa ittifak bileşenlerinden biri mi var tartışmaları sürüyor. Bunun böyle olup olmadığının esasa ilişkin bir önemi yok. Önemli olan, tümünün de sefil çıkarları uğruna her türlü kirli işler ve karanlık ilişkiler batağına saplandıkları, gerektiğinde konumlarını koruyabilmek için yeni suçlar işlemeye her an hazır olduklarıdır.

Katliamın yarattığı sarsıntıya ve büyük tepkiye rağmen cumhurbaşkanı ve içişleri bakanının birkaç gün boyunca herhangi bir açıklama yapmaması, sarayın bu işin merkezinde olduğunun bir göstergesidir. Olay kendi dışlarında olsaydı, anında buna tepki verirlerdi. Belli ki suçüstü yakalanmanın şaşkınlığı içindeler.

Yeni bir siyasi cinayetler, katliamlar ve provokasyonlar dönemi!

Tezgahlanan katliamın yeni bir provakasyonlar zincirinin ilk halkası olduğu, 7 Haziran-1 Kasım arası dönemde tırmandırılan türden bir kirli savaş politikasının devreye sokulduğu, ilerici-devrimci güçlerin olduğu kadar düzen muhalefetinin bir kesiminin de düşüncesidir.

7 Haziran 2015 seçimlerinde tek başına iktidar olma olanaklarını yitiren AKP, birbirini izleyen bir dizi kanlı katliam ve provokasyonla yarattığı “kaos ortamı” ve “korku iklimi” sayesinde kaybettiği oy desteğini fazlasıyla geri almayı başarmıştı. Dinci iktidar temsilcileri, bu kirli ve kanlı politikanın hayata geçirildiği süreçte, birbirini izleyen katliamlarla bağına işaret ederek, açıkça oy oranımız yükseliyor açıklamasını yapabilmişlerdi. 7 Haziran sonrasında bu karanlık, kirli ve kanlı politikayla sonuç alabilmiş oldukları içindir ki, iktidarlarını ayakta tutma olanaklarını yitirdikleri bugün, bir kez daha aynı yol ve yöntemlerden yarar ummaya yönelmişlerdir.

İçeride ve dışarıda büyük bir sıkışmışlığı yaşayan gerici-faşist iktidar, en büyük meşruiyet kaynağı olarak sunduğu kitle desteğini günbegün yitirmektedir. Pandeminin ağırlaştırdığı ekonomik-mali kriz, borç batağının yarattığı sorunlar, yükselen enflasyon, tırmanan işsizlik, yaygınlaşan ve derinleşen yoksulluğa, dış politikada her cephede tam bir iflas tablosu eşlik etmektedir. Ortadoğu’da, Kafkaslar’da, Akdeniz ve Ege Denizi’nde izledikleri politikalar, emperyalist güç odakları arasındaki çelişkilere oynamaya dayalı manevralar, sonuçta büyük bir faturaya dönüşmekte, tüm bunlar içeride yaşadıkları sorunları daha da ağırlaştırmaktadır.

İzmir’de gencecik bir insanın yaşamına malolan insanlık dışı katliamın gerisinde, işte bu tablo durmaktadır. Bugüne kadar din istismarı ile ırkçı-şovenizmden güç alan, kaybettiği 7 Haziran seçimlerini iptal ettirip, tezgahladığı kirli-kanlı katliamların yarattığı atmosferde yeniden oy oranını artıran dinci-faşist iktidar, artık yolun sonuna gelmiş, seçimlerle tek başına iktidar olmanın imkanlarını yitirmiştir.  Öylesine derin açmazlarla yüz yüzedir ki, tüm çabalarına rağmen kitle tabanındaki erimenin önüne geçememektedir. Bu nedenle bir kez daha kirli politikalara sarılmakta, siyasi cinayetler, provokasyonlar ve katliamlarla bir çıkış yolu bulmaya çalışmaktadır.

Kirli ittifakın Erdoğan kanadı için iktidarda kalmak özellikle hayati bir sorundur. Yirmi yıl boyunca öylesine ağır suçlar işlenmiş, öylesine kirli suç dosyaları birikmiştir ki, herhangi bir siyasi parti gibi sahneden çekilmesi mümkün değildir. İktidarda kalabilmek için seçimleri yaptırmamak da dahil her yol ve yöntemi deneyeceği açıktır. Uzun bir dönemdir bunun hazırlıklarını yaptığı, bu çerçevede cemaatler üzerinden silahlandırılan çeteleri, paramiliter örgütlenmeleri, hatta Suriye’den devşirdiği cihatçıları kullanmayı hedeflediği bilinmektedir. 15 Temmuz darbe girişimi gecesi yaşananlar bunun ilk provası olmuştur.

Bu kez eskisi kadar kolay değil!

Ancak bir kez daha yöneldiği bu kirli yolda mesafe alması kolay görünmemektedir. Her şey bir yana, dinci-faşist iktidar politik ve moral açıdan bugün tam bir tükenişi yaşamaktadır ve kendi bünyesinde paralize olmuş durumdadır.

