Dünyanın süper gücü olarak kabul edilen ABD’nin başkanlık seçimleri hemen her zaman önemsenmiştir. Fakat özellikle bu yılki seçimlere daha büyük bir anlam ve önem atfedildi. Sayısız faktörün yanı sıra Trump’ın da bunda rol oynadığı açık. Söz konusu faktörlerin etkisiyle dünyada olduğu gibi Türkiye’de de dikkatler ABD seçimlerine odaklandı. Bir dizi ülkedeki rejimler ise seçimleri kaygıyla da izlediler. Biden’nın kazanması durumunda önlerine nelerin konulacağına ilişkin endişelere “gömüldüler”. Bu ülkelerden biri de Türkiye’dir.
Zira özellikle son yıllarda gerilim konusu olan S-400’ler, F-35’ler, Kıbrıs ve Doğu Akdeniz, Suriye, Kürtler, Rusya ile ilişkiler, Halk Bankası defterinin açılıp açılmayacağı vb. konularda başkan olması durumunda Biden’ın nasıl bir politika izleyeceği, Türkiye’yi yönetenler içinde endişelere konu olmaktadır. Bilindiği gibi son yıllarda bu iki ülke arasında sözü edilen konularda krize yol açan önemli gerilimler yaşandı. Yanı sıra başkan seçilen Biden, Türkiye’yi “izlediği Kürt Politikası” sebebiyle eleştiriyorken, Barzani’ye “İkimizin de ömrü Kürt devletini görmeye yetecek” dedi. Türkiye’yi-Erdoğan’ı “otokrat” yönetim olarak nitelendirdi. Sözüm ona insan hakları ve demokrasi konusunda da Erdoğan rejimine eleştirileriyle bilinen Biden, Suriye, özellikle de S-400 gibi konularda Türkiye’ye karşı “sert” yaklaşımıyla da tanınıyor. “Erdoğan’ı darbeyle değil, seçimle değiştireceğiz” diyen ve bunun için “muhalefeti desteklemek gerektiğini” açıklayan da oydu. Biden, ayrıca Türkiye’nin Kıbrıs ve Doğu Akdeniz politikasını da eleştirenler arasındaydı.
Dolayısıyla Türkiye gibi işbirlikçi rejimler için ABD seçimlerini kimin kazanacağı, hele de sorunların yaşandığı durumlarda daha bir önem kazanmaktadır. Bu aynı rejimler pozisyonlarını da buna göre belirleme eğilimi göstermektedirler. Biden’ın seçimleri kazanması ihtimaline karşı Türkiye’nin hazırlık yaptığı kulislere yansımış ve bu, AKP sözcüsü Ömer Çelik tarafından, “Türkiye iki adayı da yakından tanıyor. Türkiye’nin hangi kanat kazanırsa kazansın ona göre hazırlıkları vardır.” sözleriyle doğrulanmıştı. Bunun örnekleri daha şimdiden sergilenmektedir. Seçimler öncesi Biden’ın “ABD’nin, Türkiye’de Erdoğan’ın karşısında muhalefeti desteklemesi gerektiği” ve onun bir otoriter olduğu doğrultusundaki açıklamasının AKP ve yandaş medya tarafından hangi hakaretlere ve efelenmelere konu olduğu biliniyor. Ama aynı AKP ve medyanın Biden’ın kazanması karşısında nasıl bir tutum sergiledikleri şu sıralar ibretle izlenmektedir.
Trump döneminde Türkiye ve ABD arasında kimi konularda ciddi gerilimler yaşandı. Rahip Brunson’un tutuklanması, Türkiye’nin Rusya’dan S-400 füze savunma sistemini satın alması, hatta denemesi, bunun sonucu olarak Türkiye’nin F-35 savaş uçakları programından çıkarılması, Türkiye’ye yaptırım uygulanması, Rusya ile ilişkiler, Kıbrıs ve Kürt sorunları bunların başlıcalarıydı. Fakat Erdoğan’ın Trump ile “kişisel” ilişkisi-dostluğu dillere destandı. Erdoğan, Trump ile “iyi ilişkileri” olduğunu ifade ederken, Trump da “Ben onunla anlaşabiliyorum. Bütün dünya liderleri bilir ki Erdoğan benim sözümü dinler” demiş, “Bir ülkenin lideri çok iyi anlaştığım Erdoğan’ı aramamı istedi” gibi açıklamalarda bulunmuştu. Biden’ın ise “Erdoğan gibi liderlerle başa çıkabilecek zihinsel kapasiteye sahip olmadığını” dile getirmişti. Bu “dostluğun” iplerin daha fazla gerilmemesinde rol oynadığı, Trump’ın “dostu Erdoğan”ı belli bakımlardan kolladığı ve kimi yaptırımları durdurduğu ise ortak kabul görüyor.
ABD yönetimi, Rusya’dan satın alınan S-400’lerin NATO topraklarında test edilmesini sert bir dille kınamış ve “kırmızı çizgi”sini hatırlatmış, S-400’lerin kutusuna geri konulmasını istemişti. Aksi takdirde masada olduğu söylenen yaptırımların uygulanacağı gündeme taşınmıştı. Seçimler öncesinde yaşanan gerilimlerden biri olan bu konunun AKP’nin önüne nasıl konulacağı endişeyle merak ediliyordu. Zira Türkiye’nin S-400’lerden vazgeçmesi gerektiği konusunda gerek Cumhuriyetçiler gerekse de Demokratlar arasında tam bir uzlaşı olduğu ve yaptırımların kaçınılmaz olacağı, AKP şeflerinin temel kaygıları arasındadır. S-400’ler konusu gündemindeki önemini koruyacağına göre Biden’ın Erdoğan iktidarına karşı daha “sert” bir tutum alması hesaplanmaktadır. Fakat Biden’ın temel politikalarda ABD’nin stratejik politikalarını hayata geçireceği, Türkiye ile ilişkilerine de küresel ve bölgesel hedefleri üzerinden baktığı, bu çerçeve de ABD için son derece önemli olan Türkiye’ye “stratejik ortak” politikasıyla yaklaşacağı açıktır.
