Avrupa Birliği ile Türkiye arasında yaşanan “gerilimler”, son günlerde basın üzerinden yapılan karşılıklı açıklamalarla gündemde yeniden öne çıktı. Deutsche Welle Türkçe, AB-ABD hattında Erdoğan’a yönelik ortak bir strateji üzerinde anlaşmalar yapıldığını yazdı: “Türkiye’yi agresif bir dış politika izlemekle eleştiren ABD ve Avrupa ülkeleri yaptırımları da içeren adımlarla Erdoğan üzerindeki baskıyı artırmaya hazırlanıyor. Uzmanlara göre ilişkilerde ‘kırılma noktasına’ gelindi. Türkiye, ABD ve Avrupa ülkeleriyle yaşadığı gerilimlerin ardından yeni bir yol ayrımına yaklaşıyor. Fransa ve Yunanistan’ın girişimleriyle, Türkiye’ye yönelik yaptırım seçeneklerini de içeren yeni bir strateji oluşturan Avrupa Birliği (AB), önümüzdeki birkaç hafta içinde olumlu gelişmeler yaşanmazsa, Erdoğan yönetimi üzerinde baskıyı artıracak adımlar atmaya başlayacak. 10-11 Aralık tarihlerinde Brüksel’de düzenlenecek AB liderler zirvesinin, bu açıdan kritik bir dönüm noktası olacağı belirtiliyor.”
Ekim ayı başında düzenlenen AB liderler zirvesinde Fransa, Yunanistan ve Kıbrıs’ın Türkiye’ye karşı yaptırım talepleri olmuştu. Ancak bu talep Almanya’nın başını çektiği kimi ülkeler tarafından beklemeye alınmış̧, zirve sonuç̧ bildirisinde Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki doğalgaz arama ve sondaj faaliyetlerini sürdürmesi durumunda aralık ayındaki zirvede yaptırımlar konusunun yeniden gündeme getirileceği tehdidinde bulunulmuştu. ABD’nin de bu hafta devreye girerek Fransa ile birlikte hareket edeceklerini belirtmesi, Erdoğan yönetimine gösterilecek tavır konusunda AB ile eşgüdüm içinde olacakları mesajını vermesi, Türk sermaye devleti üzerindeki baskıyı daha da artmış görünüyor.
Aralık ayında düzenlenecek Avrupa Birliği liderler zirvesi öncesinde, dönem başkanlığını yapan Almanya’dan da Ankara’ya bu hafta uyarı niteliğinde açıklamalar geldi. Almanya Başbakanı Angela Merkel, önümüzdeki ay yapılacak zirvede AB’nin Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki doğalgaz arama faaliyetlerini ele alacağını tekrarlarken, Almanya Dışişleri Bakanı Heiko Maas Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de “provokasyonlara devam etmesi halinde” yaptırım konusunun aralık ayındaki AB zirvesinde tekrar ele alınabileceğine işaret etti.
AB Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi Joseph Borrell ise AB Dışişleri Bakanları Konseyi toplantısı sonrasında yaptığı açıklamada, Türkiye’ye yönelik olası yaptırımlar konusunda aralık ayına kadar verilen süreyi hatırlattı. Borrell, konuyla ilgili olarak “Zaman doluyor ve Türkiye ile ilişkilerimizde bir dönüm noktasına doğru ilerliyoruz” ifadesini kullandı. Tüm bu açıklamaların ardından gerici faşist iktidarın şefi Erdoğan, “Kendimizi başka yerlerde değil, Avrupa’da görüyor, geleceğimizi Avrupa ile birlikte kurmayı tasavvur ediyoruz” yönlü açıklamaları ile kısa bir süre önce “Eyy Avrupa” efelenmelerinden hızla çark etmiş görünüyor.