Sedat Peker’in Erdoğan’a doğrudan yönelmeyen sınırlı ifşaatları bile, iktidar bünyesindeki çürümenin, kirlenmenin, yozlaşmanın ortaya serilmesine yetmiştir. Ranta, yağmaya, hırsızlığa, yolsuzluğa, kirli para aklamaya, mala “çökme”ye, uyuşturucu ve silah kaçakçılığına vb. dayalı bir düzen kurulmuştur. Bu düzenin tepesinde ise bizzat Tayyip Erdoğan oturmaktadır. Erdoğan’ın bir kısmı “emanetçilerin” üzerine olan devasa mal varlığının hesabı yapılamamakta, hemen yanı başındaki Binali Yıldırım’ın servetinin 26 milyar dolar olduğu iddia edilmektedir. Birbirini izleyen skandallar sayesinde tanıdığımız “AKP çocukları” milyar dolarlarla oynamaktadır.

Kirli yol ve yöntemlerle edinilen bu zenginlik birikimi, yirmi yıldır “beşli çete”ye aktarılan kaynaklar, milyonlarca işçi ve emekçinin el emeği, alın teridir. Bu bitip tükenmeyen soyguna bir de ekonomik krizin derinleşmesi ve pandemi eklenince, toplumun büyük bir kesiminin yaşamı cehenneme dönmüştür. Artık “din-vatan-millet-bayrak” sahtekarlığıyla bu soygun düzeninin üzerini örtmenin kolay olmadığını, hergün yaptırdıkları seçim anketleri ortaya koymaktadır. Bu kez arkalarında 1 Kasım’daki oy desteğini, onu sağlayan kitleleri bulamayacaklardır.

Peker’in ifşaatlarının ardından iktidar bünyesinde daha da derinleşen güç kavgaları önemli bir diğer sorun alanıdır. Bu süreçte sadece dinci-faşist iktidar bloku içindeki çatlaklar değil, AKP’nin kendi bünyesindeki gruplaşmalar ve çatışmalar da dışa vurmuştur. Dinci-faşist gericiliğin çatı örgütlenmesi olan AKP gelinen yerde kendi iç bütünlüğünü korumakta zorlanmakta, düne kadar çok güçlü görünen tek adam düzeni bu açıdan da ciddi sorunlar yaşamaktadır.

Sonuçta bir bütün olarak gericilik cephesi büyük bir parçalanma ile yüz yüzedir. İçeride ve dışarıda yaşanan açmazların daha da büyümesi, küçülen rantlar üzerine çıkar çatışmalarının derinleşmesi, iktidar bünyesindeki kirli işbirliğini sürdürmeyi güçleştirecektir. Bu koşullarda, ülkeyi kan gölüne çevirebilecek bir kirli savaşın ortağı olmanın ağır sorumluluğunun gericilik cephesinde çatlamaya yol açması da şaşırtıcı olmayacaktır.

Faşizme karşı omuz omuza!

Yıllardır ırkçı-şovenizm üzerinden toplumda yaratılan kutuplaşmadan dolayı öncelikle HDP ve Kürt halkı hedef haline getirilmiştir. Ama bu saldırının tek hedefinin HDP ve Kürtler olmadığı, toplumun tüm muhalif güçlerinin hedeflendiği, kanlı katliamlar, siyasi cinayetler ve provokasyonlarla toplumun terörize edilmek, sindirilmek, böylece teslim alınmak istendiği yeterince açıktır. Kaybedecek çok şeyi olan tek adam rejimi bu karanlık planlarını hayata geçirmek için yeni adımlar atacak, hedeflediği etkiyi yarattığı ölçüde daha da pervasızlaşacaktır.

Dolayısıyla, yapılan hesapları boş çıkarmanın yolu, “provokasyona gelmemek” adına sokaklardan uzak durmak değil, tam tersine, bu kirli hazırlıkların karşına tok bir duruşla çıkmak, her alanda kararlılıkla birleşik ve örgütlü bir mücadeleyi yükseltmektir. İşçilere, emekçilere, bu saldırının hedefi olan tüm güçlere, edilgen-pasif bir duruşla sandıkların kurulmasını beklemelerini önermek, onları gericiliği püskürtecek silahlardan yoksun bırakmak, böylece gerici-faşist iktidarın değirmenine su taşımak anlamına gelecektir. Halen düzen muhalefetinin yaptığı budur.

İlerici-devrimci güçlerin, tüm toplumsal muhalefet cephesinin önünde büyük ve acil bir sorumluluk durmaktadır. Her alanda güç ve olanaklarını birleştirmek, böylece dinci-faşist saldırı ve provokasyonlara karşı güçlü ve kararlı bir duruş sergilemektir. Geniş işçi ve emekçi kitleleri harekete geçirerek faşizme karşı omuz omuza bir mücadeleyi örgütleyip yükseltmektir.