Dünya kapitalizminin çok boyutlu krizi koronavirüs nedeniyle daha da belirginleşti ve tüm dünyanın ana gündemi haline geldi. Salgının ağırlaştırdığı ekonomik ve mali yıkımın yanı sıra toplumsal yaşamın bütün alanlarını kesen iflas tablosu, yaygın bir şekilde “kapitalizmin iflası” olarak nitelendiriliyor. Bu aslında düzenin temsilcileri ve sözcüleri tarafından da ilan edilmiş bulunuyor. Yaşananlar gerçekten de burjuva sınıf egemenliği sisteminin iflasıdır. Bu iflas tablosu koronavirüs krizi üzerinden tüm çıplaklığıyla daha da açığa çıkmış bulunuyor.
Kapitalist ekonominin küresel ölçekte kriz içinde bulunduğu bir evrede dünya koronavirüs pandemisiyle yüz yüze kaldı. Yıllara yayılacağı ve derin ekonomik, sosyal ve politik sonuçlara yol açacağı döne döne tekrarlanan kriz, savaş sanayisi gibi sektörler dışta tutulursa, birçok sektörü daha şimdiden büyük bir yıkıma uğratmış bulunuyor. Dünya ekonomisi üzerindeki yıkıcı etkisinin ise giderek daha da ağırlaşacağı ileri sürülüyor.
Dünya Ticaret Örgütü’ne (DTÖ) göre durgunluk ve işsizlik 2008 krizinden daha dramatik boyutlar kazanacak. ECB (Avrupa Merkez Bankası) ve IMF (Uluslararası Para Fonu) gibi kurumlar da daha pandeminin başlarında ciddi bir durgunluk yaşanacağını açıklamışlardı. IMF’nin Nisan ayında, “Küresel Finansal İstikrar Görünümü: Kovid-19 Zamanında Piyasalar” başlığıyla yayımladığı raporda ise salgının “tarihi bir zorluk” yarattığına işaret edilmektedir. Hisse senedi fiyatlarının daha önce görülmeyen seviyelere düştüğüne, “küresel piyasalara benzeri görülmemiş bir darbe” indirdiğine dikkat çekilmektedir.
Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü (OECD) Genel Sekreteri Angel Gurria ise, salgının yarattığı ekonomik şokun 2008’de yaşanan finansal krizden daha büyük olduğunu belirterek, bunu atlatmanın yıllar süreceği uyarısında bulundu. Ülkelerin hızla toparlanacağı inancının bir hayal olduğunu, salgınının küresel büyüme hızını yarı yarıya azaltıp yüzde 1.5’e düşürebileceğini, hatta bu tahminlerin bile “fazla iyimser” göründüğünü belirtti. Kimi uzmanlar keskin bir inişin ardından ekonominin kendini toparlayacağı iyimserliğini dile getirse de, kapitalist sistemin en ağır krizlerden biriyle karşı karşıya kaldığı gerçeği ortak kabul görüyor.
Bu kriz virüsten kaynaklı bir kriz değil fakat virüsün yeni bir düzeyde tetiklediği ve derinleştirdiği bir krizdir.
Krizden krize koşmak!
İkinci emperyalist savaşın ardından 1970’lere kadar bir genişleme dönemi yaşayan kapitalizm, bu süreçte sıkça kullanılan ifadeyle “altın çağı”nı yaşadı. 1970’lerin ortalarında gelindiğinde ise, tüm dünyayı etkisi altına alan bir krizle yüzyüze kaldı.
Ardından neoliberal ekonomik-sosyal politikalar dayatılarak hemen tüm kazanımlara karşı adeta savaş ilan edildi. Bu saldırılara 1989 yıkımının ardından küreselleşme saldırısı eklendi. Dayatılan neoliberal politikalara, küreselleşme saldırılarına ve alınan tüm önlemlere rağmen en ağırı ve kapsamlısı 2007-2008’de olmak üzere, irili-ufaklı sayısız kriz yaşandı. 1982 ve 1994 Meksika krizleri, 1987 Kara Pazartesi, 1997 Asya mali krizi, 2001 Türkiye ekonomik krizi, 2002 Arjantin krizi ve 2011 Yunanistan ekonomik krizi gibi... Şok tedaviler ve yapısal uyum programları kapitalist ekonomiyi düzlüğe çıkaramadı. Ama saldırıların pervasızlığını dizginleyebilecek güçlü bir karşı direnç de ortaya konulamadı.
