Geçen hafta 27 AB ülkesinin Dışişleri Bakanı, Ukrayna’ya verilecek desteği ve Orta Doğu’daki durumu görüşmek üzere Brüksel’de bir araya geldi. AB Dışişleri Bakanları, düzenli olarak yaptıkları toplantılarda kendilerinin “uyumlu ve birlik içinde” olduklarını göstermeye özel önem veriyorlar. Fakat bu kez işler ters gitti. Çünkü AB baş diplomatı Josep Borrell, Budapeşte’de yapılması kararlaştırılan toplantıyı boykot ederek toplantıyı Brüksel’e taşımak istedi. Bu alışılmadık bir çıkıştı, zira dışişleri bakanlarının gayrı resmi toplantıları geleneksel olarak AB Konseyi dönem başkanlığını yürüten ülkede yapılır. Bu ülke şu anda Macaristan’dır. Baş diplomat Borrell, Viktor Orban’ın Moskova ve Pekin gezilerine tepki olarak Macaristan’ı “cezalandırmak” istedi.
Macaristan Başbakanı Orban’ın Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Çin Devlet Başkanı ve parti lideri Şi Jinping ve ABD eski Başkanı Donald Trump ile görüşmesine AB’nin gösterdiği tepki, günlerce tartışıldı. Ancak yine de pek çok ülke, “Budapeşte’deki toplantıyı boykot etmenin yanlış ve saçmalık” olduğunu savundu. İspanya ve Slovenya gibi ülkeler de Borrell’in önerisine karşı çıktı. Diplomatlara göre Almanya, Fransa, İspanya ve İtalya gibi ülkelerin temsilcileri de perde arkasında benzer görüşler dile getirdi. Almanya Dışişleri Bakanı Annalena Baerbock, “Küçük ayrıntılarda kaybolmamalıyız” diye uyardı. Ve “kimin nereye ve ne zaman ziyarette bulunacağı” konusunda tartışılmaması gerektiğini belirtti. Tartışma ve itirazlara rağmen Borrell galip geldi ve toplantı Brüksel’de gerçekleşti.
Borrell, İsrailli bakanlara karşı yaptırım öneriyor
AB Dış İlişkiler Yüksek Temsilcisi Josep Borrell’in beklenmedik bir başka önerisi de çok tartışma yarattı. Gazze’deki soykırımın suç ortaklarından biri olan Borrell, İsrail hükümetinin iki üyesine yaptırım uygulanmasını önermişti. Bunlar İsrail Maliye Bakanı Bezalel Smotrich ve Ulusal Güvenlik Bakanı Itamar Ben-Gvir‘di. Her ikisi de gerçek birer katil ve Başbakan Netanyahu’nun koalisyon ortaklarıdır. Ben-Gvir Maliye Bakanı Smotrich ile birlikte, Gazze Şeridi’ne tüm yardım teslimatlarının durdurulmasını da istemişlerdi. Yardımın durdurulması, Gazze Şeridi’ndeki iki buçuk milyon insanın açlıktan ölmesi anlamına geliyordu. Bu iki katil, “İsrail’in güvenliği için” iki buçuk milyon insanın açlıktan ölmesini “ahlaki açıdan” haklı bulup savunacak kadar insanlıktan çıkmışlardı. Bu ikili, İsrail’e hâkim zihniyetin “ahlakını” anlamak için net bir fikir veriyor.
