Uzayda hegemonya savaşı

“Uzay çağında bir ayağımız, ham çarık, kıl çorapta olsa da biri...” Haziran ayında yitirdiğimiz ve geçen günlerde andığımız değerli şairimiz Ahmed Arif’in bir şiirinde geçen bu dizeler kapitalizmin eşitsiz, anarşik ve çarpık yapısını çok güzel özetleyen ifadelerdir. Son yaşanan pandemi krizi, başta Amerika olmak üzere, dünya kapitalizminin bu özelliğini bir kez daha tüm açıklığıyla ortaya sermeye yetti. Bir yanda “yıldız savaşları”na hazırlanacak denli ileri teknolojiye sahip olanlar, diğer yanda ancak ilkel toplumlarda rastlanabilecek bir sefalet ve perişanlık sergiliyorlar.

  • Kızıl Bayrak yazıları
  • |
  • Dünya
  • |
  • 11 Haziran 2020
  • 15:54

Kapitalizm, emperyalizm aşamasıyla birlikte ulusal sınırları aşıp, uluslararası bir nitelik kazandı. Gittikçe hızlanan bu süreç özellikle ‘90’lı yıllardan bu yana “küreselleşme” olarak adlandırılmaya başlandı. Küreselleşen kapitalizmde dünya, en ücra köşelerine değin büyük kapitalist tekeller tarafından paylaşıldı. Bu paylaşım, kapitalist tekellerin doymak bilmez kâr hırsı yüzünden dünya kaynaklarının sınırsızca yağmalanması anlamına geliyor aynı zamanda. Ama bu yağmaya dünya kaynakları dayanmıyor artık. Dünyanın çivisini çıkaran ve gezegendeki tüm canlı yaşamı tehdit edenlere dünya dar geliyor olacak ki, şimdi de dünya ötesine, uzaya el atıyorlar. Dünyanın baş talancısı Amerika’nın uzay faaliyetleri alanındaki son atakları, hegemonya savaşının bu yeni arenasına işaret ediyor.

Dokuz yıl aradan sonra ABD’den astronotlu ilk uzay mekiği

Mayıs ayının son günlerinde (30 Mayıs 2020) ABD’nin Florida kentinde, Doug Hurley (53) ve Bob Behnken (49) adlı iki astronotu taşıyan “Crew Dragon” adlı uzay mekiği, Falkon-9 roketiyle uzaya fırlatıldı. Bu, 9 yıl aradan sonra ABD’de fırlatılan, mürettebatlı ilk uzay aracı oldu. Zira Amerika 2011 yılından bu yana, yüksek maliyetler ve çeşitli politik tartışmalardan dolayı uzay istasyonlarına astronotlu araç göndermiyordu. O tarihten bu yana NASA (Amerika Ulusal Havacılık ve Uzay Dairesi) kendisine ait uzay istasyonlarına astronotlarını taşımak için Rusya’nın “Soyuz” adlı hava araçlarını kullanıyordu. Dolayısıyla bu konuda Rusya’ya bir bağımlılık söz konusuydu. NASA, kişi başına her seferinde Rusya’ya 86 milyon dolar ödüyordu. İşin ağır ekonomik külfeti bir yana, bu, aynı zamanda ABD için ciddi bir prestij kaybı anlamına da geliyordu.

Soruna çözüm olarak NASA’nın desteğiyle SpaceX adlı özel bir şirket kuruldu ve bu işler ona devredildi. Dünya çapında tanınan Tesla adlı şirketin de sahibi olan Elon Musk adlı kapitalist tarafından kurulan bu şirkete NASA 3 milyar dolar destek sundu. Bir kamu-özel şirket ortaklığı gibi işleyen SpaceX, “Crew Dragon” adlı mekiğini altı yılda üretti. Fakat şirketin tüm uğraşı bundan ibaret değil. Kuruluşundan bu yana SpaceX’in, uzay istasyonlarına 30 kargo uçağı hacminde milyonlarca ton malzeme taşıdığı belirtiliyor.