Yakın zamanda Ankara’dan Doğu Akdeniz’de gerilimi artıran adımlardan vazgeçmesini isteyen AB, olumlu adımlar atılması halinde, AB’nin pozitif bir gündem çerçevesinde diyalog ve iş birliği kapısını aralamaya hazır olduğunu duyurmuştu. Hatta ilişkileri daha da geliştirmeye dönük üst düzey siyasi görüşmeler, Gümrük Birliği’nin modernizasyonu, vize serbestisi gibi görüşmelere başlamaya hazır olduğu mesajını da vermişti.
1996 yılından bu yana Avrupa Birliği yolculuğunda Türkiye’nin bu tür “gerilimlere ve tehditlere” defalarca maruz kaldığı, ama bunların boş sözlerden ibaret olduğu bilinen bir gerçektir. Çünkü kapitalist sistem içerisinde ilişkilerin boyutlarına ve nasıl devam edeceğine her zaman sermayenin çıkarları yön vermektedir. Basın üzerinden bolca yapılan bu danışıklı dövüşün aksine, kapitalist tekellerin finanse ettiği ve onlar adına “bilimsel” çalışmalar yapan kurumların ortaya koydukları raporlar bambaşka bir tablo ortaya koymaktadır.
Alman basınındaki bir habere göre, Almanya, Fransa, İspanya, Polonya, Yunanistan ve İtalya’nın önde gelen düşünce kuruluşları (Alman Politika ve Bilim Vakfı-SWP bünyesindeki Uygulamalı Türkiye Araştırmaları Merkezi-CATS, Fransa Uluslararası İlişkiler Enstitüsü-IFRI, İspanyol Elcano Kraliyet Enstitüsü, Polonya Uluslararası İlişkiler Enstitüsü-PISM, İtalyan Uluslararası İlişkiler Enstitüsü-IAI ile Yunanistan’ın Avrupa ve Dış Politika Vakfı-ELIAMEP), Türkiye-AB ilişkilerinin geleceğiyle ilgili bir rapor hazırlayarak, ilişkilerin seyrine ilişkin bir yol haritası belirledi. Avrupalı karar alıcılar için hazırlanan rapor, AB ve Türkiye uzmanları tarafından kaleme alındı.
Doğu Akdeniz’deki gerilimi düşürmek, AB ile Türkiye arasında diyaloğu geliştirmek için hazırlanan rapor, AB-Türkiye ilişkilerinde yeni bir “yol haritası” öneriyor. Raporda, AB’nin Türkiye’ye yönelik geçtiğimiz yıllarda izlediği stratejinin başarısız olduğuna dikkat çekilirken, 1-2 Ekim AB liderler zirvesinde alınan kararların artık Türkiye’ye dönük yaklaşımın değişeceğinin bir işareti olduğu, AB’nin Türkiye ile ilişkilerinde “yeni bir evreye” hazır olduğu mesajı verildiği belirtiliyor. Türkiye’nin demokrasi, hukuk devleti ve insan hakları alanlarında olumlu adımlar atmasını sağlayabilmek için AB’nin bugüne kadar uyguladığı baskı politikasının olumlu sonuç getirmediği gibi, Ankara ile ilişkilerin bu süre zarfında daha da kötüleştiği vurgulanıyor. Raporda, “Müzakere sürecini askıya almak, Gümrük Birliği müzakerelerini bloke etmek ve üst düzey diyalogu iptal etmek ne Türkiye demokrasisinin gerilemesini önleyebildi ne de Ankara’nın Doğu Akdeniz’deki AB üye devletlerine karşı politikalarını askerileştirmesinden vazgeçmesini sağladı” tespitine yer veriliyor.
