ABD’de başkanlık seçimi iki ay sonra. İki büyük partinin adayları belli oldu. Biden çekilmeye zorlandı ve Kasım’da ABD başkanının değişeceği kesinleşti: Ya Biden’ın yardımcısı Kamala Harris, ya da bir önceki başkan Donald Trump…
Scott Ritter, Amerikalı bir istihbarat uzmanı ve araştırmacı gazetecidir. Kasım 2024 seçimini, ülkesinin tarihi açısından kritik önem taşıyan dört seçimden biri olarak görüyor. Önceki üç seçim 19’ncu yüzyıla (1800, 1820 ve 1860) aittir. Aynı sırayla, Thomas Jefferson, John Quincy Adams, Abraham Lincoln’ün başkanlıkları ile sonuçlanmış.
Önümüzdeki seçim ise, bu yazara göre, sadece ABD için değil, dünyamızı tümüyle etkileyebilecek bir savaş/barış ikilemi açısından büyük önem taşıyor. Haklıdır. “Dünyayı Üçüncü Cihan Savaşı’nın eşiğine” taşıyan tehlikeleri daha önce tartışmıştım. (soL Haber, 28 Haziran).
Bu konuda Kamala Harris üzerine odaklanalım.
Nükleer bir felaket gündemde mi?
ABD’nin öncülüğünde Batı ittifakının Ukrayna’da Rusya’ya karşı uyguladığı yöntemleri, olası tehlikeli sonuçlarını 28 Haziran tarihli yazıda özetlemiştim. Sonraki gelişmeler ağırlaşmaktadır: Ukrayna birlikleri nükleer başlıklar da taşıyabilen ABD füzeleriyle birlikte Rusya’ya girmektedir.
Rus Dışişleri Bakanı Sergei Lavrov Amerikalıları uyarıyor: “Başkalarına nükleer silah emanet etmek ateşle oynamaktır. Avrupa’da başlayabilecek olan bir Üçüncü Cihan Savaşı’nın Avrupa ile sınırlı kalacağını düşünmekle yanılıyorsunuz. Nükleer doktrinimize açıklık getirmekteyiz.”
2020 tarihli bu doktrine göre, nükleer bir saldırı karşısında veya devletin varlığı tehdit altına girdiği takdirde Rusya cumhurbaşkanı, nükleer silah kullanımını kararlaştırabilecektir (Reuters, 27 Ağustos 2024). Lavrov, Avrupa’da ortaya çıkan bir nükleer tehdidi doğrudan doğruya ABD’ye taşıyabileceklerini ifade etmiş oluyor.
Kısacası dünyamız nükleer bir felaketin eşiğindedir. Bazı Avrupa ülkelerindeki algılamalar paradoksaldır: Ukrayna savaşında Rusya’ya destek, Almanya’daki AfD gibi neo-nazi, aşırı-sağ çevrelerde yaygınlaşmaktadır. Rusya’ya dönük yaptırımların, ülkelerinde enflasyonu, durgunluğu tetikleyen sonuçları etkili olmaktadır.
ABD seçmenlerine dönük bir çağrı…
Scott Ritter’in yukarıda değindiğim yazısı, önümüzdeki seçimde ABD seçmenlerine dönük “Kasım’da nükleer savaşa karşı oy verin” (“Vote ‘No’ to nuclear war in November”) başlıklı bir kampanyayı da duyuruyor.
Kampanya, 28 Eylül’de New York’ta düzenlenecek bir toplantıda iki başkanlık adayını savaş ve barış üzerindeki tutumlarını açıklamaya davet edecektir. Nükleer silahların üretimi, olası kullanımı, sınırlanması ile ilgili çok-taraflı görüşmelerin tekrar başlatılması da önerilecektir.
Bu çağrıda eleştirilen ABD politikası, Ukrayna savaşını nükleer eşiğe tırmandıran Biden yönetimine dönüktür. Biden’ın partisindeki egemen görüşe göre Ukrayna savaşının sorumluluğu tümüyle Rusya’dadır.
