“Burjuva ideologları, burjuva propagandası, burjuva liberalleri, sosyalizm dönekleri, bu sınıfın kapitalist toplumdaki özel yerini gittikçe kaybetmekte olduğunu söylüyorlar bize. Günümüz dünyasına ilişkin gerçekler ise bu sınıfın dünya ölçüsünde milyarları bulan bir güce ulaştığını gösteriyor. En gelişmiş kapitalist ülkeleri, Avrupa’yı ve Kuzey Amerika’yı bir yana koyuyoruz. 20. yüzyılın ilk yarısının bir dizi geri ülkesi, bugünün birer işçi sınıfı denizidirler. Brezilya’dan Çin’e, Meksika’dan Rusya’ya, Mısır’dan Hindistan’a, Türkiye’den Güney Kore’ye, Güney Afrika’dan Endonezya’ya kadar bu böyle. Yalnızca Çin’de 200 milyonu aşkın sanayi proleteri var. Yalnızca Hindistan’da bir seferde 150 milyon işçi genel greve gidebilmektedir.”
TKİP’nin 21. yıl etkinliğindeki konuşmada kapitalistlerin son dönem propagandasının teorik altyapısı bu sözlerle çürütülüyordu. En gelişmiş kapitalist ülkeleri bir yana koyuyoruz, denilirken, en gelişmiş ülkelerde işçi sınıfının zaten alabildiğine gelişmiş olduğunun bilindiği var sayılıyor, sadece en geri topraklardan örneklerin bile yeterli argümanı sunduğu anlatılıyordu. Lakin söz konusu kapitalist ideologlar, sosyalizm döneği inkarcı aydınlar bu teoriyi kapitalist merkezlerde de geçerli sayıyorlar. Bundan ötürü Avrupa’daki işçi sınıfının ve hareketinin tablosuna da bir vurgu yapmak gerekiyor.
Fransa’da 5, 10 ve 17 Aralık’taki genel grevler bize batıya da tekrar bakmamızı söylüyor. Hindistan’daki 150 milyonluk grevin yanında Fransa’nın 1,5 milyonluk grevleri de aynı derecede önemlidir. Zira bu, kapitalist sistemin doğal olarak en iyi inşa edildiği ve en güçlü manevra alanına sahip olduğu emperyalist merkezlerde de çöküş sinyalleri verdiğinin göstergesidir. Ve işçi sınıfı bir kez daha bu sarsıntıları yaratan eylemliliklerin oyun kurucusu durumundadır.
İşçi sınıfının dahil olmadığı hareketlerin sınırları kendine sistem içi alan açana kadar sürmeye mahkumken, sınıf mücadelesi kendine alan açmakla kalmayıp, sistemi zorluyor. Buna en yakın örnek Sarı Yeleklilerin yarattığı ekonomik kazanımlar karşısında Friday For Future hareketinin sistem için ifade ettiklerinde saklı. Birincisi liberallerin banka müdürlüğünden gelen devlet başkanını özür diletip programında olmayan sosyal hakları vermesine iterken, ikincisi devlet başkanlarına seslenen sokak gösterilerinden çıkamıyor. Birincisi militanlık kazanıp yasaklı meydanlarda, Champs-Élysées’de fiili meşru mücadele kültürünü beslerken, ikincisi Birleşmiş Milletler Konferans salonlarında ya da burjuva gazetelerinde röportajdan öteye bir alan bulamıyor.
Konunun özünden kopmamak için işçi sınıfı ve hareketinin neden derin bir etki zeminine sahip olduğuna daha yakından bakmak gerekiyor.
