Bir süredir alttan alta dile getirilen “iş kanununda kapsamlı değişiklikler yapma” tartışması somut bir hal almış durumda. Saray erkanından yansıyanlara bakılırsa, uzun bir dönemdir parça parça gündeme getirilen ve çalışma yaşamının tamamını doğrudan etkileyecek kimi düzenlemeler yasa değişikliği ile hayata geçirilmeye çalışılacak. Bu konuda ilgili bakanlıklar, Cumhurbaşkanlığı Hukuk Politikaları Kurulu, sendikalar ve sermaye örgütlerinin gündem üzerine çalıştıkları ifade ediliyor. İktidar koridorlarına dayandırılan bilgilerin ardından, kimi medya kaynaklarında konuya dair değinmeler yer almaya başladı. Saray iktidarının şefi ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı konuyu teyit eden açıklamalar yaptı. Değişikliğin meclis gündemine gelme tarihi olarak ise yerel seçimlerin hemen ertesi işaret edildi. Henüz düşük tonda dile getirilen ama alttan alta kulaklara da fısıldanan, belli ki zamansız bir tartışma ve gerilimin konusu olması istenmeyen hazırlık hakkında yeteri kadar ayrıntıya ulaşmak henüz mümkün değil.
Yansıyan sınırlı bilgiler üzerinden ifade edilenler ise şunlar: “Mevcut iş kanunları arasında çatışma ve çelişki mevcut. Mevzuattaki ve uygulamadaki çelişkiler giderilmeli. Dağınık mevzuat toparlanmalı. Var olan muğlaklıklar ortadan kaldırılmalı. Mevcut olan düzenlemeler sanayi çağının başlangıcına göre oluşturulan mevzuattı, günümüz şartlarına ve teknolojiye uyumlu hale getirilmeli. İş verimliliğinin günün koşullarına uygun olarak artırılması için önlemler alınmalı vb.”
“Çalışanların hakları korunacak”, “çalışanlar güçlendirilecek” gibi süslü açıklamalarda, “iş kanununda son yirmi yılın en kapsamlı değişikliği” söylemi eşliğinde, 1952 tarihli Basın İş Kanunu, 1967 tarihli Deniz İş Kanunu ve 2003 tarihli 4857 sayılı İş Kanunu’nun birleştirilerek, “çağın gerekleri” üzerinden “Türk İş Kanunu” adı altında birleşmiş yeni bir düzenlemeye gidilmesi gerektiği üzerine dem vuruluyor.
Saray iktidarının medyadaki tetikçileri üzerinden “müjde”, “haftalık çalışma süresi 45 saatten 40 saate düşürülecek” gibi alışıldık hedef saptırma söylemleriyle alttan alta ısıttığı gündem ve yasa değişikliği hazırlığı, işçi sınıfı açısından önemli bir yeni saldırı hamlesi anlamına geliyor. Henüz elde yeteri kadar ayrıntı olmasa da bu konuda somut bir tespit yapmak güç değil. Çünkü konu işçi düşmanı bir saray iktidarı ve onun gözü dönmüş icraatlarının bir parçası olduğu oranda ötesini düşünmek için saf olmak gerekir. Bugüne kadar yapılanlar bugünden sonra hayata geçirilmeye çalışılacakların aynası durumunda. İkincisi, içinde bulunulan ekonomik kriz koşullarında sermayenin demir yumruğu olmaya soyunmuş AKP-MHP iktidarının krizden çıkış için faturayı geniş emekçi kitlelere yıkma adımlarının ötesinde bir yaklaşımının olmayacağı gerçeğidir. Üçüncüsü, iktidara geldiği andan itibaren sermayeye hizmette kusur etmeyen, bu konuda gerektiğinde hiçbir yasa-kural tanımayan bir iktidarın, kapitalistlerin işçi sınıfının canına okuyacak düzenlemeleri dört gözle beklediğini bildiği için, gündeme gelen “kapsamlı değişiklik” ancak işçi ve emekçiler açısından kapsamlı bir yıkım olabilir. Dördüncüsü ise somut haliyle saray iktidarının ortaya koyduğu Orta Vadeli Program ile Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı 2024-2028 yılı Strateji Planı çerçevesinde hedeflenenlerdir.