AB dış ilişkiler şefi toplantı öncesi, Gazze’deki durumu kastederek “Her gün bir önceki günden daha kötü. Durum kabul edilemez” açıklamasında bulunmuştu. Yaklaşık bir yıldır Filistin halkının soykırıma uğramasını, on binlerce çocuğun katledilmesini sorun etmeyen Borrell, İsrailli iki bakan için “nefreti teşvik etmek ve insan haklarını ihlal etmek” gerekçesiyle yaptırım öneriyor. Bu ikiyüzlülükle, AB’nin İsrail ile suç ortaklığını gizlenmek istiyor. Borrell, iki bakan için yaptırım önerirken “Hamas’ın terörist saldırılarının Gazze’de bir savaşa ve şimdi de insani bir krize yol açtığını” iddia etmesi, onun iki yüzlülüğünü gösterdiği gibi suç ortaklığını da kanıtlamıştır. Borrell bu açıklamayla, devam eden soykırım savaşının ve yaşanan insani krizin sorumlusu olarak Hamas’ı gösterirken İsrail vahşetine de tam destek sunmaktadır.
Borrel’in bu ikiyüzlü yaklaşımı dışişleri bakanları arasında tartışma yarattı. İsrail siyonizminin tam destekçisi ve Gazze’deki soykırımın önden gelen suç ortaklarından biri olan Almanya, Dışişleri Bakanı Annalena Baerbock şahsında, bunların (nefreti teşvik etmek ve insan haklarını ihlal etmek) yaptırım için yeterli olup olmadığının her vakada ayrı ayrı kontrol edilmesi gerektiğini savundu. Baerbock, yaptırımları ihtimal dışı bırakmıyor, ancak bunun için gerekli olan oybirliğine şüpheyle yaklaşıyor. Zira Avrupa Birliği’nde yaptırım kararlarının oy birliğiyle alınması gerekiyor. İsrail Dışişleri Bakanı Israel Katz ise sosyal medya hesaplarından “Yarınki AB dışişleri bakanları toplantısında İsrail karşıtı kararlar alınmasını önlemek için Avrupalı müttefiklerimizle birlikte yorulmadan çalışıyoruz” diye yazdı. Zira O, işledikleri soykırımda “Avrupalı müttefikleri” nin tam desteğine sahip olduğu bilinciyle konuşuyor.
Ukrayna için para aranıyor ve Rus varlıklarına göz dikiliyor
Rusya’nın Batı’daki yüz milyarlarca Euro’luk yatırımlarından elde edilen faiz gelirinin Ukrayna’ya silah satın almak için ne kadar çabuk kullanılabileceği tartışılıyor. Öte yandan sanayileşmiş yedi büyük Batı ülkesi (G7) ve AB, haziran ayında Rusya’nın Batı’daki dondurulmuş varlıklarından elde edilecek gelirin Ukrayna’ya silah alımı için kullanılması konusunda anlaştı. Ancak bunun yıl sonuna kadar hazırlanması ve 2025’te işe yarayıp yaramayacağının netleştirilmesi bekleniyor. Rusya’nın devlet varlıklarından elde edilen faiz geliri yoluyla Ukrayna’ya uzun vadeli askeri yardım sağlanması, özellikle Avrupalılar arasında ağır borçlu olanlar için “memnuniyet verici” bir çözüm olarak görülüyor.
Avrupa’nın Ukrayna’ya yönelik askeri yardımdaki payı hassas bir konu. Başbakan Scholz, Almanya’da önümüzdeki yıl Ukrayna’ya çok az askeri yardımda bulunmakla eleştirilirken, Avrupa düzeyindeki diğer ülkeler ise tereddüt etmekle suçlanıyor. Fransa, İspanya, İtalya gibi büyük ülkelerin şu ana kadar sınırlı destek sağladıkları öne sürülüyor. Daha fazla maddi yardım için “siyasi irade” mevcut olsa bile, yüksek ulusal borç seviyesinin buna engel olduğu iddia ediliyor. Maddi yardımın dışında askeri yardım alanında da ölçüler tümden kaçırılıyor.