Ukrayna’ya Biden yönetiminin tahsis ettiği savaş desteğine Kongre’deki muhalefet, (Bernie Sanders gibi) solcu Demokrat Partili temsilcilerden değil, ilkesel bir barışseverlikten yoksun olan neo-faşist Cumhuriyetçilerden gelmektedir.
Savaş karşıtlığı Ukrayna’ya değil, Gazze’ye odaklanıyor
Savaş karşıtlığı bu dönemde Amerika’da da canlandı, ama Ukrayna savaşından kaynaklanmadı.
Gazze soykırımı görsel olarak, videolarda, canlı TV yayınlarında ABD kamuoyuna intikal etti. Amerikalı liseli, kolejli, üniversiteli gençlerin genlerinde dedelerinden aktarılan “radikal eylemcilik” canlandı. ABD’nin katkılarını hızla öğrendiler. İsrail’in Gazze’deki kıyımını ve Biden yönetiminin suç ortaklığını protesto etmek üzere örgütlendiler. Okullarda, üniversite yerleşkelerinde kamplar kurdular, işgal başlattılar.
ABD’de seçkin özel üniversite bütçelerinde Siyonist vakıf bağışları önemli yer tutar. Kongre’deki neo-faşist Trump’çılar, Columbia üniversitesi rektörünü, “Yahudi-aleyhtarlığı suçlaması” ile sorguya çekti. Rektör, daha sonra istifaya zorlandı. Üniversite yönetimlerinin çoğu eylemcilere sert tepki gösterdi. Güvenlik güçleri, ulusal muhafızlar çağrıldı. Şiddet, baskı yöntemleri ve tatil döneminin başlaması eylemlere şimdilik son verdi.
Böylece 2024 ilkbaharında, elli yıl önce Vietnam savaşına karşı yaygınlaşan, ABD’nin yenilgisine de katkı yapan, hatta Amerikan toplumunu tümüyle sola çeken kalkışmanın bir tekrarı üniversite yerleşkelerinde yaşandı. ABD seçiminin bir aşamasına da Chicago’da yansıdı. 19-24 Ağustos’ta Kamala Harris’in başkanlık adaylığını kesinleştiren Democratic National Convention (DNC) toplantısını, (Demokrat Parti Ulusal Kongresi’ni) savaş karşıtları kuşattı.
Ancak, bu savaş karşıtlığı “Kasım’da nükleer savaşa karşı oy verin” kampanyasının önerdiği gibi Ukrayna’ya değil, Filistin’e odaklanıyordu: “Harris, Biden gibi İsrail’e silah aktararak Gazze’deki soykırımı desteklemeyi sürdürecek mi?”
Harris’in yanıtı: 'Biden’ı izleyeceğim'…
Kamala Harris, dış politika, savunma alanlarındaki görüşlerini, DNC’de başkanlık adaylığını kabul eden konuşmasında kısaca açıkladı. Dünyayı nükleer bir felaketin eşiğine taşıyan Ukrayna savaşında “Putin’in saldırganlığına karşı NATO müttefiklerimizle birlikte Ukrayna’ya desteğimizi sürdürmeyi vaat” etmekle yetindi. ABD-Çin gerilimi üzerinde daha da kısa konuştu: “21’nci yüzyılın yarışmasını Çin değil, Amerika kazanacaktır; böylece küresel liderliğimizi güçlendireceğiz.”
Gazze soykırımı, DNC toplantısına katılacak delegeleri belirleyen ön-seçimlerde de gündemdeydi. Biden yönetiminin İsrail’i desteklemesini eleştirenler de bazı eyaletlerde DNC’ye delege olarak seçilebildi. Bu delegeler Chicago’da bir Filistinli’nin DNC’ye hitap etmesini önerdi; Demokrat Parti’yi destekleyen güçlü UAW Sendikası bu öneriyi destekledi; ama konuşmaya onay verilmedi.
DNC toplantısı boyunca Gazze protestoları kesintisiz sürmekteydi. Harris de, herhalde bu nedenle, konuşmasında Gazze’ye daha fazla yer ayırmış olmalıdır: “Açıkça söyleyeyim ki İsrail’in kendisini koruma hakkı vardır ve bu hakkı daima savunacağım. Terör örgütü Hamas’ın gençleri öldürerek 7 Ekim’de İsrail’e yaşattığı dehşet tekrarlanmamalıdır. Son on ay boyunca Gazze’de olanlar da kahredicidir. Umarsız, aç insanlar güvenlik endişesiyle devamlı kaçışıyor; çok sayıda masum hayatını kaybediyor. Yüreklerimiz parçalanıyor. Kısa zamanda bir ateşkesi sağlamalıyız.”