Raporda, AB’nin Gümrük Birliği’nin yenilenmesi konusunda müzakerelere kapı aralaması, olumlu karşılandı. “Gümrük Birliği, belki de AB’nin Türkiye ile müzakere edebilmek için kullanabileceği en etkili araç” görüşüne yer verildi. Türkiye’nin uzun süredir talep ettiği Gümrük Birliği’nin modernizasyonunun, bir taraftan Ankara’yı ödüllendirme izlenimi yaratacağı ama asıl olarak da Avrupa ülkelerinin ekonomik çıkarına olduğuna işaret edildi. Uzmanlar araştırma yürüttükleri Fransa, Almanya, İtalya, İspanya, Polonya ve Yunanistan’da, özellikle ekonomi çevrelerinde, ticaret bakanlıklarında, ekonominin ana paydaşlarında, yani Avrupalı kapitalist tekeller arasında Türkiye ile Gümrük Birliği modernizasyonuna önem atfedildiğinin altını çizdiler. AB-Türkiye ilişkilerini canlandırabilecek Gümrük Birliği’nin yenilenmesi görüşmelerinin, üyelik müzakereleri kapsamından ve bununla ilintili demokratikleşme beklentilerinden ayrı düzlemde yürütülmesini önerirlerken, güvenlik, dış̧ politika ve ortak ticaret konularının ise süreçte belirleyici olmasını tavsiye ettiler.
Zaten Gümrük Birliği’nin ortadan kaldırılma veya askıya alınma talebinin AB genelinde benimsenme şansı yok denecek kadar az. Birlik üyesi ülkelerinin çoğunluğu böyle bir yaptırıma siyasi ve asıl olarak da ticari nedenlerden ötürü sıcak bakmıyor. AB ülkelerinin çoğunun Türkiye ile düzenli ticari ilişkileri var. Gümrük Birliği esas olarak AB ekonomilerine, yani kapitalist tekellere kazandırıyor. Bu mekanizmanın ortadan kaldırılıp Türkiye’ye ticaret alanında üçüncü ülke muamelesi yapılması, kapitalist tekellerin Türk pazarındaki rekabet gücünü olumsuz etkileyecek bir gelişme. Dahası, Fransız Senatosu geçen yıl hazırladığı bir raporda Türkiye ile Gümrük Birliği’nin güncellenmesinin hem Türk hem AB ekonomilerinin çıkarına olduğunu not etmişti.
Söz konusu raporun sonuç kısmında, önümüzdeki dönemde, Türkiye ile diyalog kapsamında AB’ye gündemde tutması önerilen talepler ise şöyle özetleniyor: “Türkiye’nin düzensiz göçle mücadele konusunda işbirliğini sürdürmesi, dış politika ve güvenlik konularında tek yanlı adımlardan kaçınması ve AB ile uyumlu hareket etmesi, Avrupa güvenliği için güvenilir bir partner olması, Doğu Akdeniz’deki askeri girişimlerine son vermesi, transatlantik ittifakının stratejik ortak çıkarları doğrultusunda hareket etmesi…”
Uluslararası ilişkilerin seyri sermayenin stratejik çıkarlarına göre belirlenir
Bir taraftan AB öte taraftan Türkiye cephesinden, basın üzerinden sürdürülen ve hiçbir ciddiyeti olmayan açıklamaların aksine, sermayenin çıkarları üzerine kurulu bütün ticari ilişkiler katlanarak devam etmektedir. Avrupa İstatistik Ofisi (Eurostat), 2019 uluslararası ticaret verilere göre, 27 üyeli AB’nin aralık ayında Türkiye’ye toplam ihracatı 172,8 milyar, ithalatı ise 149,4 milyar euroya ulaştı. AB, aralık ayında yaklaşık 23,4 milyar avroluk ticaret fazlası verdi. 19 üyeli Euro Bölgesi’nin 2019 yılındaki toplam ihracatı ise 186,1 milyar euro, ithalatı 163 milyar euro seviyesine çıktı. Böylece Euro Bölgesi, söz konusu dönemde yaklaşık 23,1 milyar euroluk ticaret fazlasına ulaştı. Rakamların da ortaya koyduğu gibi, AB ile Türkiye arasındaki en sorunlu dönemlerde bile kapitalist tekeller için vurgun vurma kanalı olan ticari ilişkiler hiç aksama yaşamadan devam etmiştir.
