İşbirlikçi tekelci burjuvazi adına ülkeyi yöneten AKP, başta Kürt halkı ve hareketi olmak üzere, işçilere, emekçilere, sola ve her türlü toplumsal muhalefete karşı dizginsiz bir kudurganlık ve zorbalık sergiliyor. Bu saldırganlığın 7 Haziran seçimlerinden hemen sonra başladığı biliniyor. 7 Haziran sürecinde başkanlık sistemi hayalini hayata geçirmek için çırpınmış, fakat hüsrana uğramıştı.
"Çözüm ve barış süreci" aldatmacasını kendisi için bir imkana çeviren ve yıllarca bunun yararlarını fazlasıyla gören AKP iktidarı, 7 Haziran seçimlerinin ardından "çözüm ve barış masasını" devirerek Kürt halkına karşı dizginsiz bir kirli savaş saldırısını başlatmış, 1 Kasım seçimlerinde ise arzuladığı sonucu elde etmişti. Tüm bunların AKP’yi daha da pervasızlaştırdığını ve ona yeni hamleler yapma olanağı sağladığını biliyoruz. 7 Haziran seçimlerinin ardından tırmanışa geçen devlet terörü dizginlerinden boşalarak yayıldı ve derinleşti. Emperyalist merkezlerin onay ve desteğiyle Kürt kentlerinin "terör" demagojisiyle aylarca bombalanarak yerle bir edilmesi, yüz binlerce insanın evini terk etmek zorunda bırakılıp, yüzlerce sivilin katledilmesi zorbalığın dehşet verici boyutları olarak yaşandı.
Rejim; zorbalığı ve saldırganlığı sistematik olarak tırmandırdı ve başarısız darbe girişimini ayrı bir imkana çevirerek zıvanadan çıktı. Bugün OHAL kapsamında çıkarılan KHK’lerle yönetilen, adeta yasa tanımayan, keyfi bir zorbalık ve terör rejimiyle yüz yüzeyiz. Erdoğan ve AKP’si devlet terörünü tırmandırmak dışında bir seçeneğe sahip değildir. 15 ajans, gazete ve derginin kapatılması, rektörlük seçimlerinin kaldırılması, Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi Eşbaşkanları’nın tutuklanması, Cumhuriyet gazetesi yönetici ve yazarlarının tutuklanması, yine bir gece yarısı polis operasyonuyla meclisin üçüncü büyük partisi olan HDP’nin eşbaşkanlarını ve 8 milletvekilini hızlı bir yargılama sonrasında tutuklaması sözü edilen devlet terörünün ve keyfi bir zorbalığın son halkaları olarak yaşandı.
Dış ve iç politikada saldırganlık
Türk sermaye devleti "Büyük bölge gücü" havalarında ve "yeni Oamanlıcılık" hayelleri çerçevesinde emperyalizmin taşeronu olarak Suriye’deki gerici iç savaşta en başından itibaren yer aldı. Ortadoğu halklarının başına emperyalistler tarafından musallat edilen IŞİD ile kirli ve karanlık ilişkiler içinde oldu ve onu Esad rejimine ve Kürtlere karşı her yolla destekledi. ABD’nin hizmetinde bir tetikçi olarak Ortadoğu’da saldırgan ve maceracı bir politika izledi. Gelinen aşamada AKP iktidarının izlediği dış politika hemen her alanda iflas etmiş, planları boşa düşmüş ve Suriye’de bir batağa saplanmış bulunuyor.
Suriye Kürtleri’nin kazanımlarını hedefleyen ve sözde "kahramanlıklara" konu olan Fırat Kalkanı operasyonu da üçüncü ayında bir batağa saplanmak üzere. Büyük gerilimlere konu olan Musul operasyonunun ardından başlatılan Rakka operasyonuna YPG’nin katılması Türkiye’nin “kırmızı çizgi” olarak tariflediği Afrin ve Kobanê kantonlarının El Bab üzerinden birleşmesi olasılığını tekrar gündeme getirmiş oldu. Özetle Türkiye’nin içeride ve bölgede izlediği Kürt politikası tam bir açmaz içerisine düşmüş bulunuyor. Dolaysıyla AKP’nin ABD’nin Kürt politikasına teslim olmanın dışında pek bir seçeneği bulunmuyor. Bunun ise sermaye devleti payına yeni açmazlar yaratacağı ise açık.