Harris’in konuşmasında yer alan “son on ay boyunca Gazze’de olanlar” ifadesi, eylemciler oturuma alınmadığı için sessizce dinlendi. İma ettiği insanî felaketin “Amerikan bombaları sayesinde gerçekleştiğini” yüzüne çarpan kimse çıkmadı.
Kısaca özetleyelim: Kamala Harris, Başkanlık adaylığını kabul ederken, savaş/barış ikileminde Biden’ın izlediği politikaları aynen izleyeceğini açıkladı. ABD’nin İsrail’e yardımının ve Ukrayna’daki nükleer felaket olasılıklarının süregeleceği de dahil…
Harris kabinesinde tehlikeli bir 'şahin'
Bu tespitin ötesinde bir ek bilgi de var: Seçimi kazandığı takdirde Harris’in kabinesinde Ulusal Güvenlik Danışmanlığı’na Philip Gordon’un yer alacağı açıklanıyor (Conor Gallagher, Naked Capitalism, 21 ve 26 Temmuz 2024). Biden yönetiminde Jake Sullivan’ın üstlendiği bu görev, hükümetin dışa dönük stratejilerinin oluşumunda, uygulanmasında önem taşımaktadır.
Clinton ve Obama yönetimleri yıllarında Philip Gordon’un Ulusal Güvenlik Kurulu üyesi, Dışişleri Bakan Yardımcısı, Orta Doğu bölgesinde Beyaz Saray Koordinatörü olarak görev aldığını öğreniyoruz. Trump’ın başkanlık yıllarında ise Council on Foreign Relations’ta (CFR’de) “Senior Fellow” olarak yer alıyor.
Demokrat Parti’nin (“Obama doktrini” olarak da bilinen) dış siyaset stratejisinin inşacıları arasında Gordon’un da yer aldığı ileri sürülüyor. Bu doktrine göre ABD, gereken her durumda şiddet kullanarak, ama mümkün mertebe “arkadan yöneterek” dünya liderliğini korumalıdır. (Amerikalı askerler yabancı toprakları fazla çiğnememelidir).
Güncel dış siyaset konularında ise, Gordon İsrail’i tamamen desteklemekte; ABD’ye dönük en büyük dış tehdit olarak Çin’i görmektedir. Almanya’daki Taurus füzelerinin, Alman personel ile birlikte Ukrayna’ya taşınmasını savunanların başındadır. Lavrov’un “nükleer tepki uyarılarını” umursamayacak bir savaş kışkırtıcısıdır.
Rusya’ya karşı bu kaskatı, tehlikeli çizgi nasıl açıklanabilir? Conor Gallagher’e göre “ABD egemen sermaye blokunun Putin’in devrilmesini stratejik bir öncelik olarak görmesi” belirleyicidir; Gordon tarafından da benimsenmiştir. CFR ve The Rand gibi ABD dış politikasını etkileyen kuruluşlarda egemen sermaye blokunu temsil eden dev şirketler etkilidir.
ABD sermayesi Rusya için Yeltsin dönemine dönüşün özlemi içindedir. Doğal kaynak rezervlerinin piyasa değeri bakımından açık-ara dünya birincisi olan Rusya’nın denetimi, Putin gibi bir otokrata bırakılmamalıdır. Ukrayna savaşı tarihsel bir fırsattır; kullanılmalıdır.
“Ne pahasına?” Bu soruyu, Kamala Harris ve danışmanı Gordon geçiştiriyorlar. İnsanlığın kaderini ilgilendirdiği için sormak ve reddetmek barışseverlere düşüyor. Barışsever örgütlerin onurlu mücadelelerinin birikimini içeren Türkiye dahil her yerde…
Trump ehven midir? Ayrıca tartışmalıyız.
soL / 06.09.24