NATO’nun 75. Yıl zirvesi…

Ya barbarlık ya sosyalizm!

Emekçiler emperyalizme, onun vurucu gücü NATO’ya ve bu barbarlık merkezlerinin ülkedeki dayanağı olan sermaye düzenine karşı devrimci sınıf mücadelesini güçlendirmelidir. Zira, insanlık ya barbarlık ya sosyalizm ikilemi ile karşı karşıya.

  • Kızıl Bayrak yazıları
  • |
  • Dünya
  • |
  • 20 Temmuz 2024
  • 08:00

Batılı emperyalist güçlerin saldırı ve savaş örgütü olan NATO’nun 75. yılı vesilesiyle düzenlenen zirve sonuçlandı. Emperyalist-kapitalist sistem, içinde bulunduğu krizleri savaş politikalarıyla aşmaya çalışıyor. ABD uzun bir süredir çözülen hegemonyasını, NATO ekseninde gündeme getirdiği genişleme stratejisiyle yeniden tesis etmeye dönük adımlarını sıklaştırıyor. Rusya-Çin ekseninde şekillenen yeni emperyalist güç dengelerini geriletmeyi, olanaklı olursa bertaraf etmeyi öngörüyor. Kuşkusuz bu adımlar dünyayı ve insanlığı bir bütün olarak büyük bir yıkıma sürükleyecek içerikte seyrediyor.

Zirvenin ardından yayınlanan sonuç bildirgesinde şu başlıklar öne çıktı: Silahlanma bütçelerinin artırılması, NATO’nun yeni üyelerle genişletilerek Rusya ve Çin’i çevreleme politikasının sürdürülmesi, Ukrayna’da süren savaşa mali-askeri desteğin artırılması, yeni askeri üstler açılması, var olan üslerin daha da tahkim edilmesi, Rusya ve Çin’i büyük tehdit ve hedef olarak tanımlamak...  Bu kadarı dahi dünyanın adım adım emperyalist barbarlık düzeni tarafından bir büyük yıkıma doğru sürüklendiğini ve tüm canlı türünü tehdit eden nükleer savaş ihtimalinin güçlendiğini gösteriyor.

Türkiye emperyalizme göbekten bağımlı, NATO’nun ileri karakolu olarak konumlanan, ekonomik, mali, askeri ve kuşkusuz siyasi olarak bu eksen dışında hareket edemeyecek bir ülke durumunda. Son yıllarda emperyalist dünyanın kimi boşluklarında salınma politikası izleyen, kendince bu boşluklarda manevra alanı bulduğunu düşünen Saray gericiliğinin güncel söylemleri, farklı emperyalist odaklarla girişilen diyalog vb. ne olursa olsun bu temel gerçeklik olduğu gibi duruyor. Bu ülkede on yıllardır son tahlilde belirleyici olan hep ABD emperyalizminin çıkar ve ihtiyaçları oldu.

NATO’nun 75. yıl zirvesi ve sonuçları farklı başlıklarıyla tartışılıyor. Emperyalist rekabetin tarafları ve bu rekabete eklemlenenler, artan gerilim üzerinden karşılıklı açıklamalar yapıyorlar. NATO’nun “saygın bir müttefiki” olan Türkiye’de ise tartışmalar, Saray gericiliğinin güncel ihtiyaçları, popülist söylemleri ve manipülasyonları üzerinden yürüyor. Dünyayı bekleyen yıkıcı tehdit ortada. Türkiye NATO’nun ileri karakolu durumunda olan bir ülke ve topraklarında birçok NATO üssü bulunuyor. Adım adım emperyalist savaş ihtimali güçlenirken AKP-MHP iktidarının sözcüleri ve yandaş medya özel olarak konunun esasını değil, AKP’nin gündemlerini öne çıkartıyorlar. Erdoğan’ın zirvede ne söylediği, neyin altını çizdiği, hangi ülke başkanıyla görüştüğü, kiminle “sıcak ilişkiler” geliştirdiği propagandası iktidar kanadının zirve sonrası temel gündemi.

