Dinci-faşist iktidarın zor dönemi

AKP-MHP faşist bloğu çok yönlü krizin şiddetlenmesine ve derinleşen açmazlarına bağlı olarak işbirlikçi sermayenin ve emperyalist odakların önüne koyduğu neo-liberal saldırı politikalarını daha sert bir şekilde uygulamak zorunda kalacaktır. Bu da sınıfa ve emekçilere ödetilecek olan faturanın daha da ağırlaşacağı anlamına gelmektedir. Buna devletin çıplak zoru eşlik edecektir. Dolayısıyla günün acil görevi, emeğin korunması mücadelesini siyasal hak ve özgürlüklerin elde edilmesi mücadelesiyle somutlamak ve bunu emperyalizme karşı mücadeleyle birleştirmektir.

  • Kızıl Bayrak yazıları
  • |
  • Güncel
  • |
  • 07 Haziran 2019
  • 06:55

Emperyalist merkezler ve onlarla tam uyum içindeki büyük burjuvazi tarafından iktidara taşınan AKP, sunduğu paha biçilmez hizmetlerin sonucu olarak efendileri tarafından yıllarca desteklendi. Kendi özel çıkar ve hedeflerine yürümede ölçüleri aşmaya ve dolayısıyla sorunlar yaratmaya başladığında dahi had bildirmenin yanı sıra destek verilmeye devam edildi. Zira tüm arayışlara rağmen, Erdoğan ve AKP’si dışında burjuvaziye daha iyi hizmet edebilecek alternatif bulunamamıştı.

Emperyalizmin ve büyük burjuvazinin her türlü desteğini arkasına alarak, “yeni Türkiye” adıyla ambalajladığı tek adam rejimini kurmakta önemli mesafeler alan AKP, gelinen aşamada ülkeyi hemen bütün alanlarda tam bir batağa saplamış ve kendisi de bunaltıcı bir çıkmazla yüz yüze kalmış durumdadır. Ağır bir ekonomik-mali krizin pençesinde bulunması, TÜSİAD şahsında büyük burjuvaziyle ve emperyalist merkezlerle gerilimli ilişkiler yaşaması, toplum nezdinde meşruiyetini ve kitle desteğini yitirmesi vb. olgular dinci-faşist iktidarın açmazlarını ve çaresizliğini daha da derinleştirmekte, onu işbirlikçi burjuvaziye ve emperyalist odaklara daha fazla mecbur hale getirmektedir.

Tüm öteki tartışma konularına rağmen AKP Türkiye’sinin gündeminde giderek ağırlaşacağı genel kabul gören ekonomik kriz var. Tek başına ekonomik de değil, sosyal, siyasal ve kültürel boyutlar da taşıyan çok boyutlu bir kriz gerçeğidir söz konusu olan. Dolayısıyla çok yönlü kriz karşısında bunalan, içerde ve dışarda sayısız sorunun ağırlığı altında ezilen AKP-MHP faşist iktidar bloku aynı zamanda temel önemde yapısal zayıflıklarla da yüz yüzedir. Tüm bunların birleşik etkisiyle Türkiye, gerilimlerle, belirsizliklerle ve açmazlarla dolu bir sürece doğru ilerlemektedir. Gelişmelerin nereye varacağı ise bir dizi iç ve dış etkenin sonucu olarak belirsizliğini korumaktadır.

Emperyalistler ve TÜSİAD başta olmak üzere her çevreden sermaye odakları AKP iktidarının içinde bulunduğu durumu, Tayyip Erdoğan’ı ve iktidarını terbiye etmenin ve ona boyun eğdirmenin olanağı olarak değerlendirmek çabasındadırlar. Kamuoyu önünde yapılan açıklamaların hedefi budur.

Emperyalizm ve büyük burjuvazi karşısındaki çaresizlik

TÜSİAD başta olmak üzere tüm büyük sermaye çevrelerinin yanı sıra batılı emperyalistler de AKP iktidarına bir dizi dayatmalarda bulunmaktadırlar. Uluslararası finans kapital ve TÜSİAD gibi aktörlerin istediği şey, “yapısal ekonomik reformlar”ın bir an önce uygulanmasıdır. Erdoğan ve iktidarının ise sermaye kodamanlarının isteklerini yerine getirmekten başka bir seçeneği olmadığı kesindir. TÜSİAD ile kamuoyu önünde yaşanan “kavga” bu gerçeği değiştirmez. Yaşanan şey, büyük oranda sermayenin dayatmalarının Erdoğan tarafından seçimler sonrasına ertelenme isteğiyle ilgilidir.