Fransa işçi sınıfının kalbi
Fransa’da işçi sınıfı denince ağırlığın hizmet ve inşaat sektöründe olduğu yanılsaması, tıpkı Çin’e dair istatistiklerde olduğu gibi, Fransa’daki potansiyeli de gölgeliyor. Sanayi üretiminin toplam GSYH’nin en az %22’sini oluşturduğu, çalışma çağındaki nüfusun yaklaşık üçte birinin sanayide çalıştığı gerçeği bu alanın ne anlam ifade ettiğini gösteriyor. Sırf otomobil sektöründeki 250 binin üzerinde çalışan, sanayi işçilerinin kitleselliği hakkında genel bir fikir vermektedir. Toplam işçi sayısının %26,1’i sanayi proleteridir. Taşındı denen fabrikalar hala birer işçi kalesidir. Bu bağlamda Renault’un dünyanın dört bir yanında fabrikalarının olması, Fransa’daki fabrikasında gerçekleşen grevin ona zarar vermediği anlamına gelmez. Ayrıca Renault’taki grev dünyanın dört bir yanındaki Renault işçilerinin de mücadele tartışmasına güç verebilir. Fransa’nın eski fabrikaları taşınıyor, kapatılıyor ve küçülüyor olabilir ancak gelişen teknolojilerle kurulan yeni fabrikaları da var.
Ekonominin sürekli artı-değer ürettiği bu daha stabil alanlardaki mücadeleler sermayeyi zorlamaktadır. 5 Aralık grevine giden süreçte rafineri işçilerinin önden benzin çıkışını durdurmaları daha 5 gün öncesinden benzin istasyonlarını kapattırmıştı. Keza aynı yöntemi küçük şirket sahiplerinin de kullanması işçilerin etkisini gösteriyor. Fransız sermayesi için sanayi işçilerinin eyleme geçişi kotarılabilir sınırları zorlamaktadır. Onların en büyük korkusu temel sanayi alanlarında mücadele ve bu mücadelenin süreklileşmesidir. Bundan dolayı Sarı Yelekliler hareketinin başlangıcında, taşıma işçileri sendikalarının talepleri karşılanarak, hareketin bu işçi bölüğü koparılmak istenmişti.
Bir de son yıllardaki eylem ve işçi hareketlerine bakıldığında işçilerin süreklileşen eylemlilikleri göze çarpacaktır. Sırf son 5 yıla dair bir araştırmada bile onlarca genel grev, üretim durdurma, blokaj gerçekleştirildi. Neredeyse eylemsiz ay olmazken, sınıf hep çıkış arayışındaydı. Bu süre zarfında “Kızıl Şapkalılar”dan “Gece Ayakta”ya ve son olarak da Sarı Yelekliler’e uzanan toplumsal hareketler de yaratıldı. Militanlık açısından da sağlam bir geçmiş kültüre sahip olan Fransız proletaryası bu eylemlerde de bu özelliğini göstermekten geri durmadı.
Burada önemli olan, geçen yıl önce kavşaklardan başlayıp sonra Fransa’yı Champs Elysse’den sarsan Sarı Yelekliler’in, hem sendikal bürokrasinin geçmiş deneyimlerdeki uğursuz rolü hem de kendi doğal gücüne güvenle mesafeli kaldığı sınıf hareketinin parçası haline gelmesidir. Sarı Yelekliler hareketi kendi bağımsız eylemlerinden çıkıp, 5 Aralık’la birlikte genel grevlerin örgütleyicisi ve sendikalar gibi doğal bir parçası haline geldi. Sarı Yelekliler eski kitleselliklerini kaybetseler de örgüt ve mücadele derdi olanların eylemleri sürdürdüğü yerde bu katılım daha da anlam kazandı.
Burada bir detaya dikkat çekmek gerek. Geçtiğimiz yıl sendika bürokratları, Sarı Yelekliler hareketini denetim altına alma girişimiyle ve kitle tabanlarındaki basıncı azaltmak için genel grev ilan ettiler. Sarı Yelekliler’in sendika bürokratlarının hamlesine karşılığı grevin süresiz olması çağrısıydı. Bu çağrı aslında Sarı Yelekliler’in sınıf mücadelesine dair ileri bir çıkışı nasıl beklediklerini de gösteriyordu. Yani 5 Aralık genel grevi ve toplu ulaşımda süresiz grev iddiası bugün tam karşılığını bulmamış görünse bile “tekrarlanan grev” biçiminde hayata geçtiyse, bunda hiç kuşku yok ki Sarı Yelekliler’in de etkisi vardır.
