Türkiye kapitalizmini pençesine alan ekonomik-mali krizin faturası her geçen gün kabarıyor. Bunun kendisi emekçilerin yaşamına sömürünün yoğunlaşması, çalışma ve yaşam koşullarının alabildiğine ağırlaşması olarak yansıyor. Krizin derinleşmesi ve bunun üretim birimlerine olan etkileri ise işsizliği, güvencesizliği ve gelecek kaygısını giderek büyüyen toplumsal sorunlar haline getiriyor.
Tabloyu kendi cephesinden tamamlayan bir diğer olgu ise, emekçiler üzerindeki ideolojik-kültürel kuşatma ve sermaye devletinin baskı ve zorbalığıdır. Tümü bir arada emekçileri nefessiz bırakmakta, bu da toplum yaşamındaki sosyal bunalımı derinleştirmektedir. Son günlerde gündeme gelen olaylar dizini, özünde bu gerçeğin görünümleri olarak yaşanıyor.
Kriz, edilgenlik ve toplumsal çürüme
Günümüz dünyasında temelinde kapitalist sistemin yer aldığı nesnel koşullar, her türden toplumsal çürümenin arka planını oluşturmaktadır. İnsanın insana, kendi emeğine, doğaya ve topluma yabancılaşması; bireycilik, bencillik, yalnızlaşma, içe kapanma, sapkın eğilimler ve daha sayılabilecek bir dizi sorun kapitalist üretim ilişkilerinin belirlediği toplumsal yapı içerisinde döne döne kendisini üretir.
Bununla birlikte, yapısal olarak kapitalizme içkin olan kriz dönemleri tüm bu sorunları ağırlaştırmakta, şayet toplum edilgen bir tabloya sahipse bu dönemlerde çürüme olağan koşullardan çok daha boyutlanmaktadır. Öyle ya, çoklu kriz ortamında kabaran ve çeşitlenen fatura toplumun kimyasını derinden etkilemekte, bu temelde fermantasyon süreci daha da hızlanmaktadır. Son günlerde yaşanan ve emekçileri derinden etkileyen olaylar dizinini bu bütünlük üzerinden kavramak ise önemli bir yerde duruyor.
Tüm bu gerçekler emekçilerin yanı sıra, toplumun genç kesimlerini de derinden etkilemektedir. Zira, bırakalım geleceğini, yarınını öngöremeyen, rejimin çok yönlü ideolojik-kültürel kuşatması altında tutulan, özgürlük alanları alabildiğine kısıtlanmış bir gençlik kitlesi gerçeği orta yerde durmaktadır. Bu durum gençlik üzerinde çürütücü etkiler yaratan her türden saldırıya sonuna kadar kapı aralamaktadır. İki genç kadının İstanbul’un orta yerinde vahşice katledilmesi, gençlik içerisinde artan intihar olayları, gençlerin sapkın tarikatlara ve çete-mafya oluşumlarına azımsanamayacak oranda meyletmesi bu olgunun son dönemde öne çıkan örnekleri oldu.
Öte yandan, yaşananlara sadece gençliği ilgilendiren bir sorun alanı olarak bakmak büyük hata olacaktır. Çünkü söz konusu olan bütünüyle toplumun bugününü ve geleceğini ilgilendirmektedir. Devrimciler, ilericiler ve toplumsal mücadele güçleri işçi sınıfını, emekçileri ve gençliği sosyal mücadele alanına kazanma sorumluluğunu bu geniş kapsamı üzerinden ele almalı, günün ihtiyaçlarına yanıt verecek pratik bir yönelim içerisinde olabilmelidir.
Son yaşanan olaylar üzerinden, özellikle de iki genç kadının vahşice katledilmesi karşısında saldırının hedefinde olan kadınlar ve üniversite gençliği anlamlı tepkiler ortaya koydular. Birçok kentte ve özellikle üniversite kampüslerinde kitlesel eylemler gerçekleştirildi. Bunda hem kadın mücadelesinin hem de üniversite gençliği içerisindeki mücadele dinamiklerinin önemli bir payı var elbette. Fakat, ekonomik krizin kapsamı ve yarattığı toplumsal sorunların büyüklüğü hesaba katıldığında, başta işçi sınıfının, emekçilerin ve ezilen diğer tüm kesimlerin harekete geçirilmesi, kaynaştırıcı sosyal mücadelelerin önünün açılması ve büyütülmesi her zamankinden çok daha yakıcı bir hal almış bulunuyor.
Bataklığı yaratanlar bataklıktan besleniyorlar
Emekçileri cehennem koşullarına mahkum eden kapitalist sistem ve onun ibretlik temsilcisi gerici-faşist rejim, bir çok olayda olduğu gibi bizzat sorumlu oldukları toplumsal çürümeyi de sonuna kadar istismar ediyorlar. Çoklu kriz ortamında emekçilerin elini kolunu bağlayıp içine ittikleri bataklıktan sonuna kadar besleniyorlar. Bu yolla hem krizin faturasını döne döne emekçilerin omuzlarına yüklüyorlar hem de ideolojik-kültürel saldırılarına geniş bir alan açmış oluyorlar.
Son olaylar bu gerçeği bir kez daha gözler önüne serdi. İktidar ve beslemeleri, toplumu-gençliği kuşatan ve adım adım yaşamdan koparan yozlaşma ortamını din istismarı için tepe tepe kullanıyor. Bir yandan artan intiharları, cinayetleri, cinnetleri ve bu bağlamda yaşanan tüm sorunları toplumun ve gençliğin “dinsel öğretiye göre şekillenmemiş” olmasına bağlıyorlar. Öte yandan, ürkütücü boyutlara varan olayları toplum içerisinde korkuyu örgütlemek için sinsice ve sistematik olarak kullanıyorlar. Öyle ya, edilgen, korkutulmuş, çaresiz bırakılmış ve bu yolla yalnızlaştırılmış bireylerden oluşan bir toplum yaratmak, kapitalist sömürü çarklarının sorunsuzca dönmesi, sermaye birikiminin sürekliliğinin güvencelenmesi, halihazırda süregiden krizlerin yönetilmesi anlamına geliyor.
Toplumu öğüten bu döngüyü kıracak şey ise, merkezinde işçi sınıfının yer alacağı sosyal mücadelelerdir. Zira, toplumsal çürümenin önüne geçmenin yolu en başta sorunu nesnel olarak derinleştiren sosyal-iktisadi saldırıları geri püskürtmekten, bu çaba içerisinde emekçileri edilgenlikten kurtararak sınıf eksenli mücadeleleri büyütmekten geçiyor. Dolayısıyla, bugün işçi sınıfı ve emekçilerin yaşamını cehenneme çeviren, gençlik kitlelerini soluksuz ve geleceksiz bırakan bu köhnemiş düzene güncel planda vurulacak her darbe büyük bir önem taşımaktadır.