Seçimler öncesi uygulanacak olan acı reçete, zaten büyük bir moral ve siyasal darbe yemiş, meşruiyeti sarsılmış olan AKP’nin 17 yıllık iktidarına ek bir darbe olacaktır. Zira uygulanacak olan kemer sıkma programının kapsamı ve acımasızlığı Erdoğan’ı daha büyük sorunlarla yüz yüze bırakabilir. Fakat büyük sermayenin beklemeye tahammülü yok gibidir. Bunun içindir ki TÜSİAD Yüksek İstişare Konseyi (YİK) toplantısında, Konsey Başkanı Tuncay Özilhan, kamuoyu önünde iktidarı eleştiren, yer yer tehdit eden bir konuşma yapmak yoluna gidebildi.

“Makroekonomik dengelerde uzun süredir devam eden bir bozulma”nın olduğunu ve bunun da 2007’de başladığını söyleyen Özilhan, “Üretim alanında başlayan bozulma finansal alana yayılıyor. Oradan kamu maliyesini etkiliyor ve dönüp tekrar reel sektöre geri geliyor.” belirlemesinde bulunuyor. Devamında, “Türkiye ekonomisinin gücü sayesinde on yıldır tolere edilebilmiş olan zaafiyet, artık … tüm kesimleri zorluyor.” Diyerek, dinci-faşist iktidara IMF’li ya da IMF’siz bir istikrar programı dayatıyor. Dayatılan yapısal reform programının uygulanmadığı durumda ise on yıldır “tolere edilen” sorunlara artık tahammül edilmeyeceği tehdidinde bulunuyor.

TÜSİAD’ın bu çıkışı karşısında adeta çileden çıkan Erdoğan, yapılan eleştirileri ve diplomatik tondaki tehdidi yanıtlarken, “Daha bir hafta önce ziyaretime geldiniz. Sizlerle biz neleri konuştuk? Bir hafta geçmeden yaptıkları açıklamalara bak.” biçiminde sitem dolu bir tonla hayal kırıklığını dile getirerek, kapalı kapılar arasındaki kirli pazarlıkları hatırlattı. Hırsını alamayan Erdoğan, Özilhan’ı hedef aldığı konuşmasının devamında, “Beyefendi, 12 yıl önce kişi başına milli gelir neydi, bugün ne? Sen o gün ekonomik olarak neredeydin, bugün neredesin? O günden bugüne firman ne kadar büyüdü? Arkadaşların ne kadar güçlendi? Onu hiç masaya yatırmıyorsun.” diye soruyor. Ardından, “Ben sizin 12 yıl önce durumunuzu, bugünkü durumunuzu da biliyorum. Yeri gelirse bunu teşhir ederim.” tehdidi savurmayı da ihmal etmiyor.

TÜSİAD’a 2,5 milyonluk istihdam seferberliğine niye destek vermediği sorusunu yönelttikten sonra, “Dev fabrikalarınız var, holdingsiniz 5-10 işsiz insanı alsan ne olur” yalvarışlarda bulunuyor ve TÜSİAD’a bunları niye dert etmediği gibi budalaca sorular soruyor.

İstanbul seçimlerinin yenilenmesi kararının ardından büyük sermayenin temsilcisi TÜSİAD ile iktidar arasında yaşanan “kavga”nın nereye varacağı bilinmez. Fakat Erdoğan/AKP iktidarının sıkışmışlığı bundan ibaret değil. Onun karşı karşıya kaldığı açmazlardan ve yaşadığı gerilimlerden biri de emperyalistlerle ilişkiler alanıdır. Bunun güncel boyutu ise ABD ile yaşanan S-400 krizidir. ABD, Türkiye’nin Rusya’dan S-400 alımını engellemek istemekte ve bu konuda kararlılık sergileyerek, ekonomik ve siyasi alanda şantaj ve tehdidin dozunu yükseltmektedir. Buna, Türkiye’nin İran’a dönük ambargoya uyması gerektiği de eklenmektedir. Bunlar karşısında Erdoğan AKP’si boş böbürlenmeler, tiksindirici yalanlar eşliğinde İran ambargosuna uymayacaklarını tekrarlayıp durdu. AKP sözcüleri pabucun pahalıya paylayacağını gördüklerinde ise “doğru bulmasak da müttefikimiz ABD’nin kararına saygı duyacağız” ve yaptırımlara uyacağız demek zorunda kaldılar, İran’dan petrol almayı durdurdular. Böylece ABD karşısındaki efelenmelerin iç kamuoyuna yönelik mide bulandırıcı bir bayağılıktan ibaret olduğunu da itiraf etmiş oldular. S-400’ler konusunda ise hummalı bir kirli pazarlık içinde oldukları biliniyor.

Erdoğan iktidarı, Amerikan emperyalizminin Ortadoğu’da bölge halkları için ürkütücü sonuçlar yaratan saldırganlığına tetikçilik yaptı ve emperyalizme hizmette en kudurgan bir çizginin temsilcisi oldu. Gelinen aşamada sefil bir iflasla karşı karşıya kalmış durumdadır. Bunun sonucu olarak emperyalist hegemonya kavgasından yararlanmak adına ABD ve Rusya arasında rezilliğin her türünü sergilemesine yol açan bir çaresizlik içindedir. Bölge politikasını Kürt sorunu üzerinden şekillendirmek yolunu tuttukça daha da batmaktadır.