İşçi sınıfı denizleri kadar Fransa ve Almanya gibi işçi “gölleri” de önemli. Zira denizin olmadığı yerdeki temel kaynakları bunlar oluşturuyor. Tıpkı su kaynaklarının sömürüsünde olduğu gibi, denizlerin ve göllerin içindeki mücadele sistemi aşabilecek özneyi barındırıyor. Fransa’da 1,5 milyonluk grevin bize gösterdiğiyse, bu göllerin neler yaratabileceğidir. İşçi kimliği tahrip edildi, robot teknolojisi gelişti, kiralık işçilik ile üretim esnekleşti, sosyal haklarla sömürü gölgelendi, göçmenler ağır işlere mahkum edildi, göçmenlere öfke arttı diye gölgede kalan sınıf hareketi bugün yeniden kendi kimliği üzerinden mücadeleyi derinleştiriyor, sistemi zorluyor. 5 Aralık’ta 1 milyon, 17 Aralık’ta 1,5 milyonluk grevler Fransa sermaye devletine bile sendikaların iyi örgütlendiğini itiraf ettirdi. 5 Aralık’taki çatışmalarda polis geri çekilmek zorunda kaldı, gözaltına alınanları polisin elinden militan reflekslerle kurtaran pratikler ortaya çıktı. Kitle tüm polis terörüne rağmen gece saatlerine kadar eylemi sürdürdü, açıklanan varış noktasına kadar eyleme devam etti.
Genel grevin asıl etkisiyse, eylem sonrası dönülen fabrika, depo ve garlarda grevi sürdürme kararı alınmasındaydı. CGT de işbirlikçi CFDT gibi diyalog üzerinden süreci kapatmaya çalışırken, genel grev öncesi görüşmelerde kırıntı ararken, işçiler kendi iradeleriyle grevi sürdüren bir pratiğe yöneldiler. Hem yenileme kararı ile grevi son olarak 12 güne uzattılar hem de buna 3 eylem tarihiyle meydanlarda olmayı eklediler. Ve 12 gün sonraki 3. genel grev gününde alanlara yarım milyonluk artışla çıkılması çok önemli. Sermaye devletinin taviz vermeyeceğini söylediği bir zamanda, grevin sürekiliğinin maddi zorluklar yarattığı bir aşamada genel greve katılım arttı. Bu süreç yasal grev sınırlarına da sıkıştırılmadı, grev kırıcılara karşı blokajlar, liman girişlerinde araçlar yakılarak kurulan barikatlarla işçi sınıfının meşruluğu militan eylem kültürünü de besliyor.
Dünyayı yaratan sınıfın değişim gücü
Tüm bunlar, sürecin nasıl devam edeceğinden bağımsız, hareketin enerji kaynağını, sınıfın özneleştiğinde neler yapabileceğini, burjuvaziden sadece emeklilik hakkını koparıp almayı değil, özel mülkiyet ilişkisini de parçalayabilecek olanın kim olduğunu ve bunu nasıl yapabileceğini gösteriyor. Bu yanıyla Fransa emperyalist-kapitalist sistemin kalbi olduğu yerde, Fransa’daki işçi sınıfı da dünya proletaryasının kalbinin attığı yer olmaya devam ediyor.
Nasıl ki toplumsal hareketlerin domino etkisi yayılıyorsa, dünyanın üzerinde isyan rüzgarları daha sık dolaşıyorsa Fransa’daki genel grevin rüzgarları da yayılacaktır. Sarı Yelekliler ile bugün Lübnan’daki, Irak’taki ya da Latin Amerika’daki hareketleri ilişkilendirmek birileri için zor olabilir ama marksistler açısından bu ilişki kesindir. Aynı etkileşimin bu hareketlerden 5 Aralık’a oradan da yeniden dünyanın çeşitli ülkelerindeki sınıf ve emekçi kitle hareketlerine taşınacağını beklemek hayal değil. İşçi sınıfı dünyanın dört bir yanında isyanların temel öznesi olurken 1,5 milyonluk grev bize devrimci sınıfa güvenin neleri getirebileceğini de hatırlatıyor. Sınıfına güvenen, onun bilimsel dünya görüşüyle yol yürüyenler için kapitalist sistemi yıkacak güç görülüyor. İşçi sınıfı tekrar tarih sahnesine çıkana kadar bize düşen, onun mücadelesinden kopmamak, sınıfın gündemini bölen ikincil tartışmalarda kaybolmamaktır.