“Türkiye’nin NATO için vazgeçilmez rolünü teyit etti” söylemi üzerinden NATO zirvesinde sanki bağımsız, kendi kararlarıyla süreçlere katılan bir Türkiye varmış imajı yaratmaya çalışıyorlar. Buradan “güçlü lider Erdoğan”, “kişilikli dış politika” tekerlemelerine dayanak yaratmak istiyorlar. Ardından, “müttefiklerine beklentilerini” ilettiklerini ancak pek karşılık bulamadıklarını “üzülerek” belirtiyorlar. “Müttefiklik anlayışına sığmayan” tutumları güya eleştiriyorlar. Öte yandan, askeri sanayi üzerindeki ambargonun kaldırılması dilekleri, verilmeyen silah ve savaş uçaklarının rica edilmesi ve gerici bölgesel çıkarları için efendilerinden izin alma arayışı Saray’ın zirve mesaisine rengini veren “kişilikli dış politikasının” genel çerçevesini oluşturdu. Muhtemelen kimi ülkelerden sıcak para bulma arayışları, ekonomik/ticari anlaşma çabaları vb. buna eşlik etti. Ukrayna’da süren savaşın bitirilmesi söylemi, Filistin’in gündeme getirilmesi ise zirve açıklamalarına süs olsun diye eklenmiş, zirve sonuç bildirgesinden de anlaşılacağı gibi çok da önemli olmayan ayrıntılar olarak kalmış durumda.

Sermaye düzeninin muhalefet kanadı açısında da tablo farklı değil. Onların NATO zirvesi ve ortaya çıkan sonuçlarına dair yaklaşımları ise sermaye düzeninin diğer yüzü durumunda. Saray gericiliğinin beş uçakla ABD’ye gitmesi, protokol konvoyları oluşturulması, ekonomik krizin varlığı koşullarında tasarruf tartışmaları vb., burjuva muhalefet partilerinin NATO Zirvesi’ne ilişkin tartışmalarının çerçevesini oluşturdu. Savaş hazırlıkları, ülkede bulunan emperyalist üsler, Türkiye’ye biçilen muhtemel misyon yerine AKP’nin şatafatlı ritüellerine söz söylemek burjuva muhalefetin görevi durumunda. ABD’ye, NATO gerçekliğine göbekten bağımlı bir düzenin muhalefet partileri, sistemin temel işleyişinin bir gereği olarak eksenlerinin neresi olduğunu biliyor, ona ilişkin tutum alıyor, görevlerini yerine getirerek iktidar olmanın nimetlerine ulaşma arzusuyla yanıp tutuşuyorlar.

***

Dünyayı yeni bir yıkımın eşiğine getiren krizler ve yaklaşan savaş herkesten önce işçi ve emekçileri, dünya halklarını tehdit ediyor. Emperyalist çıkarların kışkırttığı savaş ve saldırganlık, ABD merkezli NATO’nun bu konuda attığı adımlar işçi sınıfı ve emekçi kitlelerin dünya ölçüsünde ayağa kalkışıyla engellenebilir. İnsanlığa, tüm canlı türüne büyük bir yıkım anlamına gelecek emperyalist savaşların önüne ancak böyle geçilebilir.

NATO’nun uzun yıllardır saldırı ve savaş üssü olarak kullandığı Türkiye topraklarında yaşayan işçi ve emekçiler hem kendilerinin hem de kardeş halkların kırımı anlamına gelecek yeni savaş hazırlıklarına bu gözle bakabilmeli, karşı tutum almalıdır. Emekçiler emperyalizme, onun vurucu gücü NATO’ya ve bu barbarlık merkezlerinin ülkedeki dayanağı olan sermaye düzenine karşı devrimci sınıf mücadelesini güçlendirmelidir. Zira, insanlık ya barbarlık ya sosyalizm ikilemi ile karşı karşıya.