Fransa’da demokrasi tiyatrosunun yeni bir skeci yayınlandı. Çalışma Bakanlığı Fransız burjuvazisinin kölelik uygulamalarını en iyi temsil eden 40 şirketin incelendiği bir rapor açıkladı. Sermaye hükümetinin talebi üzerine Paris Est Creteil Üniversitesi 2018 ve 2019 arasındaki işe alımlarda ülkenin en önemli şirketlerinden verilerin işlendiği bir araştırma yaptı. Araştırma özelikle Kuzey Afrikalı, Mağrip kökenli iş başvurularının ayrımcılığın hedefi olduğunu ortaya koydu.
Denetimler sonucunda Renault, Air France, Accor, Altran, Arkéma, Rexel ve Sopra Steria şirketlerinin işe alım süreçlerinde ayrımcılık yaptığı verilerle net bir şekilde saptandı. Kuzey Afrika kökenli bir işçinin bu şirketlere girme ihtimali %10’un altında. Avrupa kökenlilerin şansı da çok değil, yüzde 12,5’u geçmiyor. Yani “Avrupalı” olmak da bu şirketlere emeğini satmak için yeterli değil. Zira bu şirketlerde çalışmak, sistem içerisinde bir nebze şans ve gelecek kaygısının azalması olarak görülebilen küçük avantajlara sahip olmak demek. Bu tekeller de bu farklarını en iyi şekilde kullanıyorlar. Fransız işçilerine ağırlık vererek, bir ayrıcalık sistemiyle işçiler arası alt kimlik parçalanmalarını besliyorlar.
Sözde “demokrasi adına ve ayrımcılığa karşı eşitlik” mottosu
Söz konusu şirketler de demokrasi oyununa katılarak, Bakanlığın raporuna karşı açıklamalar yaptılar. Denetimde kullanılan metodolojinin “yetersiz olduğunu” ve “yanlış sonuçlara ulaşıldığını” iddia ettiler. Evet, bir bakıma doğru bir iddia bu. Zira ayrımcılık araştırmasında veriler tersine orantılanmıştır. Örneğin Renault’da Kuzey Afrikalı işçi sayısı artabilmektedir. Ayrımcılık ise kadrolu ve kiralık işçi sayıları karşılaştırıldığında görülmektedir. Artan göçmen işçi sayısı ana kadrolarda değil, kiralık işçiler arasındadır. Renault fabrikalarında montaj bölümündeki kiralık işçilerin sayısı, toplam çalışanların yüzde 80’ine karşılık geliyor. Ve Renault’da göçmen işçi görmek istiyorsanız montaj bölümünü bulmanız yeterli!
Araştırmadaki 7 şirket, kapitalizmin geliştirilen sömürü çarklarının hepsini en iyi temsil eden tekellerdir. Taşeron, kiralık işçilik vb. uygulamalarla kadrolu işçi sayısı gittikçe düşmekte ancak azalan kadrolar dışardan göçmen işçilerle dengelenmektedir. Air France buna dayanarak her yıl 4 bin işçiyi istihdam ettiklerini ve ayrımcılık yapmadıklarını iddia edebilmektedir. Fakat Fransız işçilerin hangi bölümlerde, esnek çalışmaya mecbur bırakılan yabancı/göçmen işçilerin nerelerde çalıştığı da biliniyor. Yani ayrımcılık tek başına işe alımlarda değil, bizzat iş içerisinde de uygulanmaktadır. Bu sadece özel şirketlerde değil, devlet yönetimindeki şirketlerde de geçerlidir. Demiryollarına başvurularda vatandaş olmak yasal olarak gerekmese de aranan bir kriter olurken, yabancı/göçmen işçiler en ağır bölümlerde istihdam ediliyorlar. Hatta göçmen işçiler, iş bulabilmek için isimlerini değiştirerek, Fransız isimler seçmek zorunda kalıyorlar. Bu, sadece adları teşhir edilen 7 şirketin değil, kapitalizmin işleyiş yasasının gerçeğidir.
