Dinsel gericiliğin “fıtratı” emperyalizme hizmettir!

Suudi Arabistan-Türkiye-Katar-Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) Suriye halklarına karşı birlikte suç işlediler. Cihatçı terörün Suriye’yi kasıp kavurması için ellerinden geleni artlarına koymadılar. Ancak hezimete uğrayınca iki kampa ayrışıp çatışmaya başladılar. Bir tarafta AKP-saray rejimi ve Katar, diğer tarafta Suudi Arabistan, BAE ve Mısır…

  • Kızıl Bayrak yazıları
  • |
  • Dünya
  • |
  • 12 Temmuz 2019
  • 18:46

Emperyalistlerin dinci akımları kirli ve kanlı işler için kullanmaları Vahabiliğin ortaya çıktığı döneme kadar uzanır. İngiliz sömürgeciliğinin organize ettiği Suudi Arabistan’ın kuruluşunda Vahabiler, El Suud kabilesiyle birlikte “asli unsur”du. Günümüzde El Kaide-IŞİD gibi dinci-terör örgütlerince temsil edilen Vahabilik, ortaya çıkış anından bu yana emperyalistlerle işbirlikçilerine hizmet etmiş, etmeye devam ediyor.

Türkiye’de CIA rehberliğinde Komünizmle Mücadele Dernekleri kuranlar, Endonezya’da komünistlerin toplu kıyımında tetikçilik yapanlar, Suriye’de mezhepçi terör estirenler, Filistin Kurtuluş Örgütü’ne alternatif diye sahaya sürülenler vb. hep siyasal İslamcılardı. Son yıllarda bölgesel felaket boyutuna ulaşan dinci-terörün temeli ise, CIA-Pakistan istihbaratı tarafından Afganistan’da atıldı. Suudi Arabistan’daki ortaçağ artığı rejim ise onun hem ideolojik beslenme kaynağı hem finansörü oldu.

Afganistan’dan cihatçı terörün örgütlü saldırıya geçmesinin üzerinden 40’ı aşkın yıl geçti. Bu ülke halen emperyalist işgalcilerin postallarıyla çiğneniyor yıkım, savaş, katliam gibi felaketler ise devam ediyor. Bir veba gibi taşınan cihatçılık onlarca ülkeye yayıldı. Pakistan, Cezayir, Irak, Suriye, Yemen, Libya, çok sayıda Afrika ülkesi halen bu vebanın bedelini ödüyor.

***

Emperyalist ve siyonist güçlerin yeni dönem hesapları gereğince, 80 ülkeden devşirilen tetikçiler 2011’de Suriye üzerine salındı. Bu caniler ordusunu içeride Müslüman Kardeşler’in artıkları kucaklarken, finansörler yine başta Suudi Arabistan başta olmak üzere Körfez şeyhleri oldu. Osmanlıyı hortlatma heveslerine kapılan AKP şefleri, “beklenen gün gelmiştir” diyerek bu yıkıcı savaşa balıklama daldılar.

Şam’daki Emevi camisinde namaz kılma hayalleri kuran Tayyip Erdoğan ve müritleri Suriye’yi yakıp yıkan bu cihatçı vebanın hamisi, organizatörü, lojistik destekçisi oldular, TIR filolarıyla silahlar taşıdılar. Son aşamada ise Türk ordusu ile cihatçı terör taburları aynı mevzide buluştu. Efrîn işgalinde kalkan olarak kullanılan cihatçılar, İdlib’i ilhak etme heveslerinin de esin kaynağı. Ne de olsa din uğruna cihat ettiklerini söyleyen bu çetelerin misyonu, kendilerini besleyenler adına tetikçilik yapmaktan, bu uğurda insanlığa karşı ağır suçlar işlemekten ibarettir.

