Türkiye kapitalizmini belirleyen çoklu krizler işçi sınıfının çalışma ve yaşam koşullarını günbegün ağırlaştırıyor. Hayat pahalılığı ve yoksulluk adeta kronikleşmiş bulunuyor.
Bu tablonun oluşmasının gerisinde on yıllardır uygulanan neoliberal saldırı programlarının yanı sıra, gerici-faşist rejimin son yıllarda devreye soktuğu ekonomi politikaları yer almaktadır. Orta yerde duran ekonomik-sosyal yıkımı, temel hak ve özgürlüklerin rafa kaldırılması ve faşist zorbalığın olağan hale getirilmesi tamamlamaktadır. Tüm bu sorunlar bir arada emekçileri soluksuz bırakmakta, gündelik yaşamı çekilmez kılan bu koşullar geleceğe dair ise derin bir belirsizlik oluşturmaktadır.
Çıkış arayışı ve işçi eylemleri
Bu ağır tablo, işçi sınıfı ve emekçilerin belli kesimleri arasında çıkış arayışını güçlendiriyor. İçerisine sıkıştırıldığı cendereden kurtulmak isteyen işçi sınıfı ve emekçiler, parçalı, kesintili ve lokal sınırlarda da olsa eylemli çıkışlarla tepkisini ortaya koyuyor. Seydişehir Eti Alüminyum, Özak Tekstil, Milat Halı, Kimpack Plastik, Tersan ve Cemre tersaneleri, Roniteks, CS Wind vb. üretim birimlerinde ücret zammı talebi ile gerçekleştirilen iş bırakma eylemleri; ekonomik istemler ve sendikal haklar temelinde devam eden grev ve direnişler (HT Solar, Erciyas Boru, Burda Bebek, Portakal Plastik vb.) sınıf içerisinde gelişen çıkış arayışının güncel örneklerini oluşturuyor. Bu tabloya kamu işçilerinin geçtiğimiz haftalarda gerçekleştirdiği “ek zam” eylemlerini ve sendikalı işletmelerde TİS süreçlerinden hoşnut olmayan işçilerin yer yer açığa çıkan sendika değiştirme eğilimlerini eklemek gerekiyor.
Başta ücret artışı olmak üzere, büyük oranda ekonomik-sosyal talepler üzerinden gelişen fabrika ve işyeri temelli mücadeleler, bağlanacak daha güçlü bir kanal bulamadıkları yerde kendi dar sınırları üzerinden “sonuçlar” üretip geri çekiliyorlar.
Bu böyle olmakla birlikte, bu sınırlarda gelişen işçi eylemleri dahi kapitalistleri, sermaye devletini ve sendikal bürokrasiyi fazlasıyla ürkütmüş görünüyor. Özak direnişi karşısında devletin yasaklama kararı alması ve gözaltı saldırısı, Akar Tekstil patronunun DERİTEKS Genel Başkanı’na silahlı saldırı gerçekleştirecek kadar pervasızlaşması, Harb-İş bürokratlarının, “ek zam” talebi ile sokak mücadelesini güçlendirmek isteyen işçileri devlet diliyle “terörist” ilan etmesi, sermaye-devlet-sendikal bürokrasi cephesinde korkunun büyüdüğünü gösteriyor. Bir bütün olarak sermaye düzeni, birikmiş onca sorun ve krizin ağır faturası altında ezilen işçi sınıfının, çakacak bir kıvılcımla harekete geçmesinden ürküyor. Korkularında haklılar da! Zira, işçi sınıfı içerisinde dipten gelecek güçlü bir dalganın kendi paylarına yaratacağı sarsıcı sonuçları sınıfsal içgüdüleri ve deneyimleri üzerinden biliyorlar. Bu nedenle her türden sınıf merkezli eylemi daha en başta bastırmaya ya da denetim altına almaya çalışıyorlar. Bu bağlamda, AKP’li Belediye Başkanı Fatma Şahin’in geçtiğimiz yıl Şireci Tekstil işçilerinin ortaya koyduğu direniş karşısında sarf ettiği şu sözler, işçi sınıfı içerisinde gelişen eylem ve direnişlerden duydukları korkunun itirafı niteliğinde idi:
“Bunun daha sonra domino etkisi yaparak organize geneline yayılması çok büyük bir tehlike idi. Çünkü üretimin devam etmesi gerekiyordu hem bu şehirde hem bu ülkede. Birçok gelebilecek tehlikeyi önlediğimize dair genel bir kanat var iş dünyasında.”
Greif kriterleri ile Greif’in izinden ileri!
Günbegün ağırlaşan çalışma ve yaşam koşulları karşısında emekçiler içerisinde gelişen çıkış arayışının kucaklanıp ileri taşınması, aynı sorunlar karşısında benzer talep ve istemlerle farklı mevzilerde patlak veren işçi eylemlerinin birleşik bir hatta kavuşturulabilmesi, her şeyden önce işçi sınıfı ve emekçileri kuşatan çok katmanlı cendereyi kırıp atmayı gerektirmektedir.
Bu ise sermayeden, devletten ve sendikal bürokrasiden bağımsız taban örgütlülüklerinin üretim birimlerinde oluşturulması ile mümkün olabilir. Zira işçiler, fabrika komiteleri ve fabrikalar arası koordinasyonlar temelinde birleştiği oranda, sermayenin değil sınıflar mücadelesinin yasalarını esas alan fiili-meşru mücadelelerin önü açılabilir. Kavel’den Greif’a uzanan çetin mücadele deneyimleri döne döne bu gerçeği ortaya koymaktadır.
Bu bağlamda yapılması gereken açıktır. 10. yılını geride bırakan Greif işgalinin izinden yürüyerek, “İşgal, grev, direniş!” şiarını fabrikalarda yankılandırmak için tüm güç ve olanaklar seferber edilmelidir. Taban örgütlerinin inşasından işçi inisiyatifinin açığa çıkarılmasına, söz-karar-yetki hakkının kullanımından fiili-meşru mücadelenin güçlendirilmesine değin Greif kriterlerini sınıf mevzilerinde ete kemiğe büründürmek için atılması gereken adımlar hızlandırılmalıdır. İşte o zaman sermaye düzeninin korkularını gerçek kılmanın kapıları aralanmaya başlayacaktır.