Erdoğan’ın “Ne yapacağımızı Amerika’ya mı soracağız”, “Yaptırımın neyse geç kalma, yap” diye efelenmesi, “Türkiye’ye dışarıdan ayar verme günleri geride kaldı” diye böbürlenmesi, AKP iktidarının cumhuriyet tarihinin gördüğü en işbirlikçi iktidar olduğu gerçeğini ortadan kaldırmamaktadır. Ama bu efelenmelerin gerisinde Türkiye’nin ABD için vazgeçilmez olduğu inancı da vardır.
Çok yönlü kölece ilişkiler
Türkiye’nin ABD ile ilişkileri tarihsel ve çok yönlüdür. İlişkilerin siyasi, ekonomik ve güvenlik boyutunun yanı sıra ticari ve teknolojik alanda da sürekli geliştiği, “stratejik derinliğe” sahip olduğu Türk burjuvazisi ve şimdiki temsilcisi Erdoğan tarafından hemen her fırsatta tekrarlanmaktadır. AKP şefinin her kükremesi ya da sitem etmesinin ardından ABD ile ilişkilerin tarihsel ve stratejik önemine ilişkin hatırlatmalarda bulunması boşuna değil. Dolayısıyla Türkiye’yi yönetenlerin yularının ABD’nin elinde olduğu gerçeği çok yönlü kölelik ilişkileri üzerinden somut bir gerçekliktir.
On yılları bulan bir sadakatin ve uşakça hizmetin belirlediği Türkiye-ABD ilişkilerinde bazı dönemlerde de belli sıkıntılar yaşanmış, ama son yıllarda bu, değişik konular üzerinden daha da önemli boyutlar kazanmıştır. Tüm boş efelenmelerine rağmen Türk devleti ve onun dümenini elinde tutan AKP iktidarı, ABD emperyalizmine ve onun denetimindeki savaş makinası olan NATO’ya her zamanki gibi fazlasıyla muhtaç ve bağımlıdır. Bu, Türk burjuvazisinin ikinci emperyalist dünya savaşından bu yana değişmeyen tarihsel davranış çizgisidir. Bu çizgi değişen dünya ve bölge koşullarının da etkisiyle AKP şahsında en saldırgan ve en rezil biçimini almıştır.
Bu elbette ki Türk sermaye devletinin ABD’nin her isteğine tamamen boyun eğeceği anlamına da gelmemektedir. Fakat toprakları Amerikan ve NATO üsleriyle donatılan, on yıllardan beridir emperyalizmin bölgesel jandarması olup, bin bir bağla köleci bağımlılık ilişkisi içinde bulunan bir Türkiye’nin neye ne kadar direneceğinin sınırları bellidir. Türk burjuvazisi ve devleti emperyalizmin hizmetinde bölge halklarına karşı büyük suçlar işlerken, ABD’nin stratejik politikalarının dolgu malzemesi olurken, aynı zamanda emperyalistler arası çelişkilerden yararlanma tutumu ve yeni Osmancılık hayalleri kurmakta, bölgesel düzeyde siyasal ve ekonomik çıkar peşinde de koşmaktadır. Fakat boyunu aşan adımlar attığı her durumda bir terbiye operasyonuna tabi tutulduğu da bilinmektedir. Dolayısıyla Türk devleti ve Erdoğan AKP’si kendi çıkarlarını korumaya çalışırken bile ABD ile olan ilişkilerin “stratejik derinliğine” uyum sağlamaya özel bir dikkat göstermektedir.
Türkiye’nin ABD ile ilişkilerinin “stratejik derinliği” ve tarihsel toplumsal temelleri, onun başka ilişkiler geliştirmeyeceği anlamına gelmektedir. O, bir bölge gücü olarak emperyalistler arası çelişkilerden yararlanabileceği umuduyla da yer yer kendini dayatmaya ve kimi “bağımsız” adımlar atmaya yeltenebilmektedir. ABD karşısında tercihten öte bir zorunluluk olan Rusya ile yakınlaşmayı deneyebilmektedir. Ama hemen her defasında bu iki küresel devin duvarına tosladığı gibi, ABD’ye mecbur olduğu temel gerçeğiyle de yüz yüze kalmaktadır.
ABD emperyalizmi kendisine gösterilen sadakatin ve elbette Türkiye’nin kendisi için taşıdığı büyük önemin de sonucu olarak başta Kürt sorunu olmak üzere bir dizi konuda Türk burjuvazisinin hassasiyetlerini gözetmek yoluna gidebilmektedir. Karşılığında nelerin alındığı bir yana, boyunu aşan çıkışlar gösterdiği her durumda ise ona haddi gösterilmektedir.
Dolayısıyla Türkiye’nin ABD emperyalizmi ile stratejik düzeydeki köklü bağımlılık-kölelik ilişkisinin son bulması, ya sosyalist bir devrimle ya da emperyalist dünyanın güç ilişkilerinde meydana gelecek köklü bir değişimle mümkün olabilir. Başka türlü, ABD emperyalizminin dünya hegemonyası sürdüğü sürece Türkiye üzerindeki köleci egemenliği devam edecektir.