Rusya’yı “Ukrayna’yı gelecek kış karanlık ve soğukta bırakmak için tüm enerji kaynağını yok etmek ve bir Avrupa ülkesini bombalayarak tamamen teslim olmakla” suçlayan Borrell, Ukrayna’nın “AB’nin yalnızca Ukrayna silahlı kuvvetlerine uzun menzilli silahlar sağlamakla kalmayıp, aynı zamanda bu silahları Rusya’nın uçsuz bucaksız bölgelerindeki askeri hedeflere karşı kullanmalarına izin verilmesi yönündeki talebini” açıktan destekliyor. Aksi takdirde silahların “işe yaramaz” olacağını söylüyor. Litvanyalı meslektaşı Landsbergis de savaş kışkırtıcılığına onay veriyor. ‘‘Kendimize sorunun bir parçası olup olmadığımızı sormalıyız” diyen Litvanya Dışişleri Bakanı, Almanya’nın Ukrayna’ya verilen desteği azaltabileceği yönündeki tutumuna tepki göstererek “Ukrayna endişeli, doğu kanadı endişeli, hepimiz endişeliyiz” dedi.
AB kapısında bekletilen Türkiye’ye ‘‘insan hakları ve demokrasi” hatırlatması
Türkiye yaklaşık 20 yıldır Avrupa Birliği’ne katılım müzakerelerini yürütüyor. Ancak Avrupalılar ülkeyi, demokratik standartlara uymamakla suçlayarak oyalıyor. Beş yıl sonra ilk kez Türkiye bu yıl Avrupa Birliği (AB) dışişleri bakanlarının gayri resmi toplantısına davet edildi. Toplantıya katılan Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, AB üyeliğini, “Türkiye için stratejik bir hedef” diye tanımladı. “Avrupa Birliği de aynı şekilde müspet bir yaklaşım sergilerse, bu herkesin menfaatine olacaktır” iddiasını ortaya attı. Ankara, bu toplantının Türkiye ve AB arasındaki kurumsal diyalog mekanizmalarının yeniden canlanması açısından bir dönüm noktası olmasını umuyor. Türkiye-AB arasında dondurulan diyalog mekanizmalarının hayata geçirilmesine, büyük önem veren Türkiye, AB yönetimiyle yeni bir başlangıç yapmak için çabalıyor.
Türkiye ile tam üyelik müzakerelerinin canlandırılması Brüksel’in kısa ve orta vadeli gündeminde bulunmuyor. Her yıl yayımlanan ilerleme raporlarında Türkiye’de insan hakları, demokrasi ve hukukun üstünlüğü alanlarında ciddi gerilemelerin yaşandığını belirtiyor. Aday ülkelerin yerine getirmesi gereken Kopenhag Kriterleri’nden Türkiye’nin giderek uzaklaştığını vurguluyor. Dolaysıyla tam üyelikten bahsetmenin gerçekçi olmadığını belirtiyor. AB’li kaynaklar, Türk hükümetine insan hakları ve demokrasi konusunda birçok defa beklentilerin iletildiğini de hatırlatıyorlar. Bu çağrılar kapsamında Türkiye’nin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararlarını uygulaması da yer alıyor. AB’nin Türkiye için söyledikleri doğru. Ama bu, “insan hakları ve demokrasi” konusunda AB’nin ikiyüzlü olduğu gerçeğini ortadan kaldırmıyor. Ukrayna savaşı ve Gazze’de devam eden soykırım savaşı AB’nin yüzündeki “insan hakları ve demokrasi” maskesini indirdi.
AB üyeliğini “Türkiye için stratejik hedef” olarak tanımlayan AKP-MHP hükümeti, aynı zamanda yüzünü BRICS ülkelerine de çeviriyor. Finans hizmeti Bloomberg pazartesi günü Türkiye’nin resmi olarak BRICS grubuna üyelik başvurusunda bulunduğunu bildirdi. AKP, Batılı müttefiklerin ötesinde yeni ilişkiler kurmak için uğraşıyor. Türkiye’nin çok kutuplu bir dünyada, emperyalistler arasındaki çelişkilerden yararlanarak tüm taraflarla ilişki geliştirmek istiyor. Ancak Türk sermaye devleti Amerikancı ve NATO’cudur.