OVP ve bakanlığın strateji planı, bugün ayrıntıları henüz netleşmemiş olan iş kanunu değişikliğinin hangi içerik ve kapsamda, neyi hedefleyerek gündeme geleceğini açık bir biçimde özetliyor: Düşük ücret dayatmaları, kırıntı düzeyinde kalmış sosyal hakların da ortadan kaldırılması, işçi ve emekçilerin dolaylı-dolaysız vergi yükünün katmerlenmesi, sermaye teşviklerinin artırılmasının yanı sıra; esnek-güvencesiz-taşeron çalışmanın yaygınlaştırılması, bütçe açıklarının kapatılması ve sermaye birikiminin kesintisiz sürmesi adına emekçi kitleler üzerindeki sömürünün ağırlaştırılması, çeşitli fonların yağmalanması ve talanı vb…
Bakanlığın 2024-2028 yıllarını kapsayan strateji belgesinde ve bakanın bizzat kendi açıklamalarında ise, gündemde olan iş kanunu düzenlemesinin neler içereceği konusunda biraz daha ayrıntıya ulaşmak mümkün. Bu plana göre 4857 sayılı yasada öngörülen değişiklikler ile mevcut yasada bulunan ve tam uygulanamadığı düşünülen esnek çalışma düzeninin etkinleştirilmesi hedefleniyor. İşçiler açısından güvencesiz ve kuralsız çalışma anlamına gelen esnek çalışma ülkenin genel istihdam biçimi haline getirilmek isteniyor. “Sosyal güvenlik mevzuatı ve uygulamalarının değişen işgücü piyasası koşullarına göre yeni nesil esnek çalışma şekillerine uyumlu hale getirmek” olarak tanımlanan bu değişiklik başlı başına bir emek düşmanı saldırı niteliğinde. Buna eşlik eden “günlük ücret belirlemede var olan muğlaklığın giderilmesi” tanımı ise “çağın gerekleri olarak” yevmiye usulüne dönüş olarak okunabilir. “Sosyal güvenlik kurumunun sürdürülebilirliğini sağlamak için kişilerin daha çok istihdamda kalmasını sağlamak” tanımı ise hem olduğu kadarıyla var olan sosyal güvenlik uygulamalarının hedeflendiği hem de emeklilik yaşı konusunun tekrar gündeme getirileceği anlamına geliyor. Buna ek olarak, elbette ki kıdem tazminatının fona devir yoluyla gaspı diğer bir başlık olarak öne çıkıyor. Erdoğan’ın da sıklıkla dile getirdiği gibi “mevcut boşluklardan” kaynaklı iş davalarında işçi lehine sonuçlanabilen “tutarsızlık ve çelişkilerin” giderilmesi ise saldırının bir diğer başlığını oluşturuyor. “İş kanununda yer almayan çocuk işçiler için mevzuat düzenlemesi, sendikal faaliyetler nedeniyle gündeme gelen iş akitlerinin feshinde muğlaklığın giderilmesi, sendikal yetki tespitlerinde sürecin hızlandırılması vb.” şeklinde devam eden maddelerin bir kısmı gereksiz güzellemeler içermekle birlikte, esas olanın bir kez daha kapsamlı saldırının maddeler yığını içinde gizlenmesi çabası olarak ortaya çıkıyor. Henüz ayrıntıları netleşmese de yansıdığı kadarıyla kapsamlı bir emek düşmanı adımı olacak saldırı yasasının duyurulması için “haftalık çalışma süresi 45 saatten 40 saate düşürülüyor” gibi kulağa hoş gelen tanımlamaların kullanılması işçi ve emekçileri neyin beklediğini gösteriyor.
Bu kapsamda ifade edilebilecekler kuşkusuz çeşitlendirilebilir, ancak şimdilik bu kadarı yeterli. Zira, yerel seçimlerin ardından ekonomik ve sosyal yıkım saldırılarının ağırlaşacağına dair toplumda bulunan genel kanının hiçte yersiz olmadığını gösteren bu yasa hazırlığı önümüzdeki günlerde sıklıkla tartışılacak. Ayrıntılar netleştikçe giderek belirgin bir gündem olarak ortaya çıkacak. Sınıf devrimcileri yaklaşan yerel seçim sürecine dair temel vurgularında; seçimlerde hangi sermaye partisinin önde çıkacağı tartışmasından çok seçimlerin ardından gündeme gelecek yeni ve kapsamlı saldırılar ve bu saldırılar karşısında işçi sınıfı ve emekçilerin mücadelesini güçlendirme çabasına odaklanmak gerektiğini belirtiyorlar. Saray iktidarının açıktan ya da alttan alta attığı tüm adımlar bu yaklaşımı doğrulayan bir içerik taşıyor. İşçi sınıfı ve emekçiler sermaye düzeninin seçim avuntusuna ve boş hayallere kanmamalı, kendilerini bekleyen saldırılara karşı direncini örgütlemeye yoğunlaşmalıdır.