Kapitalist dünya sisteminin yaşadığı bu krizler karşısındaki en büyük başarısı, krizi yönetebilmesi oldu. Bu başarıyı ise her şeyden önce örgütsüzlüğü ve sınıf bilincinden yoksunluğu nedeniyle işçi sınıfını denetim altında tutabilmesine borçludur. Tam da bu nedenden dolayı, emperyalist metropoller de dahil tüm ülkelerde krizin faturası sistemli biçimde sınıfa ve emekçi kitlelere ödetildi ve halen de bu yapılmaktadır. Buna rağmen ekonomideki durağanlaşma engellenemedi, büyüme tahminleri sürekli aşağı çekildi. Pandemiyle üst üste gelen bu olgu, kapitalist sistemi 1929’lerle kıyaslamalar yaptıran daha ağır bir krizle yüz yüze bıraktı.
Pandemiyle birlikte dünya borsalarında büyük bir çöküntü yaşandı. Petrol fiyatları düştü, meta dolaşımı ciddi sorunlarla yüz yüze kaldı. Çin’de sanayi üretimi Ocak-Şubat 2020’de bir önceki yıla göre yüzde 13.5, ihracat yüzde 17.2, ithalat ise yüzde 2.4 oranında azaldı. Perakende satışlar yüzde 20.5, sabit yatırımlar yüzde 25’e geriledi. Otomobil satışları bir önceki yıla göre yüzde 79 düştü. Turizm, havayolları ve diğer sektörler de kriz içinde.
Pandemi, Amerika Birleşik Devletleri’ni de 1930’ların büyük bunalımından bu yana en büyük ekonomik ve sosyal krizle yüz yüze bıraktı. Sadece üç hafta içinde yaklaşık 17 milyon Amerikalı’nın işsizlik yardımı için başvurduğu belirtiliyor. Fransa Maliye Bakanı krizin “1929 küresel ekonomik krizi ile karşılaştırılabilir” olduğunu ve Fransız endüstrisinin sadece yüzde 25’inin faaliyet gösterdiğini açıkladı. Alman Ekonomi Bakanı ise “tüm pazarların tamamen çöktüğünü” söyledi. Bu ülkelerde turizm ve havayolu şirketleri çökmüş durumda.
Sermaye sınıfı kapitalist hükümetlere derhal “ekonomideki her çatlağa” nüfuz etme ve “bürokratik gecikmelerden” kaçınma çağrısında bulunuyor. Çarkların her şart altında dönmesi ve şirketlerin kurtarılması için siyasal iktidarlar bu çağrılara büyük kurtarma paketleriyle yanıt veriyor. ABD hükümeti yaklaşık iki trilyon dolarla ABD tarihinin en büyük kurtarma paketini açıkladı. AB ülkeleri yüz milyarlarca euroluk paketlerle sermayenin hizmetine koştu. G20 ülkeleri ise IMF ve Dünya Sağlık Örgütü ile işbirliği içinde dünya ekonomisini beş trilyon dolarla desteklemeye karar verdi.
Kapitalizmin “ölüm semptomları”
Salgınla birlikte kapitalizm yeni bir krize sürükleniyor ve birikmiş tüm çelişkileri açığa çıkıyor. Deyim uygunsa, kapitalizm de “yüksek risk grubu” içinde bulunuyor. On yıllar boyunca birikmiş sayısız hastalık nedeniyle yavaş yavaş ölmekte olan yaşlı bir organizmanın tipik semptomlarını gösteriyor. Bugüne kadar bu semptomları hafifleten “ilaçlar” işe yaramadığı gibi, hastalıklı organizma koronavirüsle birlikte ağır bir darbe daha almış bulunuyor.
Kapitalizm, “zenginliğin iki temel kaynağı olan” doğayı ve insanı yıkıma uğratmadan yol alamıyor ve çok boyutlu krizler sarmalı içinde bulunuyor. Gösterdiği tüm çabalara rağmen yapısal krizini aşamıyor ve sorun biriktirmeye devam ediyor. Zira kapitalizm doğası gereği krizler üretmeden edemiyor. Üretim araçlarının özel mülkiyeti ile üretimin toplumsal karakteri arasındaki temel çelişki sermayenin genişlemesi önünde engel oluşturduğu için kapitalizm krizden krize koşuyor. Günümüzdeki kriz ise yalnızca ekonomik boyutuyla kendisini göstermiyor. Çok boyutlu ve bütünsel bir krizdir söz konusu olan. Ekonomik ve finansal kriz, politik kriz, iklim krizi, enerji krizi, gıda krizi, sosyal kriz, hegemonya krizi, etik krizi, yönetememe-meşruiyet krizi vb… Salgın, tüm bu krizleri yeni bir düzeyde şiddetlendirip derinleştirecektir.
Devrimci kriz dönemi, işçi sınıfı ve önderlik ihtiyacı
Krizler sermaye sınıfı için olduğu kadar işçi sınıfı için de riskleri ve fırsatları iç içe barındırır. Kapitalizmin krizi, burjuva sınıf egemenliğinin yıkılmasının maddi zeminini oluşturup işçi sınıfı ve devrimci öncüsü için büyük olanaklar yaratırken, sermaye sınıfı için ise insanlığın tarihsel birikimini ve kazanımlarını yok ederek, krizden güçlenerek çıkmanın imkanına dönüşebilir.