2018 Mayıs’ında banliyö bölgelerindeki işçi ve emekçilere seslenen Emmanuel Macron, bu “soruşturmanın” yapılacağına söz vermişti. Çalışma Bakanlığı araştırmanın istihdam alanında Fransa’daki en geniş kapsamlı araştırma olduğunu ifade etti. Fakat araştırmanın genişliği veya soruşturmanın yapılması hiçbir şeyi değiştirmiyor. Bu sözde demokrasi vurgusu ile “Biz de eleştiriyoruz ama değiştirmiyorlar” sahtekarlığı yapılıyor. Fransa gibi emperyalist bir merkezde sadece yasal sömürü yöntemleriyle de değil, burjuva yasalarını da çiğneyen kaçak (sigortasız ve güvencesiz) çalışmayla sömürü katmerleniyor. En ağır sömürü yöntemlerine ve ayrımcılığa maruz kaldıkları raporlanan Mağripliler başta olmak üzere tüm göçmen işçiler zor şartlara mahkum ediliyorlar. Taşeron çalışmanın yasak olduğu ağır ve tehlikeli işkollarında bile ana firma elemanı olmayan kağıtsız, kayıtsız göçmen işçiler çalıştırılıyor. Nüfus kayıt bilgileri üzerinden köken ayrımı yapan şirketler göçmenleri ve ezilen kimlikleri sömürü çarklarının en acımasız dişlileri arasına itiyorlar.
Ayrımcılığa karşı sınıf mücadelesi!
Şüphesiz ki bu ayrımcılık sınıfsaldır. Fransız ana firma kaçak çalışma yol ve yöntemleri için göçmen, yabancı ya da Magripli patronlarla kol koladır. Yani işe alımda uygulanan ayrımcılık kendi sınıfdaşları arasında daha azdır. Patronlar kendi çıkarları gereği millet, din ve diğer hiçbir kökeni göz önünde tutmayabilir ya da yine aynı nedenden bu alt kimlik özelliklerine sarılabilir.
Dünya Çalışma Örgütü’nden birçok akademik çalışmaya uzanan araştırma ve raporlar incelendiğinde bu sorunun Fransa’ya özgü olmadığı görülecektir. Fransa dünyada göç alan ülkelerin başında gelse de daha dar anlamda İrlanda gibi dışardan göç almayan ülkelerde bile ayrımcılığa din üzerinden alan açılmaktadır. İrlanda Cumhuriyeti’nde Protestanlar, Kuzey İrlanda’daysa Katolikler ayrımcılığa maruz kalıyorlar. ILO’nun 2007 ve 2008 raporlarında bu bir olgu olarak kayıt altındadır. Aynı raporlarda verilen bilgilere göre İspanya’da Bask bölgesi üzerinden benzer sorun yaşanıyor. Fransa’da Kuzey Afrikalılar, Yunanistan’daysa Makedon kökenliler ile Batı Trakya Türkleri ayrımcılığın hedefidir. Türkiye’de buna dün kadim ezilen halklar olarak Kürt halkı ve Aleviler üzerinden örnekler verilirken, artık Suriyeli, Afgan vd. göçmenler üzerinden de göçmen işçileri en ağır koşullarda sömürme örnekleri çoğalıyor.
Burada önemli olan, ayrımcılığın nedenidir. Günümüzde ezen-ezilen denklemini kuran kapitalist sistemin varlığını sürdürdüğü koşullarda, ayrıcalıkları olsa dahi Fransız işçiler de sömürü çarklarında ezilenler safındadır. Dolayısıyla tüm işçi ve emekçilerin ortak çıkarı, göçmen işçiler ile bu işçilerin yaşadıkları ülkelerin yerli işçilerinin sınıf mücadelesinde birleşmesidir. Fransız burjuvazisi işçiler arasında alt kimlik bölünmelerinden faydalanarak öfkeyi kendisinden öteye yönlendiriyorsa, sınıf devrimcilerine düşen görev öfkeyi asıl düşmana geri çevirebilmektir. İşçi ve emekçilere yönelik ayrımcılık yapan da buna sessiz kalan da burjuvazi ve onun devletidir.
Fransız işçiler bugün bu sistemi aşamadıkları yerde, onun parçası olmaya sürükleniyorlar. Ama emeğini satmak zorunda olanlar arasında bir ayrımcılık olamaz. İşçi sınıfı sermayenin sahte ayrımları karşısındaki pratiğiyle ve doğal bilinciyle bunu çok kez göstermiştir. Fransa’daki son genel grevler bile bunun en güzel örnekleriyle doludur. Grevci işçiler arasında göçmenlerin sayısının azımsanmayacak kadar çok olması bir tesadüften kaynaklanmıyor. Keza Fransız işçilerin göçmen işçilerle grevde birleşmesi de şaşırtıcı değildir. Sınıf devrimcileri olarak bulunduğumuz her ülkede ayrımcılığın sınıfsal temelini gösterip, işçi sınıfının gücüne yaslanarak bu temeli yerle bir etmek başlıca sorumluluklarımızdan biridir.