ABD ile Türkiye arasında rahip Brunson davası bahanesiyle gündeme oturan siyasal kriz yeni yaptırımlarla derinleşiyor. İçişleri Bakanı Süleyman Soylu ve Adalet Bakanı Abdülhamit Gül’e yaptırım uygulanması hamlesinden sonra ABD, Türkiye’den ABD’ye ithal edilen çelik için alınan vergiyi yüzde 25’ten yüzde 50’ye çıkaran kararı yürürlüğe soktu. Son olarak ABD Başkanı Donald Trump, F-35’lerin Türkiye’ye gönderilmesini askıya alan Savunma Bakanlığı Bütçe Yasası’nı imzaladı.
Buna göre ABD Savunma Bakanlığı’nın 90 gün içinde Türkiye-ABD ilişkilerinin durumuna yönelik bir raporu Kongre’ye sunması isteniyor. Rapor sunulana kadar, F-35 uçaklarının Türkiye’ye transferine sınırlama getirildi. Trump ve sözcüleri, rahip Brunson serbest bırakılmazsa daha sert ve daha ağır yaptırımlara başvurmaya devam edeceklerini dile getiriyorlar.
Türkiye’nin bu yaptırımlara karşılığı ise öncelikle ara bulma çabaları oldu. ABD’ye hemen heyet gönderildi ama heyet eli boş döndü. Dışişleri bakanlarının görüşmelerinden de bir şey çıkmadı. Devamında tribünlere yönelik hamaset dolu sözler eşliğinde, ABD ürünlerine göstermelik boykot ve ABD menşeli bazı ürünlerin ithalatında ek vergi yükümlülüğü gündeme getirildi.
İlişkileri onarma çabalarının en ilginci ise Erdoğan’ın vakti zamanında “haddini bilmesi” gerektiğini söylediği ve editörlerine “ücretli şarlatanlar” dediği New York Times gazetesine yazdığı makaleydi. Erdoğan, dünya kamuoyu önünde, kendisine yönelik eleştiriler nedeniyle hedef aldığı bir gazetede, ABD ile ilişkileri bitirmek istemediğini, bir çözüm arayışında olduğunu hiç olmadığı kadar diplomatik bir dille ifade etti. Diplomatik dilden arındırıldığında bu makalede Erdoğan’ın ABD’ye biatını yinelediği tüm açıklığıyla görülmektedir.
Kuşkusuz içerideki “efelenme politikasına” malzeme olacak “kendi göbeğini kesme” türünden kimi vurgular da olmakla birlikte makalede esas olarak ABD’ye şimdiye dek yaptıkları hizmetlerden bahseden Erdoğan, sadakatlerini hatırlatmış, kendilerinden vazgeçilmemesi gerektiğini vurgulamıştır. Neden sorunlu hale geldiklerinin izahatı da Erdoğan tarafından mağdur bir “dostun” serzeniş diliyle ifade edilmiştir. Yine makalede bu sorunlu durumun uzamaması gerektiğine vurgu yapılarak, konu fazla uzarsa “yeni dost ve müttefikler aramaya başlamamız gerekecektir” denilmiştir. Bunu, son kozunu -gerçekleşmeyeceğini bile bile- ortaya koyan köşeye sıkışmış birinin feryadı olarak okumak gerekmektedir. Erdoğan çaresizdir, ABD yaptırımlarına ne ciddi bir karşılık verebilir ne de şu içinden geçilen ekonomik ve siyasal kriz sürecine dair çözücü bir adım atabilir haldedir.