Kapitalist sisteminin egemenliğini güçlendirerek krizden çıkmayı başarması, insanlığın barbarlık içinde karanlığa gömülmesi anlamına gelecektir. Diğer seçenek ise işçi sınıfının inisiyatifi ele alarak kurtuluşun yolunu açması olacaktır. Bunlardan hangisinin yaşanacağı ise, işçi sınıfının kendi tarihsel devrimci rolünü oynayıp oynamamasına bağlıdır.
Bir toplumsal sistem olarak aşılmasının dinamiklerini kendi bağrında barındıran kapitalizm, kendini tarihe gömecek mezar kazıcısını, işçi sınıfını da kendi elleriyle yarattı. Modern toplumun temel sınıfları arasında süren bu mücadelenin seyrini hangi sınıfın inisiyatifi ele alacağı belirleyecektir. Dolayısıyla her şey işçi sınıfının, her türlü burjuva ideolojik-siyasal etkinin boyunduruğundan kurtulup, kendi bağımsız sınıf kimliği ve örgütü ile siyasal mücadele sahnesinde devrimci bir kuvvet olarak yer almasına bağlıdır.
Sınıfın tarihi rolünü oynayabilmesi için devrimci partinin önderliğine ihtiyacı vardır. Bu, başta sınıf devrimcileri olmak üzere tüm samimi devrimcilerin bugünkü görevlerine de işaret etmektedir. Her çaba ve enerjiyi devrimci bir sınıf hareketinin gelişimini kolaylaştırmak için harcamak ve sınıfı sermaye iktidarının karşısına etkin bir politik kuvvet olarak çıkarmak, sınıfın temsilcisi olmak iddiasındaki her akımın şaşmaz görevidir.
Mevcut kriz ve pandemi koşullarında hayatı yaratan bu sınıf, aynı zamanda dünyanın hemen her tarafında direniş ve protestolarla da gündemdedir. Krizin derinleşmesiyle sınıf cephesinde büyük hareketlilik beklenmektedir. Krizin sunduğu olanakları en iyi biçimde değerlendirerek, her yol ve imkanı kullanarak sınıfı mücadeleye çekmek ve örgütlemek, devrimci bir işçi hareketinin gelişmesini kolaylaştırıp hızlandırmak, sürecin en temel görevidir. Uzun yıllardır dünya olaylarının izlediği seyir, devrimci kriz dönemlerinin kaçınılmaz olarak geleceğini çeşitli veriler üzerinde duyurduğuna göre, buna hazırlanmak yaşamsal önemdedir. Bu ise sosyalizm ile sınıf hareketinin örgütlü birliğini sağlamak anlamına gelmektedir.
Etkisi yıllarca sürecek ağır bir kriz döneminin başlangıç aşamasında olduğumuz iktisatçılar tarafından iddia ediliyor. Bu, sınıf ve emekçilere yönelik daha ağır iktisadi ve sosyal saldırıların gündeme geleceği anlamına geliyor. Daha şimdiden bu yolda alınan hayli mesafe var ve bunun sınıf ve emekçiler cephesinde sosyal-siyasal çalkantılara yol açması kaçınılmaz.
Bu durumda iktisadi ve sosyal saldırılara siyasal saldırılar eşlik edecektir. İşçi ve emekçiler faturanın yükünü reddettiklerinde devletin çıplak zoruyla karşı karşıya kalacaklardır. Baskı ve terör yoğunlaşacak, faşizan uygulamalar olağanlaşacaktır. Bu, ekonomik ve sosyal haklar uğruna mücadeleyi temel siyasal hak ve özgürlüklerin savunulması ve elde edilmesi mücadelesiyle birleştirilmesini zorunlu kılmaktadır.
İşçi sınıfı ve emekçiler için kapitalizm karşısında tek alternatif sosyalizmdir. Bu biricik alternatif kendini hiçbir dönem bugünkü kadar yakıcı biçimde dayatmamıştır. İnsanca eşit ve özgür bir yaşam yolunda sosyalizm her zamankinden daha güncel ve somut bir hedeftir. Bu hedef, üretim araçları üzerindeki özel mülkiyet tekeli parçalanmadan, siyasal iktidar işçi sınıfının eline geçmeden gerçekleştirilemez. Bunu ise kapitalist toplumdaki özel konumundan hareketle ancak işçi sınıfının önderliği başarabilir. Dolayısıyla işçi sınıfını devrimcileştirmenin dışında hiçbir çıkış ve çözüm yolu yoktur.