Kuşkusuz tüm bu ticari ilişkilerin düzeyine rağmen Türkiye’nin Suriye’de, Libya’da, Doğu Akdeniz’de ve son olarak Dağlık Karabağ’daki askeri yayılmacı eğilimleri AB emperyalistlerini rahatsız etmektedir. İlişkilerdeki gerilimlerin ana nedeni bunlardır ve son dönemlerde sıkça dillendirilen yaptırım tehditleri ile Türkiye’ye sınırları hatırlatılmaktadır. Dikkate değer bir diğer mesele ise, Avrupalı emperyalistler tarafından Türkiye’de insan hakları ihlalleri, “hukukun üstünlüğü ve yargının bağımsızlığı”nın ayaklar altına alınması, azınlıklara ve Kürtlere karşı yapılan baskılar konusunda her vesile ile dile getirilen demagojik söylemlerdir. Bu söylemlerin gerçek yaşamda hiçbir samimiyeti ve değeri yoktur. Çünkü Türk sermaye devleti tarafından uygulanan tüm bu saldırılar konusunda bugüne kadar AB emperyalistleri ciddi anlamda tek bir adım atmamışlardır. Tam tersine, başta silah olmak üzere, sermaye devletinin elini güçlendiren her türlü destek sunulmaktadır.
Örneğin Suriye operasyonu nedeniyle silah satışına getirilen kısıtlamaya rağmen bu yıl Almanya’nın Türkiye’ye silah ihracatı, rekor kırarak, son 14 yılın en yüksek seviyesine ulaşmıştır. Türkiye 2019 yılının ilk sekiz ayında Almanya’dan 250 milyon 400 bin euro değerinde silah ithal etti. Söz konusu rakam, henüz sene sonu gelmemiş̧ olmasına rağmen, Türkiye’nin 2005’ten bu yana en fazla ithalatı bu yıl yaptığını gösteriyor. Almanya Türkiye’ye geçtiğimiz yıl da 242 milyon 800 bin euro değerinde silah satmış̧, bu da Almanya’nın toplam 770,8 milyon euro tutarındaki yıllık silah ihracatının yaklaşık üçte birine tekabül etmişti. Türk sermaye devleti böylelikle geçen yıl Alman savunma sanayi ürünlerinin açık ara bir numaralı alıcısı oldu. Bu sene sözde Suriye harekatı nedeniyle silah satışının kısıtlanması kararına rağmen Türkiye büyük ihtimalle yine birinci sırada yer alacak.
Almanya ve Avrupalı emperyalistler bu silahların hem içeride hem de dışarıda başta Kürt halkı olmak üzere bölge halklarına karşı kullanıldığını çok iyi bilmektedirler. Buna rağmen kapitalist silah tekellerinin çıkarları uğruna göz yumulmaktadır. Bu nedenle onların demokrasi, insan hakları, Kürtlerin ve Ortadoğu halklarının özgürlüğü üzerine ettikleri bütün sözler koca bir yalandan ibarettir. Dolayısıyla AB ile Türkiye arasında yaşanan sorunların esasa ilişkin bir önemi yoktur. Çünkü bu ilişkilerde asıl belirleyici olan kapitalist sistemin hiyerarşisi içerisinde efendi-uşak rollerinin kabullenilmesi ve ona uygun davranılmasıdır. Sermaye devletinin temsilcisi, gerici faşist AKP iktidarının şefi Erdoğan’ın “Kendimizi başka yerlerde değil, Avrupa’da görüyor, geleceğimizi Avrupa ile birlikte kurmayı tasavvur ediyoruz” yönlü açıklamaları da Avrupalı emperyalistlere ve onların kurallarına biat edileceğinin hatırlatılmasından başka bir şey değildir.