Tüm bu gelişmeler AKP iktidarını daha da kanlı bir mecraya sürüklenmek ve "son terörist kalana kada" naraları eşliğinde kirli savaşı tırmandırmak zorunda bırakıyor. Erdoğan hükümetinin, Kürt halkının Rojava’daki kazanımlarını engelleme yönündeki müdahaleleri, içerideki muhalefeti ezme girişimiyle el ele gitmektedir. Her yol ve biçimler içinde Kürt halkının haklarını inkar eden ve onun kazanımlarını tasfiye etmeyi amaçlayan sermaye iktidarı, aynı zamanda işçi sınıfının bütün haklarını, kazanımlarını, mevzilerini de birer birer söküp almaya, devrimci ve ilerici akımları ezmeye çalışmaktadır. Her alanda ve her açıdan zorlu bir döneme girilmektedir.
Emperyalist riyakarlık ve barbarlık
ABD’li ve Avrupalı emperyalist odaklar Cumhuriyet gazetesine, belediyelere ve HDP’ye yönelik zorbalığı ve tutuklamaları kınadılar ve sözde "büyük bir endişeyle" karşıladılar. ABD emperyalizmi, "Türk hükümetinin HDP liderlerini ve diğer milletvekillerini tutuklayıp, internete erişimi engellemesi dost ve müttefik olarak bizi derinden rahatsız etti" diye buyurdu. Emperyalizmin emrindeki BM, "Ancak yetkililerin attıkları adımların kabul edilebilirin ötesine geçmiş olabileceğinden endişe duyuyoruz" dedi. Gelişmeleri "şaşırtıcı" bulan Almanya, Türk hükümetine, "HDP yöneticileri ve partinin diğer üyeleri ile ülkedeki tutuklu diğer kişilerin adil şekilde yargılanması için" çağrıda bulundu. Fransa, Türkiye’yi ‘’hukukun üstünlüğü ile basın özgürlüğü de dahil olmak üzere temel hak ve özgürlüklere saygı duymaya’’ çağırdı. AB, endişesini, AP ise Türkiye'nin "çizgiyi aştığını" dile getirdi.
Tüm bunların ikiyüzlülükten ibaret olduğunu, tarihin en barbar emperyalist odakları olan bu haydutların hak ve özgürlüklerin, adalet ve hukukun düşmanı olduğunu biliyoruz. Hak, adalet ve özgürlük gibi konularda ABD ve batılı emperyalistlerin konuşma hakkı yoktur. Onların bu konularda sadece tarihsel değil, güncel sicilinde de barbarlık yazılıdır. Emperyalistler her zaman ve her yerde özgürlük değil, sadece egemenlik ve kölelik peşinde koştular. Kapitalist emperyalizmin bütün bir tarihi bunun tanığıdır. Dünya üzerindeki acımasız hakimiyetlerini korumak için dört bir yanında hakları gasp edip özgürlükleri boğan bizzat emperyalistlerdir. Halklara büyük sosyal, siyasal ve manevi acılar yaşatan, faşist rejimleri ve çürümüş diktatörlükleri iş başına getiren, onları koruyan ve destekleyen de onlardır.
Kendi emperyalist hakimiyeti uğruna en gerici, en ilkel, en vahşi Ortaçağ akımlarını, El Kaideler’i IŞİD’leri bizzat yaratan, eğitip yetiştiren ve halkların başına bela eden de, bizzat ABD’nin başını çektiği emperyalist odaklardır. "Teröre karşı önlemler" adı altında demokratik hakları sistemli bir şekilde budayarak polis devleti uygulamalarını Avrupa çapında yaygınlaştıran, olağanüstü haller ilan eden, yabancı düşmanlığını körükleyip, faşist akımların alttan alta desteklenip güçlenmesinin yolunu düzleyen de Avrupalı emperyalistlerdir. Türkiye’deki kanlı faşist darbelerin, on yıllar boyunca Kürt halkına karşı uygulanan zalimliğin ve imhaların, zindanlarda işlenen sayısız vahşi katliamların, ezilen mezheplere ve azınlıklara karşı sergilenen barbarlıkların, her türlü zulmün ve zorbalığın gerisinde de bu aynı emperyalistler vardı.
Tüm bu nedenlerle işçi sınıfı ve emekçi kitleler arasında anti-emperyalist bilinci sistematik olarak geliştirmek, sermaye devletinin toplumsal yaşamdaki zorbalığına ve dış politikadaki saldırgan ve savaşçı politikalarına karşı mücadeleyi emperyalizme karşı mücadeleyle birleştirmek özel bir önem taşıyor.