Türkiye’deki türdeşi Erdoğan gibi, yapılan her işi kendisinin “kudretine” delil sayan Trump, aslında bu olayı büyük bir şova dönüştürmek istiyordu. Fakat bu hevesi, korona önlemleri ve aniden gelişen “Nefes alamıyorum” eylemlerinden dolayı kursağında kaldı. Normalde onbinlerce insanın seyre gittiği bu tür bir olay, Trump’la birlikte az sayıda insanın katılımına mazhar olabildi. Roketin başarıyla fırlatıldığını belirten NASA Direktörü Jim Bridenstine gelişmeyi, “biz havalandık” ve “tarih yazıldı” açıklamalarıyla duyururken, “Crew Dragon”un Alman asıllı baş mühendisi Hans Königsmann da, “Vahşi Party”nin sonra geleceğini söyledi. Onlarca televizyon, olayı canlı verirken, astronotların 19 saat sonra uzay istasyonuna ulaştıkları ve en az bir ay süreyle orada kalıp, çeşitli bilimsel araştırmalarla ve istasyonun bakımıyla uğraşacakları belirtildi.

Hegemonya savaşının yeni arenası “uzay”

ABD uzay alanında attığı bu yeni adımları, “insanlığa hizmet amacıyla uzay teknolojisine katkı”, “uzay turizmini ve iletişim imkanlarını geliştirme” gibi sempatik gerekçelerle açıklasa bile, Amerika’nın hiçbir şeyi insanlığın hayrına yapmayacağı herkes tarafından biliniyor. Hele ki başında Trump cinsinden, baktığı her şeyi dolar olarak gören bir tüccarın bulunduğu bir Amerika için bu çok daha geçerli. Atılan adımlar, emperyalistler arasında süren kıyasıya rekabet ve hegemonya savaşının uzaya taşınmasından başka bir anlama gelmiyor. Zira dünyadaki petrol ve doğalgaz gibi enerji kaynaklarının sınırlı olduğunu ve hızla tükendiğini yine en iyi, dünyanın kaynaklarını acımasızca talan edenler biliyor. Başta Amerika olmak üzere, Çin, Rusya, Hindistan, Almanya ve diğer emperyalist ülkelerin Ay ve Mars’taki çeşitli enerji kaynaklarına göz diktikleri biliniyor. Daha önce de defalarca dünya basınında konu edildiği gibi, Ay yüzeyinde bulunan ve roket yakıtı olarak kullanılabilen su buzu, asteroitlerden (göktaşları) elde edilen Helyum-3 gazı ve inşaat-yapı işlerinde kullanılabilen ay tozu gibi değerli hammaddelerin olduğu biliniyor. Başta ABD olmak üzere, diğer rakip emperyalistlerin iştahını kabartan ve ellerini ovuşturan asıl şey, iddia edildiği gibi, “insanlığa hizmet” gibi “soylu” amaçlar değil, “uzay madenciliği” olarak da adlandırılan bu yeni alandır.

Bunlar bir yana, açıkladıkları gibi, eğer hayata geçirebilirlerse, “uzay turizmi veya uzay otelleri” gibi faaliyetler de kâr getirmeyen işler değil sonuçta. Bunun ardında da ciddi ticari hesaplar var. Yoksa 50 milyar dolar değerinde olduğu söylenen SpaceX’leri boşa kurmazlar. İletişim teknolojileri alanında da ciddi bir rekabet var dünyada. Bu alanda sağlanacak üstünlük hem maddi getirisiyle hem de gözetleme ve dinleme konusunda ciddi avantajlar sağlıyor. Nitekim SpaceX’in uzaya gönderdiği Crew Dragon’un yörüngeye ilk etapta en az 480 uydu yerleştireceği söyleniyor. Bu uydular aracılığıyla ve “Starlink” olarak adlandırılan bir proje ile dünyanın en ücra köşelerine bile hızlı internet ve mobil telefon hizmeti sunulabilecek.

Tabii bütün bu adımları askeri alandaki faaliyetlerin izleyeceğinden de kuşku duymamak gerekiyor. Uzay teknolojilerinde asıl motivasyonu sağlayan şey, askeri ve güvenlik alanındaki kaygı ve hedeflerdir. Başta ABD olmak üzere, tüm emperyalist rakipler, birbirlerinin uzay istasyonlarını, uydularını vb. araçlarını boşa çıkarmak, saldırmak ve tahrip etmek için sinsi planlar yapıyorlar. “Yıldız savaşları” olarak nitelenen bütün bu faaliyetler insanlık için ciddi riskler barındırıyor.

