AKP-MHP iktidarı toplum yaşamının bütününde olduğu gibi ekonomik alanda da yarattığı enkazı, işçi sınıfı ve emekçileri daha büyük yıkımlara maruz bırakan politikalarla aşmaya çalışıyor. Ekonominin içine itildiği açmazlar, işçi sınıfının çalışma ve yaşam koşullarını ağırlaştıran yeni saldırılarla aşılmak isteniyor. Parçalı, dağınık ve örgütsüz olan işçi sınıfı hareketi ise bu saldırı dalgasını yazık ki püskürtebilecek durumda değil. Buna karşın saldırının ağırlığı ve kapsamı sınıfın örgütlenme ve mücadele eğilimini güçlendiriyor. Çünkü iktidar her türlü sosyal haktan arındırılmış düşük ücreti işçi sınıfına dayatıyor. Sınıf kitleleri rejimin dayattığı bu acımasız sefaletten çıkma ihtiyacını yakıcı bir şekilde hissediyor. Nitekim işçiler ekonomik/sosyal taleplerle gündeme gelen birçok eylem ya da direniş yapıyor.
Saray iktidarının ülkeyi ucuz iş gücü cennetine çevirme adımları, hedefli ve sistematik bir yönelimle hem enflasyonun düşürülmesinin hem de sermaye yatırımlarının/büyümesinin önünü açmak için gerekli görülüyor. Sermaye düzeni güçlü bir dirençle karşılaşmadığı koşullarda on yıllar boyunca bu politikayı sistematik olarak hayata geçirdi. 1980 darbesiyle birlikte başlayan bu neo-liberal saldırı sürecine karşı 1989 Bahar eylemleri bir süre barikat oluştursa da hareket geri çekilince iktidar kaldığı yerden devam etti. Bu programı en pervasız bir şekilde hayata geçiren ise AKP iktidarı oldu. Denilebilir ki dinci-faşist saray rejiminin kurulmasıyla birlikte neo liberal saldırılar sonuçlarına ulaştırıldı.
Saldırının sonuçlarına ulaştırılması düzenin krizinin derinleşmesini önleyemedi. Rejimin açmazlarının derinleşmesi de bundan kaynaklanıyor. Sermaye düzeni ve onun vurucu gücü olan AKP-MHP rejiminin yıkım saldırılarını başka bir boyutta dayatmak dışında bir seçeneği yok. İşçi sınıfı ve emekçi kitleler ise bu pervasızlığı artık kaldırabilecek durumda değil. Geçmişte sahte “toz pembe hayaller” yayan rejim, artık Diyaneti kullanarak, sefalete katlanmanın “sevap” olduğuna dair vaazlar verdiriyor.
Devasa oranlarda ve her yıl katlanarak artan şirket kârlarına milyonların derinleşen yoksulluk ve sefaleti eşlik ediyor. Rejim vergi oranlarını arttırıyor, güvencesiz, taşeron ve esnek çalışma biçimlerini yaygınlaştırıyor, kazanılmış haklardan geri ne kaldıysa gasp ediyor. Saray rejiminin emekçilere asıl büyük darbeyi ise 31 Mart yerel seçimlerinden sonra indireceği konusunda kimsenin şüphesi yoktur. Bir bütün olarak sermaye düzeni ve saray rejimi şimdiden buna hazırlanıyor.
Saray beslemesi medyaya yansıdığı kadarıyla önümüzdeki günlerde gündeme getirilmesi planlanan yeni iş kanunu düzenlemesiyle istihdam biçimlerinde de kapsamlı bir değişiklik yapılacak. Orta çağ artığı bir ideolojiye dayanan “yerli/milli” saray rejimi, emekçilere Orta çağ çalışma ve yaşama sistemini dayatmak istiyor. Konu açık: Var olan yıkımın faturasını kimin ödeyeceği sınıflar mücadelesinin seyrine göre belirlenecek. Başka bir deyişle işçi sınıfı ve emekçi kitleler kölelik koşullarını aratmayan uygulamalara boyun eğmek ile direnmek, haklarına ve geleceklerine sahip çıkmak arasında acil bir tercih yapmakla karşı karşıya bulunuyor.
***
Son haftalarda fabrikalarda görece hareketli denebilecek bir süreç yaşanıyor. Ekonomik kriz ve saray iktidarının peşi sıra gelen sosyal yıkım saldırılarına karşı farklı bölge ve fabrikalarda işçi eylemleri/direnişleri yaşanıyor. Daha yüksek ücret artışı ve sosyal haklar talep ediliyor, kimi zaman işçiler kazanmak için iş durdurma eylemleri gerçekleştiriyor. Yıllardan beri zam dönemleri fabrikalarda tepkilerin arttığı, beklentinin yükseldiği, dayatılan sefalet ücretlerine karşı hak talep etmenin güçlendiği süreçler olarak yaşanıyor. Son aylarda yerellerde birbirinden etkilenen örgütlenme, hak arama direnişleri yaşandı. Kazanımla ya da farklı şekilde sonuçlanan direnişler belli bir aşamadan sonra sönümlense de genel anlamda sınıf saflarında yaşanan bu hareket yaygınlaşma eğilimi taşıyor. Şimdiye kadar yaşanan direnişlerde süreklilik sağlanamadığı, fabrika sınırlarının dışına çıkılamadığı, diğer fabrikalarla birlik kurulamadığı için eylemler birbirini tekrar eden bir seyir izliyor.
