Sistemdeki çürüme öyle bir noktaya vardı ki yakın zamana kadar saray beslemesi olan bir ‘gazeteci’ durumu “lağım patladı” diye tanımladı. Kendisi de lağım içinde semiren biri tarafından yapılan bu tanım, Perinçekçi dalkavuklar desteğindeki AKP-MHP rejimine ayna tutuyor. Çünkü rejimin neresine dokunulsa etrafa pislik yayılıyor.
AKP iktidarı 7 Haziran 2015 seçimlerinde hezimete uğradıktan sonra toplumsal meşruiyetini yitirdi. Altı yıldır hile, yalan, aldatmaca ve zorbalıkla ayakta duruyor. Dış politikada yayılmacılığı, iç politikada zorbalığı esas alan AKP-Erdoğan iktidarı çeteleri ve mafyatik örgütleri bünyesine kattı. Bu çarkın finansmanı ise rant, talan, yağma, gasp, haraç gibi gayrı meşru yollarla sağlandı. Bu sarmal, zaten kokuşmuş olan rejimi tepeden tırnağa çürüttü. Çeteleri kullanan rejimin kendisi çeteleşti. Böylece saray etrafında toplanan mafyatik örgütler, reisleri Tayyip Erdoğan’ın rehberliğinde ülkenin üstüne “çöktüler”.
Çürüyen düzen-çeteleşen devlet gerçeği daha önce de bir sır değildi elbette. AKP-MHP koalisyonunun mafyatik bir rejim kurduğu, icraatlarından belliydi. Buna rağmen sistemin içinden biri olan ve birçok suça ortaklık eden Sedat Peker’in ifşaatları, çürümenin bilinenin de ötesinde olduğunu gözler önüne serdi. Her ifşaatla ortalık pislikle kaplanırken, suçluların Tayyip Erdoğan’ın en yakınındaki kişiler olması saray rejimini köşeye sıkıştırdı. Pişkinlikle mevkilerinde oturmaya devam etseler de işlerin eskisi gibi devam etmesi mümkün değil.
AKP-MHP iktidarı yaşadığı sıkışmayla eş zamanlı olarak şeriatçı dayatmalara ağırlık vermeye başladı. Faşist zorbalık, çürüme ve çeteleşme, ilkel şeriatçı dayatmalar… Bunlar halihazırda rejimin üç temel ayağıdır. Bunun son örneği, Diyanet İşleri Başkanlığı (DİB) Din Hizmetleri Genel Müdürü Bünyamin Albayrak’ın, şehirlerarası otobüslerde molaların namaz vakitlerine göre ayarlanması talebi oldu.
Rejimin aparatı olan Diyanetin şefleri yolsuzluğa, zorbalığa, kadın cinayetlerine, çocuk istismarına, çeteleşmeye, sarayda “kadın taciri” istihdam edilmesine, yağmaya ve talana, işsizliğe ve yoksulluğa karşı değiller. Bu ve benzer şeylere hiçbir itirazları yok. Bu pislikler onlar nezdinde “ulvi, ahlaki” şeyler olsa gerek. Artık en büyük dertleri, şehirlerarası yolculuk sırasında müminlerin ibadet hakkının gözetilmesidir.
Saray rejiminin politik ihtiyaçlarına göre hareket Diyanetin gündeme getirdiği şehirlerarası otobüslerde molaların namaz vakitlerine göre ayarlanması talebi, şeriatçı dayatmaların devam edeceğine işaret ediyor. Görünen o ki, iktidar pisliğe battıkça, şeriatçı dayatmaları da hayatın farklı alanlarında gündeme getiriyor. Son süreçte topluma dayatılanların listesine bakıldığında, çürüme ile şeriatçı dayatmalar arasındaki bağ daha da belirginleşiyor.
Kapanma süresince içki satışı yasaklandı. Kamuya ait tesislerde içki satışı yasaklandı. Tecavüzcülerin tutuklanmasını zorlaştıran yasa teklifi Meclis gündemine getirildi. Müzik yasakları dayatıldı. 1+1 ve 1+0 dairelerin projelere dahil edilmesi yasaklandı. AKP şefinin kararıyla devlet İstanbul Sözleşmesi’nden çekildi. Mahkemeler kadın katilleri ve tecavüzcüleri pervasızca koruyup kollamaya başladı. Karma yurtlar ve birçok yerde karma plajlar kaldırıldı. “Sıbyan mektebi” adı altında küçük çocuklar tarikatların karanlık dehlizlerine atıldı vb… Liste uzayıp gidiyor.
Bu icraatların özellikle son dönemde yoğunlaşması dikkat çekicidir. Yenilerinin gündeme gelmesi ihtimal dahilindedir. Görünen o ki kokuşmuş rejim ortalığa saçılan pisliklerini “şeriat şalı” ile örtme telaşında. Bu işin bir tarafında Diyanet, diğer tarafında AKP şefi var. Reisleri saraylarında lüks ve sefahat sürerken, Diyanet ise sayısı 130 bini aşan personeli için beş yıldızlı lüks otellerle tatil pazarlığı yapıyor. Diyanet’in Antalya’daki beş yıldızlı bir otelle indirim protokolü imzaladığı bildirildi. Buna göre personel, “Diyanet’e özel indirimli fiyat”la, kişi başına geceliği 929 lira karşılığı konaklayabilecek. “Yerli ve milli” mafyatik yağma ve talan düzeni, Diyanet’i de iliklerine kadar çürütmüş görünüyor. Tüm etkinliklerini beş yıldızlı otellerde yapan bu kurum her yönüyle kokuşmuş saray rejimiyle bütünleşmiş görünüyor.
İşçi sınıfı ile emekçilere işsizliği, yoksulluğu, sefaleti, kölece çalışmayı reva gören sermaye, sömürü düzenini böyle bir iktidarla idare ediyor. Bu tabloda sermayenin egemenliğinden, kokuşmuş rejiminden, çürümüş Diyanet’inden kurtulmadan emekçilerin gün yüzü görmeleri mümkün değil.