Bizi kurtaracak olan kendi kollarımızdır!
Koronavirüs salgını başlamadan önce kapitalist dünya sisteminde durgunluk başlamıştı. Kapitalist devletler ise 2008 yılındaki çöküşten bu yana “kriz yönetimi” politikası izlemekte idi. Salgın kriz gerçeğini daha da derinleştirdi. Öyle ki, bazı ekonomistler, 1929 bunalımından derin bir çöküş olacağını tahmin ediyor.
Türkiye ekonomisi ise zaten sürünme halindeydi. Yağma düzeni kuran AKP-saray rejimi yandaş şirketlerin, yandaş kapitalistlerin semirmesine zemin hazırladı. T. Erdoğan başta olmak üzere AKP şefleri saraylarında şatafat içinde yaşıyorlar. Sömürüden aldıkları payla yetinmediler ülkenin toplumsal servetini de talan ettiler. Talanı esas alan bir rejim, virüs salgınına karşı etkili bir mücadele sürdüremez. Nitekim alınan “önlemler”i de boşa düşüren “çarklar dönecek” politikası, salgına karşı mücadelenin rejim için pek de öncelikli olmadığını gösteriyor.
Rejimin koronavirüs salgınına karşı izlediği politikada işçi sınıfı ve emekçiler denklem dışında tutuluyor. AKP şefleri, emekçilerin hayatını hiçe sayan politikadan vaz geçmeyeceklerini her fırsatta dile getiriyor. Nitekim sokağa çıkma yasağının hafta sonuyla sınırlı tutulması da bu politikadaki ısrarın sonucudur. Kararlar tek adam rejiminin başı T. Erdoğan’a kaldığı sürece “çarklar dönmeye, işçiler ölmeye” devam edecek demektir.
***
Doğu Perinçekçi dalkavukların destelediği, AKP-MHP koalisyonunun izlediği politikanın işçi-emekçi düşmanı niteliği gözler önündedir. O kadar pervasızlar ki, gericiliğin ve şovenizmin etkisindeki işçiler bile bu hoyratlığı rahatlıkla görebiliyor artık. Çünkü işçi sınıfının acil talepleriyle bu dinci-faşist koalisyonun izlediği politika taban tabana zıttır. Artık bu zıtlığı örtebilecek bir şal da yok ellerinde. Bundan dolayı arsızlığı saklama ihtiyacı duymuyorlar. Bu salgın döneminde ücretsiz izin uygulamasını kapitalistlere hediye etmeleri de bir rastlantı değil. İşçi sınıfını ‘koronavirüs ile işsizlik-sefalet parantezi’ içine kapatmışken saldırmak, saray rejiminin karakterine ya da karaktersizliğine tamamen uygundur.
Salgının şimdiden ağır bir faturası oldu. Yazık ki, fatura daha da ağırlaşacak. Zira rejim halkın sağlığını düşünmek yerine “taht oyunları”na, iktidardan pay kapma kavgalarına batmış durumda. Yapabildiği tek şey, salgının yarattığı felaketi daha da büyütmektir.
***
Olağanüstü salgın koşullarında işçi sınıfının talepleri kısa sürede belirginleşti. Farklı platformlarda dile getirilen bu talepler acil ihtiyaçların karşılanmasından ibaret. Yani mütevazi ve yaşamsal talepler. İşten atmanın yasaklanması, ücretli izin, çalışmanın zorunlu olduğu sektörlerde gerekli tüm önlemlerin alınması, gıda, barınma, ulaşım, su, elektrik ve ulaşılabilir nitelikli sağlık hizmeti gibi temel ihtiyaçların salgın süresince devlet tarafından karşılanması...
Talepler acil ihtiyaçlardan ibaret olsa da durduk yerde karşılanmayacak. Ne saray rejiminin ne kapitalistlerin bu talepleri karşılamak gibi bir dertleri var. Tersine, hem sermaye hem onun demir yumruğu olan AKP-MHP koalisyonu salgın günlerinde bile işçi sınıfına arsızca saldırıyor. Emekçilere düşmanlığı maskeleme ihtiyacı bile hissetmiyorlar artık.
İşçi sınıfının haklarını korumak için harekete geçmesi gereken sendikalar cephesinde de durum vahim. Hak-İş zaten saray rejiminin aparatından başka bir şey değil. Türk-İş ağaları ise bir kapitalistlere bir saray rejimine yalvarmanın ötesine geçmiyorlar. Basına yaptıkları açıklamada iktidarı uyaran DİSK yöneticileri de, pratikte hiçbir adım atmadılar. Yaptıkları açıklamalar “dostlar alışverişte görsün” mizanseninden öteye geçemiyor.
Yani işçi sınıfı ne saray rejiminden ne kapitalistlerden ne sendika ağalarından medet umabilir. Sözün özü iş başa düşmüş durumda. Sınıflar mücadelesinin kuralı da budur zaten. İşçi sınıfı ancak mücadeleye atıldığı zaman hak kazanabilmiştir. Ancak mücadele ederek kazanımlarını koruyabilmiştir. Zayıf düştüğü anda ise, elindekiler hoyratça gasp edilmiştir.
İşçi sınıfı ve emekçiler için sorunların ağırlaştığı/ağırlaşacağı bir süreç yaşanıyor. Bu zorlu süreçte kazanımları koruyabilmek, taleplerin karşılanmasını sağlamak kolay olmasa da mümkündür. Elbette bunun tek yolu var, o da örgütlü mücadeledir. Bunun için işçi sınıfının fabrikalarda, işletmelerde taban örgütlülüğünü inşa etmesi, sınıf bilincini geliştirmesi, dostlarını olduğu kadar düşmanlarını da iyi tanıması, inisiyatif alması ve geliştirmesi gerekiyor. Bu dönemi atlatmanın, onurunu korumanın, geleceği kazanmanın başka yolu yoktur.
Unutulmamalıdır ki; “Bizi kurtaracak olan kendi kollarımızdır!”