Öte yandan ABD emperyalizmine göbekten bağlı Türk sermaye devleti gerçekliğinde farklı arayışlar güzellemesinin kimse için inandırıcılığı yoktur. ABD emperyalizmiyle girilen çok yönlü bağımlılık ilişkilerinde belli zamanlar pürüzler çıkmıştır ama bu krizler her zaman için Türkiye’nin eninde sonunda ABD’nin istediği çizgiye gelmesiyle sonlanmıştır. Örneğin 1964’te Türkiye’nin Kıbrıs’a askeri harekât düzenleme isteği karşısında dönemin ABD başkanı Johnson tarafından dönemin başbakanı İsmet İnönü’ye yazılan uyarı mektubuna verilen “Yeni bir dünya kurulur. Türkiye de o dünyada yerini alır” yanıtı ne denli karşılıksız kalmışsa, bugün Erdoğan’ın söylediği “yeni dost ve müttefikler arama” tehdidi de o kadar karşılıksız kalmaya mahkûmdur. Emperyalizmle kurulan bağımlılık ilişkilerinde Türkiye gibi bağımlı bir ülkenin tercih lüksü yoktur. Türkiye siyasetine gerek darbelerle gerekse başka operasyonlarla şekil verildiğini, ülkenin başına geçmek için ABD’den icazet almak gerektiğini bizzat kendi iktidar yolunun açılmasının ABD ile ilişkileri sayesinde mümkün olduğunu yine en iyi bilen Erdoğan’dır.
Erdoğan’ın Türkiye’nin jeopolitik avantajlarını, pazarını, ucuz işgücünü ve askerini pazarlayarak, kendi oyun alanını büyütmek ve de batılı emperyalist efendileri nezdinde azalan primini yükseltmek adına yaptığı kimi manevralar ve güttüğü pragmatik politika boşa düşmektedir. Özellikle Brunson davası üzerinden gelişen süreçte ABD ile yaşanan siyasal kriz Türkiye kapitalizminin tekleyen ekonomisine daha ağır darbelere vesile olmaktadır. Zira burada yaptırım gücü olan, emperyalist bir güç olarak ABD’dir. Gelinen yerde dövize muhtaç hale gelmiş, her yönüyle dışa bağımlı, yeraltı ve yerüstü zenginlikleri uluslararası sermayenin talanına açılmış, sıcak para girdisi olmadığında nefes alamayacak haldeki Türkiye ekonomisi fazlasıyla kırılgan haldedir ve bu, Erdoğan’ın sözde efelendiği emperyalistlere muhtaçlığını daha da arttırmaktan başka bir şey getirmemektedir. Erdoğan’ın makale yazdığı New York Times’ın bir başyazısında, ABD’nin Erdoğan’a karşı kullanabileceği daha çok ekonomik kozu olduğunu ve Türkiye’nin Uluslararası Para Fonu’ndan (IMF) kurtarma paketi isteme ihtimalini, ABD’nin fonda etkili bir veto gücü olduğunu hatırlatması da bundandır.
Daha geçen ay Trump’la el ele fotoları medyanın başköşelerinde bir başarı öyküsü olarak sunulan Erdoğan, bugün yaşanan siyasal krizi aşmanın en başta kendi çıkarı açısından gerekli olduğunun farkındadır.
Brunson krizinin ilelebet sürmeyeceği ortadadır. AKP’li “gazeteci” Abdulkadir Selvi Hürriyet’teki yazısında “Çavuşoğlu, ‘Brunson’ın durumunda bir değişiklik yok’ dedi, ama güvenilir bir kaynak, haftasonuna bakmamı işaret etti” diyerek bunun sinyalini vermektedir. İçeride efelenmeleri abarttıkları için rahibi birden bırakmayı kendi tabanına anlatmaları kolay olmayacağından “Türkiye’de bağımsız yargı”ya gölge düşürmeyecek bir formül peşindedirler. Bu çerçevede yine bir NATO ülkesi olan Yunanistan’la bir başka siyasi krize neden olan iki Yunan askerinin tutuksuz yargılanmak üzere serbest kalması da bu hesaplarla atılmış bir “iyi niyet” adımı sayılabilir.
Brunson krizinin arka planında yer alan esas sorunlar olarak Türkiye’nin İran’a yönelik ambargoya uyması, Rusya’dan S-400 füzeleri almaktan vazgeçmesi gibi ABD’nin öncelikli taleplerine nasıl yanıt verileceğini ise önümüzdeki süreçte göreceğiz.