***

Emperyalist ve siyonist güçlerin “ılımlı İslam projesi”nin dolaysız ürünü olan AKP-saray rejimi, cihatçılarla aynı ideolojik kaynaktan besleniyor. Nitekim IŞİD barbarlığını savunan dönemin AKP’li Başbakanı Ahmet Davutoğlu, “Bunlar terörist değil öfkeli Sünni gençler” diye vaaz verebiliyordu. Bu zihniyeti temsil eden AKP-MHP koalisyonu ile dinci-terör örgütleri organik bir bütünün parçaları haline geldiler.

Suriye’de dinci rejim kurma hayalleri çökünce Efrîn’i işgal eden saray rejimi, İdlib’e de göz dikti. Fırat’ın batısını ilhak edebilmenin tek dayanağı, cihatçı örgütler olabilirdi. Rusya ile anlaşma yapmasına rağmen cihatçıları koruma ısrarı, AKP-MHP koalisyonunun bu aparatlarından vaz geçmek istemediğini kanıtlıyor. Türkiye’nin desteğine rağmen cihatçıların İdlib’de uzun süre barınmaları kolay değil. Zira Suriye ile müttefikleri gecikmeli de olsa İdlib’i cihatçılardan arındırma harekatını başlattılar.

Suriye’nin İdlib’i temizleme harekatını sınırlasa da Rus emperyalizmi de bu kentin cihatçılara bırakılmasından yana değil. Saray rejimini sıkıştıran da Rusya’nın bu tutumudur. Bu durumda elde kalan tek seçenek, cihatçıları Libya’ya transfer etmektir. Nitekim bizzat Vladimir Putin İtalya ziyareti sırasında bu transferden söz etti.

***

Suudi Arabistan-Türkiye-Katar-Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) Suriye halklarına karşı birlikte suç işlediler. Cihatçı terörün Suriye’yi kasıp kavurması için ellerinden geleni artlarına koymadılar. Ancak hezimete uğrayınca iki kampa ayrışıp çatışmaya başladılar. Bir tarafta AKP-saray rejimi ve Katar, diğer tarafta Suudi Arabistan, BAE ve Mısır…

Bu rejimlerin tümü de Amerikancıdır, -Mısır dışta tutulursa- cihatçı terörün farklı fraksiyonlarını destekliyorlar. Libya son dönemde bu iki gerici odağın çatışma alanı haline getirilmişti. AKP-Katar Trablusgarp’taki İhvancı (Müslüman kardeşler) çetenin kurduğu El Serrac hükümetini desteklerken, diğer kamp Bingazi’deki General Halife Hafter çetesini destekliyor. Her iki taraf da dinci terörle iş birliği yapıyor, cihatçıları pervasızca kullanıyor.

Böyle bir aşamada İdlib’deki cihatçıları Libya’ya transfer eden AKP-MHP koalisyonu ülkeyi mahveden savaş bataklığını daha da derinleştiriyor. Saray rejimi bu hamle ile hem cihatçılarını “kurtarıyor” hem zayıf düşen İhvancı çeteyi takviye ediyor. Ancak aynı zamanda Libya bataklığına da dalıyor.

Libya’nın bazı bölgelerinde halen cihatçılar hakim. Zira ne İhvancı hükümet ne de General Hafter o bölgelerde etkili olabiliyor. İki taraf arasında savaş devam ederken, cihatçıların etkinliği artıyor. Libya’yı kaosa sürükleyen emperyalistler ise hem iki tarafa silah satarak hem de ülkenin kaynaklarını yağmalayarak yıkımın durdurulmasını engelliyorlar.

Savaş aygıtı NATO’nun yedi ay süren bombardımanıyla Kaddafi yönetimi yıkıldıktan sonra tam bir kaosa sürüklenen Libya, dinci-silahlı çeteler tarafından parsellendi. Ancak Libya halkı bu çetelerin umurunda değil, zira tümü emperyalistlerle işbirlikçilerinin hizmetindedir. Libya’da, kaosun bitmesi bir yana, yıkıcı savaş tüm şiddetiyle sürüyor. Onlarca ülkede olduğu gibi cihatçılar halk için yaşamın cehenneme çevrilmesinde birinci dereceden rol oynayarak, emperyalistlere hizmet etmeye devam ediyorlar.