MESS TİS süreci bunun bir örneği olarak yaşandı. Ardından gelen ocak zamları döneminde, başta Antep olmak üzere çeşitli kentlerde bir dizi fabrika, sanayi havzası ve iş kolunda düşük zam dayatmalarına karşı eylemler, iş bırakmalar yaşandı. İvmesi düşse de bazı fabrikalarda kazanımlar sağlayan hareket devam ediyor. Öte yandan kimi fabrikalarda eylemli sürecin ardından işten atmalar gerçekleşiyor. Bu koşullarda kamu işçilerinin ek zam talepleri üzerinden ortaya koydukları eylemler ise sürüyor. Kamu ve belediyelerde çalışan taşeron işçilerin kadro ve eşit hak talepliyle yaptıkları eylemler de var. Bu hareketin seyri ve birbirini tekrar eden süreçler biriken tepkiyi yansıtıyor. Yanı sıra, verili tablo işçi sınıfının henüz önündeki engelleri aşma potansiyelinin olgunlaşmadığını, hareketi yeni bir düzeye sıçratabilecek birikimi yaratamadığını da gösteriyor.
İşçi sınıfı uzun bir süredir sermaye düzeninin ideolojik, politik, kültürel ve örgütsel kuşatmasını aşamıyor. Sermaye, devlet/saray rejimi ve sendikal bürokrasi üçlü “şer ekseni” tarafından örülen duvarlar henüz yıkılamıyor. Her geçen gün güçlenen mücadele istek ve enerjisine rağmen örülen duvarları yıkamamak tersinden boğucu atmosferi pekiştiriyor. Kendiliğinden gelişen hareketliliklerin belli bir sınırda kalması, kimi zaman ardından daha ağır saldırıların gündeme gelmesine vesile ediliyor. Sorun ve çelişkilerin derinleşmesine paralel olarak işçi sınıfının önündeki engelleri aşamamasının yarattığı baskı, önümüzdeki dönemde yaşanabilecek muhtemel patlamaların şiddetini artıracak bir mahiyet taşıyor.
Ülkenin temel sanayi işletmeleri olarak tanımlanabilecek, geçmişte koşulların görece daha iyi olduğu fabrikaların işçileri de düşük ücret dayatmalarına karşı eylem yapıyor, ek zam talep ediyor, yer yer sendikal bürokrasi duvarına karşı öfkesini gösteriyor. Çalışma ve yaşam koşullarının işçi sınıfı için en alt düzeyde eşitlendiği, yoksulluk ve sefaletin “olağan” hale getirildiği böylesi bir dönemde metal ve petrokimyanın yanı sıra kamu işletmelerinde de işçilerin hareket geçmesi önem taşıyor. Nispeten sendikal zeminlerde ortak hareket edebilme kabiliyetleri ve asgari bir mücadele deneyimi yaşamış işçilerin eylemleri ön açıcı dinamikler orta çıkartabilecek durumda. Dahası işçi sınıfının parçalı, dağınık ve örgütsüz yapısına rağmen giderek birbirine yakın talep ve istemleri dile getiriyor olması, fabrika ölçeğinden çıkarak genelleşme, giderek birleşik bir sınıf hareketi yaratabilme koşullarını güçlendiriyor.
***
Sonuç olarak işçi sınıfı kazanımlarını koruyabilmek ve kaybettiklerini kazanabilmek için mevcut genel hareketsizlik halini aşabilmek zorunda. İçinde bulunduğu ideolojik, politik ve örgütsel kuşatmayı kırma çabası ile ekonomik ve sosyal talepleri kazanabilmek arasında doğrudan bağlar var. Dolayısıyla işçi sınıfını hareketsizliğe mahkûm eden, dağınık ve parçalı yapısını körükleyen, bilinç ve eylemini sınırlayan engellerle mücadele edebilme başarısı saray rejiminin pervasız saldırılarını püskürtmek için olmazsa olmazdır. Kendiliğinden eylemlerle bu engellerin aşılmasının mümkün olmadığı bir dizi deneyimle görülmüştür. İşçi sınıfı edilgenliğini kırmalı, iradesini fabrika komitelerinde birleştirmeli, sendikal bürokrasiyi aşarak birleşik bir sınıf hareketini yaratma çabasını sınıfa karşı sınıf temelinde inşa etmelidir.
Öncü işçilerin, ilerici-devrimci güçlerin günün görevlerine ve önümüzdeki süreçte sertleşeceği açık olan kavga dönemine bu bilinçle hazırlanmaları temel bir zorunluluktur. Her geçen gün biriken öfke ve tepkinin açığa çıkartılması, fabrika merkezli örgütlenmeler olarak kendini ifade etme ve giderek fabrika örgütlenmeleri temelinde yaratılacak iradelerin birleştirilmesi çabası hedefli bir öncü müdahale ile bütünlenmek durumunda.
Son haftaların nispeten yaygın eylemlerinin yaşandığı Antep’te kimi siyasal yapıların gerçekleştirdikleri sınırlı müdahalelerin (ideolojik-politik çizgilerinden bağımsız olarak) fabrika eylemlerinin yaygınlaşmasını sağladığı görülüyor. Greif işgali ve Metal Fırtınası gibi deneyimler; devrimci müdahalenin sınıf hareketinin gelişimi açısından kritik önemini, harekete kattığı güç ve dinamizmi, ortaya çıkarttığı yeni olanakları göstermektedir. O halde yapılması gereken daha inisiyatifli, cüretkâr, hedefli ve sistematik bir yoğunlaşma ve pratik çabadır.