Biden ABD’sinin dış politikada yapacaklarına dair en çok merak edilen konuların başında kuşkusuz ki İran geliyor. Uzun yıllar süren müzakereler sonrasında nükleer anlaşmanın imzalanmasıyla “kısmi yumuşama” emareleri göstermeye başlayan ilişkilerin Donald Trump tarafından kestirilip atılmasıyla oluşan gerilimli iklimde Biden’ın nasıl bir strateji hayata geçireceği sadece bu iki ülkeyi değil dünyanın geri kalanını da yakından ilgilendiriyor.
Zira İran sadece İran değil. Ortadoğu, Hint alt kıtası ve Avrasya’yı kapsayan bir arter konumunda. Haliyle mevcut kriz bütün bu bölgeleri etkileyen bir domino etkisine sahip. Türkiye ve Irak da bu sorunu yakından hissedebiliyor, Pakistan, Tacikistan, Çin ve doğallığında Avrupa da.
Transatlantik İttifak’ın Avrupalı aktörlerinin, Fransa, Almanya ve hatta İngiltere’nin Trump’ın “nükleer anlaşma”dan çekilmesine, yeni yaptırımlar uygulamasına hiç olmadığı kadar yüksek perdeden karşı çıkmasının arka planında da bu etkileşim var. Fars Körfezi’nde yükselen dalgaların Avrupa kıyılarını vurması işten bile değil.
Temel aynı, nüans farklı
Trump’ın ülkesini çektiği İran ile 5+1 ülkeleri arasında imzalanan nükleer anlaşma Biden-Obama döneminde imzalanmıştı. Obama döneminin dış politika mimarlarından olan Biden’ın anlaşmaya “yeni bir formatla yeniden işlerlik kazandırması” bütün aktörlerin beklediği bir durum. Ancak Biden ile Trump arasında bu konuda temelde bir farklılık yok, sadece yaklaşım farkı var.
Her iki lider de, daha doğrusu Amerikan siyasal sistemini domine eden Cumhuriyetçiler ile Demokratlar da, İran’ın baskı altında tutulması, kuşatılması ve diz çöktürülmesi konusunda benzer akla sahip.
Bu nedenle Biden’ın İran yaklaşımı ABD’nin bölgesel stratejisine uygun çerçeve içinde, “kontrollü bir yaklaşım” söz konusu olabilir.
Amerikan emperyalizminin İran yaklaşımı sadece nükleer anlaşmayla sınırlı olmadığı göz önünde bulundurulduğunda bu yaklaşımın kökten dönüşmesi beklenmemeli.
İran, Obama döneminde ilan edilen sonradan Trump tarafından Hint-Pasifik olarak güncellenen “Asya-Pasifik stratejisi”nin kilit merkezlerinden. Dolayısıyla, Biden bu bölgeye özel bir önem veriyor. Üstelik İran hem Asya/Hint-Pasifik hem de Ortadoğu jeopolitiğinde kırılması gereken kapı niteliğinde.
Liberal imaj devri
Bu kapının nasıl açılacağı ya da aşılacağı önümüzdeki dört yıla damgasını vuracak. 40 yıllık politik deneyim, altı dönemlik senatörlük, onlarca yıllık dış ilişkiler komisyonu üyeliğinin yanı sıra sekiz yıllık bir Başkan yardımcılığı geçmişi bulunan Biden tam da kendisinden beklenildiği üzere “liberal maske”sini takarak ilk etapta müttefikleriyle birlikte çalışmanın yollarını arayacaktır. Bu çerçevede Trump’ın aksine tam da Amerikan geleneksel müdahaleciliğine uygun şekilde “uzlaşı”nın esas alınacağı adımların atılması kaçınılmaz.
Samir Amin’in ifadesiyle “kolektif emperyalizm”in desteğini almak için de bu “liberal maske”nin takılması bir zorunluluk. Çünkü ABD hegemonyası geriliyor ve İran gibi ağır faturalara yol açacak bir sorunu tek başına sırtlama niyetinde değil. Liberal Batı’nın desteği için de belli bir “açılım” sağlanması tercih değil zorunluluk.
ABD’nin “küresel jandarmalık” misyonunu sürdürmesi için de NATO gibi aygıtların devreye sokulması gerekiyor. Haliyle Biden ile birlikte sadece İran ve Ortadoğu’da ekonomik, politik ve askeri ilişkiler bakımından bir kısım düzenlemelere gidilmesi kaçınılmaz. Biden seçim öncesinde “uluslararası anlaşmalara geri dönme”, “ittifakları canlandırma” gibi dış politikanın temel ilkelerine dair ipuçları vermişti. Uygulamada bunun nasıl olacağı sahadaki denkleme bağlı olacak.
Gazete Duvar / 14.11.20