Zaman zaman ABD ve batılı emperyalistlerle yaşanan gerilimlere ve boş böbürlenmelere rağmen AKP ve işbirlikçi Türk devletinin yaslanacağı tek gücün, her şeye rağmen yine de ABD ve batılı emperyalistler olacağı ortadır. Nitekim ABD ve müttefikleri, Erdoğan iktidarının bir süreden beridir kendilerine yaltaklandığını, ilişkileri onarmak ve onlardan destek almak için olmadık taklalar attığını görmektedirler. Dolaysıyla bir zamanlar “Büyük Ortadoğu Projesinin Eşbaşkanlığı”na kendini kaptıran “Reis”in ipleri bir kez daha batılı emperyalizmin elindedir.

Erdoğan AKP’sinden emperyalizme ve TÜSİAD’a yaltaklanma

Ekonomik kriz altında bunalan, içte ve dışta sayısız sorunlar altında ezilen AKP, içte TÜSİAD kodamanlarına dışta ise emperyalist efendilerine hizmet etmek, onların dayatmalarına boyun eğmek zorundadır. Açıklanan Yargı Reformu Stratejisi bunun güncel adımlarından biridir.

Erdoğan, açıkladığı strateji belgesinin, sonraki reform hazırlıklarının başlangıcı olarak görülmesi gerektiğini hatırlatarak, “Biz bu reformları AB istediği için değil, milletimizin ihtiyacı olduğu için ... hayata geçiriyoruz” diyor ve “AB kriterleri gözetilmiş olmakla birlikte ülkemizin demokrasi, adalet ve insan hakları talepleri göz önüne alınmıştır. … Adaletin küçüldüğü yerde zulüm büyüyor demektir.” arsızlığını gösterebiliyor. Devamında, “Amacımız tüm kurumlarımızın ifade özgürlüğüne, özgürlükleri kısıtlayan tüm uygulamalara karşı duyarlı olmalarını sağlamaktır.” biçiminde tiksindirici yalanlar söylüyor ve “AB’ye bağlılığımızı da ifade etmiş oluyoruz.” diyerek emperyalistlere öpücük gönderiyor.

Yargı Reformu Strateji Belgesi’nin iki temel anlayış üzerine oturduğunu belirten Erdoğan, “Birincisi hak ve özgürlüklerdir. … İkinci amaç, yargı bağımsızlığı ve şeffaflığının geliştirilmesidir” diye buyurmaktadır. Erdoğan tarafından açıklanan Yargı Reformu Strateji Belgesi’nde sıralanan vaatlere inanılacak olursa, dinci-faşist iktidar, ülkeye demokrasi getirecek, “milletimizin ihtiyacı” olan adımları atacaktır.

Oysa söz konusu olan gerçekten de TÜSİAD’ın istemlerinden birinin daha hayata geçirilmesinden başka bir şey değildir. Erdoğan, özgürlük, demokrasi, adalet ve insan hakları talepleri göz önüne alınmıştır bayağılığını sergileyerek, AB-TÜSİAD’ın istediği “Yargı Reformu Stratejisi”nin “başlangıç adımlarını” açıklamış oluyor. Neo-liberal programın uygulanacağı konusunda AB ve TÜSİAD’a güvenceler veriyor.

Dolayısıyla söz konusu belge, kriz karşısında başta uluslararası finans çevreleri olmak üzere sermaye kodamanlarına ve batı emperyalizmine hizmete devam edileceğine ilişkin güvence belgesidir. İstanbul seçimleri öncesinde açıklanan bu belgenin, yargının yerlerde süründüğü, yargıya güvenin kalmadığı bir dönemde “özgürlük, adalet, demokrasi ve insan hakları” sosuyla hazırlanıp kamuoyuna sunulmuş olması elbette ki aynı zamanda seçim vaadi olarak da kabul edilmektedir.

AKP-MHP faşist bloğu çok yönlü krizin şiddetlenmesine ve derinleşen açmazlarına bağlı olarak işbirlikçi sermayenin ve emperyalist odakların önüne koyduğu neo-liberal saldırı politikalarını daha sert bir şekilde uygulamak zorunda kalacaktır. Bu da sınıfa ve emekçilere ödetilecek olan faturanın daha da ağırlaşacağı anlamına gelmektedir. Buna devletin çıplak zoru eşlik edecektir. Dolayısıyla günün acil görevi, emeğin korunması mücadelesini siyasal hak ve özgürlüklerin elde edilmesi mücadelesiyle somutlamak ve bunu emperyalizme karşı mücadeleyle birleştirmektir.