Amerikan tekellerinin sadık uşağı ve ensesi kalın bir sermayedar olan Trump, her konuda olduğu gibi bu konuda da pervasızlıkta sınır tanımıyor. Daha önce yaptığı bir açıklamada, ABD de dahil 100’e yakın ülke tarafından 1967’de imzalanan “Uzay Anlaşmaları”nı tanımadığını ilan etmişti. Bunun yerine, yeryüzünde olduğu gibi uzayda da istediği gibi cirit atmasını sağlayacak “Artemis Anlaşması” adlı bir anlaşma önermiş ve bunun başka ülkeler tarafından da desteklenmesi gerektiğini açıklamıştı. Bu, niyetini “Ay’a Amerika bayrağını dikeceğiz” sözleriyle açığa vuran Trump’ın, yeni haydutluklarına “hukuki” kılıf aramasından başka bir anlama gelmiyor.

“Uzay çağında bir ayağımız, ham çarık, kıl çorapta olsa da biri...”

Haziran ayında yitirdiğimiz ve geçen günlerde andığımız değerli şairimiz Ahmed Arif’in bir şiirinde geçen bu dizeler kapitalizmin eşitsiz, anarşik ve çarpık yapısını çok güzel özetleyen ifadelerdir. Son yaşanan pandemi krizi, başta Amerika olmak üzere, dünya kapitalizminin bu özelliğini bir kez daha tüm açıklığıyla ortaya sermeye yetti. Bir yanda “yıldız savaşları”na hazırlanacak denli ileri teknolojiye sahip olanlar, diğer yanda ancak ilkel toplumlarda rastlanabilecek bir sefalet ve perişanlık sergiliyorlar. Teknolojisi, ekonomik hacmi vb. özellikleriyle halen dünyanın “süper gücü “olarak anılan Amerika, bazı “yoksul” ülkeleri bile geride bırakacak kadar ciddi toplumsal sorunlarla karşı karşıya. On milyonları bulan işsizlik, yüzbinlerle anılan evsizler, sağlık sigortasından yoksun milyonlar ve bir kap yemek için kilometreleri bulan yoksul insan kuyruklarını, cezaevlerini ağzına kadar dolduran ve artık milyonlarla ifade edilen tutsak nüfus tamamlıyor. “Dillere destan” demokrasisinin ne halde olduğunu ise, George Floyd’un nefesini kesen polis vahşetinden daha iyi ne anlatabilir ki?

Kapitalizmde, diğer her şey gibi bilim ve teknoloji de hakim sınıfların tekelindedir ve onların çıkarlarına hizmet etmektedir. Tüm diğer zenginlikler gibi, toplumun hizmetinde olması durumunda onun refahını ve mutluluğunu arttıracak olan bilim ve teknoloji, kapitalistlerin elinde tam tersi bir rol oynuyor. Sermaye düzeninde zenginliğin, bilimin ve teknolojinin gelişmesi ile yoksulluk, eşitsizlik, işsizlik, kültürel yozlaşma ve cehaletin gelişmesi paralel olmaktadır. Bunun tersi ise, odağında sermayenin değil, insan onuru, refahı ve mutluluğunun olduğu biricik sistem olan sosyalizmle mümkün olacaktır. Bunun nasıl mümkün olacağının en güzel tasvirini yine bir şair, büyük şairimiz Nazım Hikmet kayda geçmiş: “... demir, kömür ve şeker ve kırmızı bakır ve mensucat ve sevda ve zulüm ve hayat ve bilcümle sanayi kollarının ve gökyüzü ve sahra ve mavi okyanus ve kederli nehir yollarının, sürülmüş toprağın ve şehirlerin bahtı bir sabah vakti değişmiş olur, bir şafak vakti karanlığın kenarından onlar ellerini toprağa basıp doğruldukları zaman...” 

Buna ilişkin özlemin de, ihtiyacın da, olanakların da arttığı bir dönemden geçiyoruz...